— Hamburg’ta bir grup Türkiyeli işçi var, dedi. Çok temiz, dindar, kültürlü gençler. Onlarla tanışmak ister misin?
Hemen kabul ettim. Onlara Ehl-i Beyt’i tanıtabilme fırsatını yakalayabileceğim için çok mutluydum.
Bir yemek ortamında Türkiyeli Müslümanlarla buluştuk. Dostum beni:
— Doktor Beheşti, İranlı bir din âlimi! Diye tanıttı onlara.
Küfür diyarında, siyah sarıklı, cübbeli, uzun sakallı bir İslam âlimiyle tanışmak heyecanlandırmıştı Türkiyeli Müslüman grubu. Hararetle elimi sıktılar, kucakladılar beni. Sünni olmalarına rağmen bir Şia âlimini böyle içtenlikle karşılamaları hoşuma gitmişti. Bu sıcak ortamı fırsat bilip hemen Ehl-i Beyt konusunu açtım. Ehl-i Beyt düşmanlığının Allah ve Resulünü gazaplandırdığına dair birkaç hadis okudum. Türkçe bilmiyordum. Hadisleri Almanca okumuştum. Dostum hadisleri Türkçeye tercüme etti. Kısacası dostum aramızda tercüman görevi görüyordu.
Söylediğim hadisler kendilerine tercüme edilince Türkiyeli Müslümanlar şaşkın, garip tavırlarla bakıştılar. Sonra üzüntülü, sorgu dolu bakışlar bana yöneldi. Benim birdenbire bu konuyu açmam ve pat diye bu hadisleri okumam gerçekten onları şaşırtmıştı. Ayrıca üzmüştü de...
Aydın bakışlı, temiz yüzlü gençlerden biri dostuma dönerek:
— Lütfen, diye konuştu. Üstadımıza sorun, o bizi Peygamber ailesinin düşmanı mı sanıyor? Ehl-i Beyt’i sevmediğimizi mi sanıyor?
Dostum:
— Hâşâ! Diye atıldı. O nasıl söz?