Suriye iç savaşıyla başlayan göç furyası sonrasında kısa süre içerisinde milyonlarca göçmene ev sahipliği yapmaya başlayan Türkiye'de artık siyaset göçmen politikası üzerinden yürütülmeye başlandı.

Göçmenlerin Avrupa'ya geçmemesi için yapılan anlaşmalarla Türkiye bir baraj ve set görevi görürken, iç politikada yürütülen siyasette ise bazı partilerin göçmenleri direkt olarak hedef almaları nedeniyle birçok ilde ciddi provokatif eylemler, linç girişimleri ve hatta ölümler yaşandı.

Siyasette kullanılan dil, yürütülen politikalar nedeniyle toplumda da kutuplaşma yaşanırken, oluşan kamuoyu baskısı ile hükümetin ve yerel yönetimlerin göçmen politikası dahi zaman zaman değişmektedir.

Göçmenlerle ilgili yaşanan gelişmelere ilişkin İLKHA muhabirine konuşan MAZLUMDER Genel Başkanı Av. Kaya Kartal, sürecin insani bir şekilde uluslararası kanunlara göre yürütülmesi, net bir tavrın takınılması gerektiğini, aksi halde lokal olarak göçmenlere yönelik şiddet ve işkencelerin yaşanabileceğini ifade etti.

"İnsanlar, güvenli olmayan, savaşın devam ettiği, insanların öldürüldüğü bir yere zorla geri gönderilemez"

Kartal, "Göç meselesi şuan Türkiye'de oldukça derin tartışmalara sebep olan bir meseledir. Neticede bakıldığında Anadolu coğrafyasında göç bu toprakların bir kaderi. Bu topraklar da aslında göçlerle oluşmuş ve yüzyıllar boyunca hep bir geçiş noktası olmuş. Geldiğimiz noktada özellikle bölgemizde yaşanan işgaller, saldırılar, savaşlar neticesinde burası bir yönüyle sığınılacak bir liman, bir yönüyle de geçiş alanı olarak ana odaklarından biri haline geldi. Bu, ister istemez bir takım sıkıntıları beraberinde getiriyor. Şu anda sokağa indiğinizde bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunun doğurması muhtemel sorunlar, sıkıntılar derneğimizce de yıllardır dile getiriliyor. Göç politikası açısından bakıldığında eleştirilecek çok konu var. Ancak en temelde bir hakkı teslim etmek gerekir. Özellikle Suriye'de başlayan savaş sonrasında insanların doğal olarak buraya akın etmesi, insani duyarlılık çerçevesinde değerlendirildi ve insanlar buraya rahat bir şekilde girmiş, yerleşmiş oldular. 10 yılı aşkın süredir bu topraklarda barınıyorlar. Bize göre bunun devam ettirilmesi gerekiyor. Çünkü Suriye'de işler rayına oturmuş değil. Hala çok ciddi şekilde bombardımanlar yaşanıyor. Öyle ki, çadır kentler, hastaneler vurulabiliyor, çocuklar öldürülüyor. Bu hal böyle devam ettikçe, bu gerçeklik karşımızda durdukça hem uluslararası hukuk hem de Türkiye'deki iç mevzuat hem de insani duyarlılık gereği olarak yapamayacağımız bir şey var. İnsanlar, güvenli olmayan, savaşın devam ettiği, insanların öldürüldüğü bir yere zorla geri gönderilemez." dedi.

"Mültecileri hedef almadan da mülteci politikası eleştirilebilir"

Bazı muhalif partilerin mülteciler üzerinden hükümeti vurmaya çalışmasının sokakta şiddet, linç ve hatta öldürme vakaları ile sonuçlanabildiğini vurgulayan Kartal, "Suriye'de, Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu bir takım özel alanlar var. Ancak güvenli sayılabilecek bölgeler tek başına bir şey ifade etmiyor. Çünkü neticede oraların alacağı insan sayıları da belli. Mevcut durumda eski standartlarının neredeyse 8-10 katı nüfusa sahip olmuş şehirler. Oralara bir yığınak yapmak sorunu çözmüyor. Neticede sorunu insani temelde çözene kadar ve geri gidecek kişiler orada canları, malları, vücut bütünlükleri ile ilgili sıkıntılar noktasında bir tereddüt duymayana kadar geri gönderme düşünülemez. Hukuken de zaten yasak. Türkiye'nin burada eleştirilecek yönleri var. Israrla her seferinde söylüyoruz. Mültecileri hedef almadan da mülteci politikası eleştirilebilir. Türkiye'de işin kolayına kaçılıyor. Özellikle bazı muhalif partiler direkt mültecileri hedef alarak, onlar üzerinden iktidara vurmaya çalışıyorlar. Ancak bu da sokakta mültecilere yönelik şiddet, linç girişimine, hatta öldürmelere varan vakalara sebep oluyor. 2 gün önce Yemenli bir genç kardeşimize basit bir sokak kavgası nedeniyle saldırı yapılıp linç girişimine tabi tutuldu. Toplumu bu psikolojiye getiren siyasi bir yön var." diye konuştu.

"İnsani temeller üzerinden soruna çözüm üretilmeli"

Mültecilerin Avrupa'ya geçmemeleri için Türkiye'nin bize baraj haline getirilmesini doğru bulmadıklarını aktaran Kartal, "Burayı bir baraj haline getirip Avrupa'ya geçişlerini her anlamda engellemeye çalışan bir tutum var. Bu maalesef geçmişte yaşanan anlaşmalarla gündeme gelmiş bir şey. Hâlbuki bu toprakların tarihine de aykırıdır. Başta da söylemiştim, burası bir geçiş noktası. Buraya sığınmak için de gelenler var, geçiş noktası olarak kullananlar da var. Burayı baraj haline getirirseniz buranın da sınırlarını aşan bir noktaya gelir ve toplumsal refleksler maalesef olumsuz anlamda harekete geçmiş oluyor. Bu anlamda çok yönlü politikalarla insanilik temeli üzerinden birlikte yaşama imkânları sonuna kadar zorlanarak soruna yönelik çalışmalar yapmak gerekir." şeklinde konuştu.

Yaklaşan seçim nedeniyle göçmenlerin iç politikanın malzemesi yapıldığını belirten Kartal, yerel seçimlerde bu konunun siyasi bir argüman olarak daha fazla kullanılacağını ifade etti.

"Göçmen politikasında net tavır takınılmalı"

Kartal, "Anladığımız kadarıyla hükümet de bununla ilgili bir ön almaya çalışıyor. Bu politik olarak mantıklı olabilir ama insanilik açısından sınırların aşılmaması gerekir. Her halükarda bugüne kadar dile getirilen ahlaki çerçevede kalmak gerekir. Çünkü bu çerçeve biraz esnetildiğinde hemen geri gönderme merkezlerinde işkence ve kötü muamele uygulamaları başlıyor. Sınırlarda yakalanan göçmenlere yönelik işkence muameleleri karşımıza çıkıyor. Biraz esnediğinde hemen memur düzeyinde, alt düzeyde, asker ve jandarma düzeyinde bu tür somut suçlar karşımıza çıkıyor. Onun için hiçbir şekilde esnetilmemeli. Bu konuda net tavır olmalı. Bu tavır ve ilkeler çerçevesinde tabi ki politikalar oluşturulabilir. Şu anda yaşadığımız şey politikasızlık üzerinden yaşanan bir tartışmadır." dedi.

"Göçün önüne geçilemiyorsa sürecin sağlıklı yürütülmesi için yollar aranmalı"

Komşu ülkelerle sınır hatlarının geniş olması nedeniyle sınırlara tam bir hâkimiyetin sağlanmasının mümkün olmadığını belirten Kartal, "Ülke sınırlarının Türkiye sınırına, özellikle İran ile olan sınıra bakıldığında bu bük bir alanı oluşturuyor. Tamamına hâkim olmak mümkün değil. Bunun için tüm sınıra büyük duvarlar örmeniz, bir anlamda ülkeyi hapishaneye çevirmeniz gerekir. Güney sınırı da aynı şekilde. Geçmişte sınırın tamamına mayın döşenerek, tellerle ayırarak korunuyordu. Ancak geldiğimiz noktada kara mayınlarının oluşturduğu riskler çok bariz ortada. Yeniden ikinci dünya savaşı zamanına dönecek halimiz yok. Sınırı boydan boya kapatıp hapishaneye çevirmek de sağlıklı değil. Şunu farkına varmak lazım. Bu topraklar, yüzyıllarca bir geçiş noktası olmuş. Bunun önün geçemiyorsanız sağlıklı bir şekilde yürütmenin yollarını bakmak gerekir. Yönetmeye dönük bir akıl yürütülmeli. Tamamen engelleyip yasaklama üzerinden bir psikoloji ile en fazla günü kurtarırsınız." diye konuştu. (İLKHA)