TANIKLARIN DİLİNDEN YAKIN TARİHİN KARANLIK SAYFALARI-1
Mehmet Baran / Doğruhaber
Katliam bölgelerini dolaştıkça, katliam alanının ne kadar geniş olduğunu ve şimdiye kadar öğrendiklerimizin sadece buzdağının görünen kısmından başka bir şey olmadığına kanaat getirdik. Öğrendiklerimizin özetini tanıkların dilinden sizinle paylaşmak istedik. Öğrendiklerimizin özetini diyoruz, zira anlatılanlar çok fazla ve tüyler ürperten dramatik sahnelerle dolu. Hepsini tanıklarından duyduğumuz gibi buraya aktarmaya çalışırsak gazete sütunlarına sığmaz. Bu konuda araştırmalarımız devam edecek inşaallah. Konuyla ilgili bir bildiği olan varsa bize ulaşıp katkıda bulunması temennimizdir. Gücümüzün yettiği kadarıyla katliam bölgelerine ziyaretlerimiz devam edecektir.
“Alay mıydı, tabur muydu? Tam olarak bilmiyorum. İkisinden bir birlik askerdi. Evimizin önünden gelip geçti.(Genç- Darahini ilçesinin Ğarip Köyü) Ben 13-14 yaşlarındaydım. Evimizin önünde, bahçemizin yanı başında bir su kuyumuz vardı. Anneme “Su çek ver Efendiye ulaştırayım, vereyim” dedim. Annem suyu kuyudan çekip bana verdi. Şeyh Sait Efendiye su ulaştırabilme şevkiyle su bakracımı alıp ona doğru yürüdüm. Efendi beyaz bir atın üzerindeydi. Ayakları atın karnı altında sıkıca birbirine bağlanmıştı. Elleri karnının üstünde birbirinin üzerine konup bağlanmıştı. Beyaz sakalı göğsünün üstünde yayılmış ve başı öne eğik duruyordu. Uzun boylu, esmer tenliydi. Üstünde kahverengi bir aba vardı, önü işlemeliydi.
Elimdeki su kabıyla Efendiye doğru ilerlerken bir asker yolumu keserek elimdeki su kabını aldı. İlk başta “Boyum yetişmez diye suyu benden aldı, kendisi Efendiye ulaştıracak” diye düşündüm. Ancak asker kabın içindeki suyu yere döktü ve kabımızı öfkeyle uzağa fırlatıp kırdı. Annem askere laf söyledi. Ben anneme “Sus, vallahi seni de götürürler” deyip onu susturdum. Bereket ki, kalabalıktan annemin sesi askere gitmemişti. Alay süvari birliği eşliğinde Şeyh Sait Efendi esir alınmış halde Diyarbakır’a doğru yola devam ederken, biz de arkadan bağrı yanık, umutları tükenmiş bir halde çaresiz bakadurduk” diyordu Bingöl Genç (Darahini) Ğarip Köyünden yaşı yüzün üstünde olan Ali oğlu Hüsnü Kartali Dayı.
“Efendi hiç gözlerimin önünden gitmez oldu o günden sonra. İlerleyen zamanda yolum Diyarbakır’a düşünce Şükrü isminde bir kirvem bana “Seni Efendi ve arkadaşlarının asıldığı yere götüreceğim” dedi ve götürdü. Efendi ve arkadaşlarının asıldığı yerde içki fabrikasını yapmışlardı. Oralarda dolaştıkça Efendinin hatırası zihnimde canlandı. Çok üzülmüş ve mahzun bir halde dışarı çıktmıştım. Mahzun halimi gören kirvem, “üzülme” dedi bana. “Bizim Zâzalar Efendinin cenazesini çaldılar, ama nereye götürüp gömdüklerini bilmiyorum.” dedi. Bu bana teselli oldu.”
Bu bölgenin insanı çok çekti. Kimsenin fazla okumuşluğu yoktu. Babamla Diyarbakır’a gitmiştik. Ben bir ihtiyaç için babamın bulunduğu yerden ayrılmıştım. Dönünce yol arkadaşımızdan babamın polisler tarafından götürüldüğünü duydum. Hangi suçtan götürüldü? diye sorduğumda, Kürtçe konuştuğu için denildi. Babamı aramaya koyuldum. Karakolda komiseri buldum. Babamın borcu ne kadar diye sordum. Yirmi beş kuruştur, dedi. Al yirmi beş kuruşu, şimdi babamı götürebilir miyim? dedim. Sen Türkçe biliyorsun baban niye Türkçe bilmiyor? diye sorunca, ben babamı almaya geldim imtihan olmaya değil diye tepki gösterdim ve babamı yanıma alarak çıktım…
Hüsnü dayı başından geçen ibretlik hayat hikâyelerini anlatmaya devam etsin, biz; Şeyh Said Efendinin asılmasından sonra bölgede yapılan katliamlara dönelim:
BİNGÖL-GENÇ’E BAĞLI ŞEMSAN (YAĞIZCA) KÖYÜ
Şemsan (Yağızca) Köyü, Yüksekçe bir tepenin güneye bakan yüzünde kurulmuş olan bu köy yakın tarihin eşi görülmemiş vahşet sahnelerine tanıklık etmiş olan köylerden sadece bir tanesidir. Darahini (Genç) köylerinden olan bu köyde fazla düzlük alan bulunmamaktadır. Evler tepeden yer oyularak yapılmıştır. Yerden fışkıran hayat kaynağı suları insanları buraya bağlayan unsurların başında gelmektedir.
Toplu katliam talimatıyla bölgeye, Şeyh Sait Efendinin asılması akabinde yayılan askerler, Şemsan’a erken varmışlardı. Asker ismini duyan herkes çoluk-çocuk evlerini terk edip dağlara kaçmışlardı. Ancak Ahmet isminde (Nadir Oğlu) köylü: “Benim askere bir zararım dokunmamıştır. Herhalde onlar da bana zarar vermezler” deyip aile efradıyla birlikte köyden ayrılmamaya karar verir. Ancak hiç de düşündüğü gibi olmadı. Köye saldıran askerler Ahmet ve aile halkıyla birlikte tam dokuz kişiyi samanlığa doldurarak diri diri ateşe veriyorlar. Samanlığın etrafında nöbete duran askerler, hemcinslerinin feryad-u figanları eşliğinde süngü takılı silahlarıyla hazır vaziyette durmukta, alevlerden kaçabilenleri tekrar ateşin acımasız kucağına atmak için beklemektedirler. Ta ki ses ve çığlıklar bitinceye ve yanan, pişen insanların etleri çevrede ağır bir koku oluşturuncaya kadar duran askerler, bir zamanlar bu bölgede benzeri katliamlar yapan Rus veya Ermeni askerleri değil, bu ülkenin askerleri ve bu insanlar da ülkenin insanları suçsuz günahsız çoluk-çocuk…
Bu meselenin şu anki dramatik yönü, o ateşten daha çok yürekleri dağlamaktadır. Dokuz kişilik bir aile, ölümlerin en ağır şekliyle, yakılarak öldürülmüştür, onların bir dikili taşları bile yoktur. Köyde bu yok edilen ailenin akrabalarına ulaşamadık. Tepede kurulu köyde bir metrekarelik dahi olsa düzlüğün değeri fazla olur. Dokuz cana korkunç bir şekilde mezar olan samanlığın yeri düzlük olunca, kemikleri buradan toplatılmış işe yaramayan bir yokuşta bir metrekarelik bir yerde gömülerek üzerine de üç-dört çalı-çırpı atılmıştır. Yakıldıkları yer de bahçe olarak kullanılmaktadır.
Daha failleri, tanıkları yaşayan bir tarihin kesit kokusu burunlarımızın direğini kırarken ibretle bu manzarayı görmüş olduk. Günahsız kadın çocuk dokuz kişi yok ediliyor, en yakınındaki kişi, kendi köylüsü ki dağa kaçmamış olsaydı aynı akıbete uğrayacağı kesin olanlar tarafından, bu katliam hatıratı yok edilmektedir… İnşaallah sahiplenen çıkar da bir duvar örülür, yok edilen bu aile fertlerinin isimlerinin üzerinde yazıldığı bir levha asılır. Böylece bu korkunç katliamın hatıratı yaşatılarak bir zamanların zulmünün vesikası olarak tarih olur.
Şemsan Köyünden Yusuf isminde bir kişi çift sürerken “Asker geldi dağlara kaçalım” diye bağrışan köylülere “Benim oğlum askerdir, beni öldürmezler” deyip işine devam eder. Askerler onu yakalayınca bir süre yanlarında götürürler ve başını keserek, öldürürler…
Şemsan Köyünde bir başka katliam tanığı, yüz beş yaşlarında bulunan Selim’in kızı Sâriye teyzenin yüzünde katliamın acımasız izleri okunuyordu. İlerleyen yaşından dolayı zor konuşuyordu. Gözlerinin önünde süngülenen küçük çocukların dışarı sarkmış bağırsaklarıyla nasıl oynadıklarını, memeleri kesilen kadınların ve hamile kadınların çocukları, süngü darbeleriyle karınlarından nasıl dışarı fırladıklarını, bu köyde tutuldukları işkence evinde müşahede ettiğini ağlaya ağlaya anlatıyordu. Son anda gelen emirle nasıl bu vahşetten sağ kurtulduğunu anlattıkça ve öldürülen yakın akrabalarını hatırladıkça laflar boğazında düğümleniyor sesi titriyordu. “O zaman ben çocuk yaştaydım. Hasan ve Mahmut isminde iki amcam vardı. İkisinin de hanımının ismi Fatma idi. Her iki yengemi de yakalamışlardı. Onların göğüslerini kesip kaburgalarından balık gibi ikiye böldüler, kollarını, ayaklarını kestiler. Bu vahşetin izlerini kapatmak için cesetleri yakıyorlardı. Onları da yakacaklardı ,son anda gelen haberle yakma emri kaldırıldı ve biz sağ kalanlar da öldürülmekten, yakılmaktan böylece son anda kurtulmuş olduk. Benim kundakta bir kardeşim vardı. Annem asker haberini alınca beni ve kundaktaki bebeğini bırakıp dağlara kaçmıştı. Kaçmamış olsaydı yengelerimin uğramış olduğu akıbete uğrardı. Hasan ismindeki amcamın kafasını kesmişlerdi. Asker köyü terk edince uzun bir süre amcamın kafasını aradık bulamadık…”
Şemsan Köyünde ailesinden katliamda kurban veren bir başka kişi de 1938 doğumlu Hacı Kamil oğlu Hacı Hüseyin’dir. Olayları babasından defalarca duyup hafızasına kaydetmiş: “Babamdan duyduğuma göre bizim köyde 27 kişiyi samanlığa doldurup yakmışlar. Dedemi ensesinden kurşunlayarak öldürmüşler. Ninemi ise süngüleyerek öldürmüşler. O zamanlar az mı zulüm yapıldı? Kur’an-ı Kerim bulundurmak suçtu. Kur’an-ı Kerimleri korkudan yere gömerdik. Sarık takmak, Arapça ezan okumak suçtu. Bunlar için nice insanlar farklı şekillerde cezalandırıldı. İnsanlar akıl almaz bir şekilde sindirildi…”
Şemsan Köyünün yakın komşusu Görnoz ( Kepçeli) Köyündeyiz. Soruyoruz Şemsan Köyünde yapılan katliamları. Kimsenin doğru dürüst bilmediğini müşahede ediyoruz. Yakın bir tarih, yürek burkan katliamlar, insanlık tarihinin en acı verici sayfası, devletin demir yumruğuyla sindirilmiş bir nesil ki, yanı başındaki katliamları öğrenme cesaretini bile ellerinden alınmış durumda. Kendi akrabalarının başına gelenleri bile anlatmaktan çekinecek kadar sindirilmiş bir halk…
Canlı tanıkları yaşayan bir tarihin vahşetinden örnek vermeye çalıştık çok uzak bir tarihten, Hacac-ı Zalimin yaptıklarından değil. İsteyen bir araştırmacının istediği anda elinin ulaşabileceği bir yerden ve tarihi gerçekten söz ediyoruz.
Devam edecek
“Şeyh Said Kıyamın’daki İhanetlerin Bedeli” Yazı Dizimizle İlgili Açıklama
Yazı dizimizle ilgili Hacı Musa Bey’in torunu Saim Bey, Hüseyin Paşa’nın torunu Zeynelabidin Bey ve Mahmut Bey’in torunu bizleri aradılar, bazı itirazlarını ifade ettiler. Hassasiyetleri için hepsinden Allah (cc) razı olsun.
Öncelikle şunu ifade edelim ki bu yazı dizisi, çok titiz bir “Mukayeseli Tarih Araştırması” ürünüdür. Konuyla ilgili sol, dindar kesimlerin görüşleri ve devletin resmi bakışını temsil eden kişilerin yazdıkları sıkıca incelenmiş, ondan bir kanaate ulaşılmıştır. Sadece Mahmut Bey hakkında yeteri kadar kaynak yoktu. Bundan dolayı ilgili kaynağa duyulan güven üzerinden hareket edilmiştir.
Hacı Musa Bey ve Kör Hüseyin Paşa gibi Kıyam öncesi kahramanların hizmetleri asla inkar edilemez. Yazıda Hacı Musa Bey’e ihanetin yakıştırılmadığı vurgulanmış, Kör Hüseyin Paşa ise Şeyh Said’in ağabeyi Şeyh Bahauddin’le aynı kategoride ele alınmıştır.
Şüphesiz ki tarih ibret alınması için anlatılır. Rabbimize hesap verme endişesiyle o insanlarla ilgili en net ve en çok ibret alınacak doğruları vermeye özen gösterdik. Amacımız onları anlatmak değil, onların başına gelenlerden ders almaktır.
Bu araştırmanın ailelerle görüşme yanı koşullar gereği eksik kaldı, ayrıca ailelerin büyüklerine karşı merhametinin tarihle çelişebileceği endişesi böyle bir tercihe bizi sevk etti.
Rabbimiz fırsat verirse ve bizi arayan kardeşler bize yardımcı olurlarsa bu Kıyam öncesi kahramanların ibret alınacak farklı yönleriyle ilgili gelecekte bir çalışma yapma imkanımız olur.