Bunlara ek olarak da dünün cahiliyesinin Müslümanlara iktidar tuzağı kurdukları gibi günümüz küresel emperyalist güçlerin de ilahi inkılap projesini bulandırmak için tevhit erlerine iktidarı tuzak olarak sunmaktan çekinmemişlerdir.
 
(Peygamberimize de iktidar sunmuşlar ancak peygamberimiz bunu kabul etmeyerek güneşi sağıma ayı soluma koysanız ben tevhidi davamdan vaz geçmem diyerek bu tuzağa düşmemiştir) Zira tevhit erlerine iktidar sunanlar, dün olduğu gibi bu günde, bunu İslam’a hizmet için değil de İslam’ı bulandırarak kendilerine benzetmek için yaparlar. Bu kirli güçler hem İslam coğrafyasını işgal ederler hem de işgal ettikleri topraklarda kanaat önderi olarak tanınan insanları barıştan söz ettirerek onlara barış ödülü verirler ki bu kişiler üzerinden yaptıkları işgale meşrutiyet kazandırarak sömürü çarkını iyi işletsinler. Ve şunu da gayet iyi bilirler ki icazetli yani “tavizle iktidar olmak demek, yok olmak demek” olduğunu. Suyun ısısını yavaş yavaş artırarak kurbağanın sudan sıçrayarak kurtulma gücünü yitirip de haşlanarak ölme misali gibi.
 
Allah’ın (cc) hükümlerinden taviz verilemez (Ahzap-36, Enfal-13) dendiğinde, beyni kirlenmiş aklı körelmiş olanlar, peygamberimizin şu hadisini karşımıza çıkartırlar; “zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız, nefret ettirmeyin sevdiriniz” Bu hadisi vahiyle ilişkilendirenler, eğer iyi niyetli iseler Kur’an-ı Kerimden habersizler demektir. Çünkü bu hadis, Allah’ın (cc) değişmez yasalarına karşı kullanılamaz. (Nisa 13-14) Bu hadis kişisel ilişkilerde yani alacak verecek gibi durumlarda kullanılması gereken güzel bir hadistir. Yoksa kolaylaştıralım derken hüküm ayetlerinin iptal etsen de namazı bir vakit kılsan da, ramazan orucunu mazeretiniz olmadığı halde birkaç gün tutsan da olur mu? demeliyiz. Elbette olur diyemeyiz. Bu hadis, tevhitten (ki tevhid bir bütündür parçalanamaz) rahatsız olanların küfürlerini (şirk) perdelemek için ileri sürdükleri tutarsız anlayışlardır. Ayrıca tavizli ve icazetli iktidar olanlar Allah’ın (cc) ayetlerini çiğneyerek şunu da dillendirirler; “yaratılanı severiz yaratandan ötürü” Ancak “Allah, (cc) kâfirleri sevmediği” (Ali İmran-32) için Müslümanlarda kâfirleri sevemez. “Zalimlere en ufak bir sempati duyana ateş dokunacağını” (Hud-113 ) için zalimlere sempati de duyamayız. “Onların dinine dönmedikçe ne Hristiyanlar ne de Yahudiler Müslümanlardan asla razı olmayacakları” (Bakara-120) için onların dinine de dönemeyiz. Kaldı ki “Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinenlerin Allah ile bir dostluğu kalmaz” (Ali İmran-28)

Diğer, inzal edilen ilk iki sure gibi Mekki olan Müzzemmil süresi de dönemin İlahi inkılap projesinin ilk uygulayıcısı olan Peygamberimizi, Müzzemmil suresiyle donanımına devam edilmektedir. “En güzel örnek” olarak önerilen (Ahzab-21) peygamberimizi takip (sünnet) iddiasında olanlar da emin olan peygamberimiz gibi emin bir kişiliği kuşanarak kendilerini vahiyle donatılarını sağlamak ve Kur’an-ı Kerimle rehabilite olmak zorundadırlar.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
1) Ey! ağır yük yüklenen. 2-Kalk gecenin her hangi bir vaktinde 3- Gecenin yarısında kalk yahut yarısından biraz eksilt. 4- Veya bunu artır ve sinire sindire Kur’an oku. 5- Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz indireceğiz. 6- Çünkü gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır. 7- Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır. 8- Rabbinin adını an ve bütün gönlünle ona yönel.

Vahyi yüklenmek, sorumluluğu zirveye çıkaran gerçekten ağır ve o kadar da onurlu bir yüktür. Yüce Rabbimiz âlemlere rahmet/müjdeci/uyarıcı (Enbiya-107, Sebe-28) olarak görevlendirdiği elçisini, bu surenin ilk bölümünde “gece eğitimine” tabi tutarak ona inzal ettiği alak ve kalem suresini (her ne kadar ezberinde olsa da) gecenin her hangi bir diliminde kaldırarak ayetleri sindire sindire okumasını istemektedir.

Elçinin gecenin bir vaktinde, tatlı uykuyu terk ederek fedakârlık yapması, kendisine vahyedilecek (ağır yük) diğer surelere karşı mukavemetini artıracağı gibi “imani ve zihinsel performansını” sağlamlaştıracaktır. Zira tatlı uykunun bölünerek feda edilmeyerek “tembellik edilmeden az uyunması” (Zariyat-17) diğer fedakârlıklara karşı direnci zayıflatabilecektir. Yani tatlı uykuyu bölmeyerek uykudan vazgeçmeyenler, diğer buyrukları (infak, tebliğ, cihat. vd.) yapacak cesareti ve enerjiyi kendilerinde bulamayacaklardır. Bu nedenle “kişiye nefis terbiyesi işlevi de sağlayan ve kişilerin tek başına yapması gereken gece eğitimi” şartları uygun olanlar için inkılabı tebliğ projesinin olmazsa olmaz koşullarındandır.

Gündüz vaktinin insanlar geçimini temin etmek ve bu arada tebliğ yapmak için zaman harcadıklarından kişinin vahye konsantre olma özelliğini azaltacaktır. Gece vakti ise (gece çalışmak zorunda olanlar hariç) dinlenme zamanı (Furkan-47) olduğundan genelde rızık temin edilmediği için bir miktar uyuyup kalkmak, “insanı vahyin derinliğini tamamen idrak etmede daha hassas kılacağından” (gece kalkışı dış etkileri en aza indiğinden algılama daha sağlam olacağından) rabbimiz böyle bir kalkışı emretmektedir.

İlahi evrensel mesaja iman edenlerin yapması gereken şey ise bir miktar uyuduktan sonra gecenin bir vakti kalkarak imani ve itikadi rehabilite eğitimini vahiyle sağlayarak, peygamberimize ve onun ümmetine de bu bölümde önerilmektedir. Peygambere iman eden şahsiyetler gecenin herhangi bir bölümünde tatlı uykuyu bölüp Kur’an-ı Kerim okumaları gerektiği, yarının bir gece önceden planlanarak, (Allah (cc) müsaade ederse, denilerek Kehf 23-24) yapılacak davet çalışmalarına hazırlıklı olması gerektiği vurgulanmaktadır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
9- O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka tanrı yoktur. O halde yalnız O`nu vekil tut. 10- Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl. 11- O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver. 12- Zira bizim yanımızda bukağılar var, bir cehennem var. 13- Boğaza duran bir yiyecek, elem verici bir azap var. 14. O gün yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir kum yığınına dönecek.
 
İlk iki surede bahsedilen, kişiliği küfürle örülmüş zevk ve sefa sahibi yalanlayıcılar hakkında bu bölümde de bahsedilerek, bu güruhun hakaretlerine ve baskılarına karşı elçinin, direncini kaybetmeden onların bu tavrına karşı güzellikle onlardan ayrılması istenmektedir. Kâinatın tümünün (doğunun, batının ve ya her yönün) Rabbi olan Allah’ın (cc) vekil tutulması gerektiği ifade edilirken, mal, mülk ve evlatların (ekonomik ve askeri güç) kendilerini şımartmış olanların bu gücünün, kendilerine cehennemdeki ceza karşısında hiçbir fayda sağlamayacağı ve bu davranışlarından vazgeçmeleri için onlara bir süre mühlet verilmesi istenmektedir. Süre verilmesi demek onların sana yaptığı hakaretlere aynıyla karşılık verilmemesi demekle birlikte “onların üzerine zorlayıcı da olma” da demektir. (Kaf-45)

Yüce Allah (cc) kendisinden başka hiç bir ilah (=en çok sevilen en çok korkulan, kendisine ibadet edilen, ceza ve mükâfat vermeye yetkili tek merci, mutlak otorite olan), olmadığını belirtirken kıyametin bir gün kopacağı ve o görkemli ve ihtişamlı dağların, o görkemi ve ihtişamı yok edilerek kum yığınına dönüşeceği, küfrü, kişilik olarak benimseyen kodamanlara kinaye olarak anlatılmaktadır.

Mal ve mülkün şımarttığı, kişiliği kirlenmiş kodamanlar/baronlar bu davranışlarına ölüm gelip çatmadan son vermemeleri durumunda, cehennemle cezalandırılacak ve orada onlara asla iyi davranılmayacaktır. Onlara yiyecek ve içecek olarak tiksindirici yiyecek ve içecek dışında başka bir yiyecek ve içecek verilmeyeceği gibi normal bir yiyecek ve içeceğin (cennetteki) onlara verilmesinin kâfirlere haram olduğu da (Araf-50) ihtar edilmektedir.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
15. Doğrusu biz size tanıklık edecek bir elçi gönderdik. Nitekim Firavuna da bir elçi göndermiştik. 16. Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık. 17. Peki inkâr ederseniz, çocukları ihtiyarlatacak o günden (kıyamet gününden) kendinizi nasıl kurtaracaksınız? 18. O günün dehşetinden gök yarılır. Allah`ın sözü kesinlikle gerçekleşmiştir. 19. İşte bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbinin yolunda yürür.

Her elçi ve şahitler/şehitler kendi toplumu için tanıklık/şefaat edeceklerdir. (Zümer-69) Peygamber ve şahitlerin, içlerinde yaşadığı insanlar hakkındaki yapacakları analiz dost doğru olacağı kuşkusuzdur. Yani bir kimse küfürle hem hal olmuşsa küfrüne ne kadar mazeret ileri sürse de ört bas edemeyecektir. (Kıyamet 13-15)

Zulmünde sınır tanımayan, kendisini ilah ve en yüce rab olarak tebaasına dayatan (Naziat-24, Kasas38) Firavunun ve onun temsil ettiği beşeri sistemi değiştirerek, insan fıtratıyla uyumlu dinin (İslam) geçerli olması için Hz. Musa’ya karşı çıkmaması istenmektedir. Firavunun elçiye karşı çıkarak ona itaat etmemesinin cezasını birçok belaların ardından kâfir olarak askerleri ile beraber boğularak yok edilmiştir.

İlahi olmayan tüm batıl rejimlerin tapıcılarını, Rabbimiz merhameti gereği kendisine kulluğa davet ederek, kıyametin o dehşetli gününe karşı uyarmaktadır. Dönemim süper güçlerinden olan Mısır devletinin kıralı Firavun, elçiye karşı gelerek ona tabi olmayışının bedelini, dünyada feci bir şekilde cezalandırılmakla kalmayıp kıyamet günü cehennemde de sürekli ceza görecektir. (Mü’min-46)

Vahyin ilklerinden olan bu surede, süper güç konumundaki Firavunun başkanlığındaki Mısır Krallığının dile getirilmesi, peygamberimize ve onun takipçilerine bir uyarı niteliği taşımaktadır. Şöyle ki eğer toplumlar, vahiyle donanıp vahiyle donanları iktidar yapmadıkları takdirde Firavun ve ordusunun başına gelen acı son gibi acı sonla yüz yüze gelebileceği ihtar edilmektedir. Ayrıca Müslümanların karşısında bu kadar güçlü bir devlette olsa onlara ancak ilahi mesajı (demokrasi ile sosyalizm vd ile değil) ileterek davet yapılması istenmektedir. Bu girişim, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kazanan ancak mü’minler olacaktır. (Ali İmran-139) Kısaca ilahi metodun dışında hiçbir metodun/usulün Allah (cc) indinde bir meşruiyeti yoktur. Batıl davayla girişilen ıslah hareketinin, İlahi usulün dışında olması nedeniyle Müslümanın yapacağı bir iş değildir.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
20-Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur’an’dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah`ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacaktır. Onun için Kur’an’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekâtı verin ve Allah`a güzel bir borç verin Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah`tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

Gece eğitimini sıkı bir şekilde gerçekleştiren peygamberimiz gibi sahabeden bir topluluğunda bu ibadeti gerçekleştirdiği dile getirilmiştir. Ancak bu ibadetin hakkıyla yerine getiremeyen Müslümanların af talebine karşı Rabbimiz bir kolaylık getirmiş ve Kurandan kolaya gelen ayetlerin okunmasında bir sakınca görmemiştir. Bizlere ulaşan hadislere göre peygamberimiz Kur’an-I Kerim okuma eylemini namazla yani gece namazı ya da teheccüd namazı şeklinde yerine getirmiş olduğudur. Peygamberimizin ilk olarak on bir rekât olarak kıldığı gece namazını, ilerleyen yaşlarında yedi rekâta kadar düşürdüğü nakledilmektedir.

Gece Kur’an-ı Kerim okunması, vakitleri belirlenerek kılınması farz olan namazın ede edilmesi (Nisa-103) ve zekâtın verilmesi, Rabbimiz indinde kendisine verilen bir borç olarak değerlendirmiş olması, mü’minler için sınırsız bir lütuftur. Çünkü her şeyi insana cömertçe sunan Allah’tır. (cc) İnsanı yaratarak ona her şeyi Kendisinin lütfettiği şeylerden bir miktarını O’nun dilediği gibi kullanmayı Kendisine verilen bir borç olarak değerlendirmesi, gerçekten mü’min için çok büyük bir kazançtır.

Müzzemmil suresinin bu son ayeti, içeriği bakımından Medeni özellikler taşımaktadır. Zira savaşın (kıtal) olması için devlete ya da Medine gibi bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Zekâtta (=vergi) devlete verilmektedir. Yani devlet varsa ancak zekât var denilmekte ve verilmesi de farz kılınmaktadır. Mekki olan bu surenin indiği dönemde, devlet namına bir oluşum yoktu. Bu bakımdan bu ayet medeni özellik taşımaktadır.

Günümüzde kırkta bir olarak (yüzde iki buçuk) dillendirilen zekâtın (=verginin) günümüzde yıllık veya aylık gelirin neredeyse üçte biri, dolaylı veya dolaysız olarak (yüzde otuz üç) alınmaktadır. Bu nedenle devlete vergisini ödeyen bir Müslümanın ayrıca zekât vermesi gerekmez. “İhtiyaç sahibi olduğu tespit edilen” (sadakayı suiistimal edenlerin fazlaca varlığı nedeniyle) kişi ya da kişilere İnfak etmek ya da sadaka vermek, Müslümanın üzerine bir borç olduğu da unutulmamalıdır. (Zariyat-19, İnsan 7-10)

Vesselam.

Abdulkerim ULUDOĞAN