Mehmet Baran / Doğruhaber

GÖRNOZ (KEPÇELİ) KÖYÜ
Yaşlıların gözlerinde hâlâ o korkunç katliamların izlerini bulabilmekteyiz. Yaşlı ve orta yaşlı insanlarına oranla gençlerde bir umut ve yakın tarihte baba-dedelerine yapılanları daha bir serbest anlatma azminin olduğunu müşahede ettik. Ancak büyükleri onlara ya başlarına gelenleri anlatmaktan çekinmişler ya da gençler çok fazla merak edip de birinci derecede kendi tarihleri olan bu zamanın kara sayfası üzerinde kafa yormamışlar ki; bu konuda çok fazla bilgilerinin olmadığını fark ettik.

Görnoz Köyü Şeyh Said Efendinin kıyamına tam destek verdiği köylerden bir köydür. Özellikle Şeyh Said Efendinin şehadetinden sonra yıllarca dağlarda gerilla savaşı veren ağaların köyü olarak bilinir. Efendinin asılmasından sonra on yıla yakın bir mücadele sürecini başlatıp sürdürenlerin kimi öncüleri bu köyden çıkmıştır. Hacı Mustafa ve abisi Hacı Selim ( Kolos Ağa ) gibi. Başındaki fesini bırakmamakla ünlenen Hacı Selim, Kolos Ağa ismiyle müsemma olmuştur.

BAŞI KESİĞİN MEZARINDAYIZ

Köyün ortasında bulunan mezara yaklaşıyoruz. Mezar taşında “Hurşat oğlu Selim AŞÇİOĞLU Ö. 1934” diye yazılı. Gerilla mücadelesini sürdüren ve 1934 yılında “Derê Sotek” çatışması diye bilinen çatışmada can veren bu köyden bir mücadelecinin kabri. Burada başsız yatıyor. Askerler o dönemde mücadele edenleri etkisiz hale getirince, halkın gözünü korkutmak ve sindirmek için, başlarını kesip beraberlerinde götürüyorlar. Her bir kellenin kulağından delerek tespih taneleri gibi ipe geçirip Çabakçur’da, merkezi yerlerde günlerce asılı bırakarak teşhir ediyorlar. Kokular çevreye rahatsızlık verince de verilen emirle birkaç nefer, kelleleri toplayarak şehir dışında, bir çukurda benzin dökmek suretiyle yakıyorlar. İşte bu mezar taşında ismi yazılı mücadeleci kişinin de sadece başsız cesedi burada gömülmüştür. Başı ise kim bilir bu toprakların hangi çukurunda benzin dökülerek yakılmıştır.


Köyde yakın tarihin hakikatlerini öğrendikçe bu başı kesiğin mezarına, ismi bilinir kendi köyünde bir dikili taşı var; diye şükretmek geliyor insanın içinden. Kim bilir arkadaşları hangi dağ başında öldürülüp, hangi çukura doldurularak toplu gömülmüş veya diri diri yakılarak cesetleri küle dönüştürülmüştür…


Bu köydeki ağalardan mücadeleyi sürdürme adına yakın akrabalarıyla silahlarının ortalarından tutup dağlara çıkanların başında Hacı Selim (Kolos Ağa) ile kardeşi Hacı Mustafa’nın geldiğini söylemiştik. Biz burada bu konuların ayrıntılarına girmeyeceğiz. İnşallah bu konular çok daha ayrıntılı işlenip yeni nesil için ecdatlarının tarihi olarak sunulacaktır. Bu yazı dizimizde daha çok çoluk-çocuk demeden yapılan toplu katliamlar üzerinde duracağız.
Başı kesiklerden bir başkasının torununa ulaşabildik. Bildikleri bazı şeyler vardı. Ancak yapılan bu kan dondurucu katliamların birinci derecede mağduru olmasına rağmen konuşmaktan çekindi. Bu tarihin kara sayfasına bir karanlık perdeyi de kendisi çekmiş oldu. Fazla ısrar etmedik. Nasıl olsa konuşacak çok insan vardı.

İSİMLERİ UNUTULMUŞ KATLEDİLEN ÜÇ BAYAN

Görnoz Köyünün orta yerinde bir evin yan tarafında çalı-çırpı ile muhafaza altına alınmak istenmiş 4-5 metrekarelik bir yer bize gösterildi. Askerler dört taraftan köyleri baskına uğratıp insan avcılığına çıkarken üç tane masum bayan emsalleri gibi dağlara kaçamamış veya kaçma yolundayken yakalanıp Görnoz Köyüne getirilmiş. Bu bayanları, komşu Şemsan Köyü Bor mezrasından alıp buraya getirmişler. Bu bayanların bir tanesinin de hamile olduğunu öğreniyoruz. Bunca km yol getirilirken, yolda insafsız askerlerin elinde ne dramatik sahneler yaşanmış, onu ancak Allah bilir ve bu çalı-çırpının altında hatıraları bir derece korunmak istenen, ağızları soğuk, dilleri dönmez, bizim âlemden uzak, hakikat âleminde şikâyette bulunmuş bu üç bayan bilebilir.

Daha sonra üç kadından birinin isminin Kevü olduğunu öğrendik. Çok çaba sarf etmemize rağmen diğer iki bayanın ismini öğrenemedik ve onların bu koca köyün içinde bir dikili taşları olmadığını isimlerin de unutulup gittiğini ibretle müşahede etmiş olduk. ( İsimlerini bilen bize ulaştırırsa hayırlı bir çalışma için katkıda bulunmuş olur.) Demek ki, böyle giderse, bir nesil sonra “Bu çalı-çırpı burada ne diye duruyor” deyip acı tarihini bilmeyen gençler tarafından alınıp buradan atılacak gibi görünüyor. Böylece bu dramatik olayın da son hatıratı ortadan kalkmış olacak. Sonradan gelecek olan idareciler de bu kirli geçmişten somut delillerin ortadan kaldırılmış olmasıyla derin ve rahat bir nefes almış olacak… Temennimiz duyarlı bir insanımız veya o bayanların akrabaları kabirlerine sahip çıkar ve isimlerini bir levha üzerine yazıp olayı anlatarak, yakın tarihin karanlık sayfalarına bir vesika oluşturup ışık tutmasıdır.

Askerler bu üç kadını aralarına alarak, bir saman torbası gibi, bir bana bir sana, süngüleye süngüleye feryadı figan içinde oracıkta öldürüyorlar. O zaman o acı verici manzaraya şahit olan hâkim-i mutlak şimdi hesabını sormuştur.
Bu bayanların öldürüldüğü yerde Görnoz Köyünden öldürülenler yoktur. Çünkü daha asker ismi duyulur duyulmaz bütün köy halkı çoluk-çocuk köyü terk edip dağlara kaçarak canlarını kurtarmaya çalışırlar, Şemsan’da olduğu gibi kimi bayanlar kundaktaki bebeğini geride bırakma pahasına dahi olsa. Zaten asker bu üç kadını, bu köydekilerle birleştirip bir yerde öldürmek için bunca yol getirmiştir. Köyde kimseyi bulamayınca üçünü köyün ortasında süngülerle öldürüp, evleri yağmalayarak insan avlamaya devam etmişler.

BU KIYIMDA SUÇLU SUÇSUZ, KADIN ÇOCUK AYIRIMI YAPILMADI

Görnoz Köyünün, yanı başındaki Şemsan Köyünden en büyük avantajı belki de bu köyün ağalarının kıyama destek verip, Şeyh Said Efendinin şahadetinden sonra da mücadeleye devam etmeleri durumudur. Böylece sistemle kavgalı oldukları için asker kokusunu alır almaz, çoluk çocuk dağlara kaçıp gizlenmekten geç kalmamaları, canlarını kurtarmalarına yardımcı olmuştur. Daha fazla katliamdan geçen köyler ise genelde “Biz devlete bir şey yapmadık, onlara zararımız dokunmadığı için onlar da bize zarar vermezler herhalde” ya da “kadın çocuklara ilişmezler” deyip köyden ayrılmayanlar olmuşlardır. Oysa asker suçlu arama derdinde değildi. Devlete karşı masum çocuklar ve hamile kadınlar ve hatta hamile kadınların karnındaki çocuk nasıl bir suç işleyebilir ki vahşiyane bir şekilde, yakılarak öldürüldüler. Bu topyekûn bir soykırım hareketinden başka bir şey değildi zaten. Tek bir insan geride bırakılmayacaktı, ancak bu bölgenin coğrafik yapısı, dağları, vadileri, ormanları bu insanlara sığınak oldu…

RUS SAVAŞININ GAZİLERİNE YAPILANLAR

Abdullah Öğüt dedesi Hüseyin’den defalarca duyduğu, o zaman köylerinde olan olaylardan birini şöyle anlatır:
“Dedem genç yaşlarından itibaren Muş ilinin Derik Köyünde ikamet etmiştir. Bu köyün tanınan saygın ve dindar bir ağası olan Ali Ağanın çocukları da o dönemde birçokları gibi askerlerden canlarını kurtarmak için mahkûm olmuşlar. Bir gün asker köye baskın düzenleyerek Ali Ağadan çocuklarını getirip kendilerine teslim etmesini isterler. Ali Ağa “devletin eli uzundur çocuklarım dağlardadır gidip yakalasınlar ben nasıl onları size getirebilirim” deyince rütbeli asker hakaret ederek yanı başındaki iki askere “süngü tak” emrini verir. Köylülerin gözleri önünde iki asker yaşlı adamı aralarına alarak cansız, yere devrilinceye kadar süngülerler. Ali Ağanın şahadet parmağı havada can verinceye kadar kelimeyi tevhidi tekrar etmeye devam eder. Bu durum komutanı çileden çıkarır. Yere düşmüş Ali Ağanın şahadet parmağı hala havada. Komutan dinine sövüp parmağını, potiniyle ezmeye çalışarak: “öldü ama hala parmağı havada” diye yanındaki askerlere emreder: “cesedini şu yıkık duvarın dibine çekin ve duvarı üzerine yıkın” der. Dehşetle olanları seyreden çaresiz köylülere dönerek tehdit eder; kimse onu gömmeyecek bu yıkık duvarın altında çürüyecek diye. Sonra gizliden cesedi gömenlerin izini muhbirlerin ihbarıyla sürdürecektir sistemin komutanı. Kendi halkıyla kahramanca (!) bir mücadele vermektedir. Bu bölgelere kadar gelen Rus askerlerine karşı direnen Ali Ağalara mükâfatları dağıtılıyor sistem tarafından zalim komutanları eliyle… Rus savaşının gönüllü savaşanlarına, her biri birer destan yazmış gazilerine reva gördükleri muameleye bakın. Daha bu savaşın yorgunluğunu üzerlerinde taşıyan, burunları barut kokan Ali Ağalara yapılan zulümlere bakın. İbret verici yakın tarihimizin gerçekleridir bunlar."


Bir sonraki yazı dizimizde Sayer Köyündeki korkunç katliamdan bahsedeceğiz. Bu köyde, çevre köylerden topladıkları kadın-çocuk tam yetmiş altı kişinin nasıl bir eve doldurulup ateşe verildiğinin dramatik sahnelerini işleyeceğiz. Kadınların, çocukları için yalvarma sahneleri, küçük çocukların ateşten kaçmak için can havliyle dışarı fırlamaları akabinde bir saman kütüğü gibi ateşin içine süngü başlarında bir daha nasıl atıldıklarını, canlı şahitlerin dilinden aktarmaya çalışacağız inşaallah.

Devam edecek