Yıllarca ilme-bilime ev sahipliği yapmış bu yuvaların, günümüzde evlatları tarafından terkedilmiş bir anne gibi yalnız bırakıldığını gördüğümüzde içimiz acıyor. Kürt medreselerinden bazılarını ayakta görmek ise bir nebze olsun yaramızı hafifletiyor.
Medreselerin Doğuşu, Kaynağı:
Hz. Cebrail (AS) Hira mağarasına geldiğinde bu dinin esas dayanağını beraberinde getirmişti: İkra/Oku! Peygamber ve O’nun vasıtasıyla tüm ümmete ilim tavsiye ediliyordu. İlk emri oku olan bu din, elbette ki ilme çok önem verecekti. Nitekim öyle de oldu. Tarih boyunca Müslüman bilim adamları insanlığa hizmet ettiler.
Hz. Peygamber, kendisine vahiy indikten çok kısa bir süre sonra Hz. Erkam’ın evini karargâh edinmişti. Kanaatimce Medrese geleneğini buradan başlatmak icap ediyor. Çünkü Peygamber burada talebelerini eğitiyor, yepyeni bir dünya için temel dinamikleri oluşturuyordu. Tabi burayı bugünkü anladığımız bir medrese profilinde hayal etmemek lazım. O günün şartları, daha çok dava adamı yetiştirmeyi gerektiriyordu.
Mekke’den Medine’ye hicretten sonra yeni bir kurum çıktı ortaya: Suffa. Daha çok bekâr ve evsiz Müslümanların kaldığı bir yer olan Suffa, ilk dönem eğitim kurumlarımızdandır. Burada kalanlar daha çok yetişkin, genç müminlerdi. Bütün uğraşları, Peygamber’den öğrendiklerini yaşamak ve yaymaktı. Selman-ı Fârisi, Ebû Hureyre gibi sahabeler hep burada yetiştiler. Burada kalanların masrafları, zenginler tarafından karşılanıyordu. Bu örnek davranış daha sonra kurulacak olan medreseler için vakıfların oluşturulmasına da örneklik teşkil etti. Güç yetirebilenler ise çölde bayırda topladıkları çalı çırpıları satarak ilimle uğraşmadıkları anlarda kendi geçimlerini kendileri sağlamaya çalışmışlar.
Burada kalanlara inen Kur`an ayetleri öğretildiği gibi Hz. Resulullah (s.a.v)’ın hadisleri de yapabilenler yazıyor diğerleri ise hıfzediyordu. Ayrıca okuma yazma bilen sahabeler bu bilgiden mahrum olan sahabelere okuma yazma da öğretiyorlardı.
Asrısaadette eğitim o kadar çok önemliydi ki Bedir Savaşı sonrasında esir edilen müşrikler, okuma-yazma işinde görevlendirildiler. Buna karşılık özgür olacaklardı. Buna göre her esir, on kişiye okuma-yazma öğretecekti.
Asr-ı saadetten sonraki dönemlerde de alimler camileri bir eğitim yuvası olarak kullanmaya devam ettiler. Örneğin İmam Şafii, İmam Malik’ten ders alabilmek için Medine valisini de yanına alıp İmam Malik’in kapısına dayanınca İmam Malik’in cariyesi onlara şöyle cevap veriyor; “Sahibim diyor ki; Eğer hadis öğrenmeye gelmişlerse onun ders günü ve saati bellidir. O vakitte camiye gelirler ve isteklerine kavuşurlar, eğer fıkıh veya tefsir için gelmişlerse aynı şekilde bunların ders saatleri ve günleri bellidir. O vakitlerde gelsinler.” Bu gelenek Mekke’de böyle olduğu gibi Medine ve Kufe’de de böyledir.
Medrese Öncesi Eğitim:
Suffa’daki eğitim, Mescid-i Nebevi’den ayrı olarak düşünülemez. Bu durum daha sonraki Müslümanlar için de örnek teşkil etmiş, camilerin eğitim yeri olarak değerlendirilmelerine vesile olmuştur. İslam coğrafyasında birçok cami, eğitim yuvası oldu. Mısır’daki Amr ve Ezher Camisi, Şam Emeviye Camisi ve Bağdat Mansur Camisi bunlara örnek olarak sayılabilir.
Müslümanların eğitildiği yerlerden biri de Küttaplardır. Medreselerden önce var oldukları gibi mevcudiyetlerini medreselerden sonra da devam ettirdiler. Daha çok okuma-yazma öğretiminin verildiği yerler olan mektep görevini yerine getiren Küttaplar, sonraları çocukların medrese öncesi eğitimini teşkil edecek şekilde bir müfredat geliştirdiler.
Medrese öncesi eğitim kurumları olarak en son Beytu’l Hikme’ye de değinmek gerekiyor. Hicri 2. asrın sonlarında kurulan ve fen ilimlerinin okunduğu eğitim kurumlarıdır. Musul Daru’l İlim’i, Kahire Daru’l Hikmesi gibi ilim merkezleri örnek olarak sıralanabilir. Harun Reşid tarafından kurulan bu kurumlar, onun oğlu Memun zamanında gelişmiş, bünyelerinde rasathaneler ve kütüphaneler kurulmuştur.
Medreseler:
Arapçada “derese” fiil kökünden gelen medrese kelimesi, içinde ders okutulan yer olarak anlamlandırılabilir. Genel olarak sıbyan mektebinin üstünde eğitim yapılan orta ve yüksek eğitim kurumlarının genel adıdır. Medresede ders veren hocaya ‘müderris’, onun yardımcısına da ‘muid’ adı verilmiştir. Buralarda dini eğitimin yanı sıra tıp, matematik, astronomi gibi fenni bilimler de okutulurdu.
İlk defa nerde ve ne zaman kuruldukları hakkında bir şey söylemek, gayr-i ilmi bir görüş olur. Ancak medreselerin İslam Dünyası’nın farklı ülkelerinde farklı zaman ve şartlarda bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Bir de şu gerçek var ki medreseler camilerden bağımsız düşünülemez. Yukarıda da bahsedildiği üzere ilk etapta camide sürdürülen eğitim öğretim faaliyeti, daha sonra caminin yakınlarına taşınmıştır.
Ders programlarının artması, ilimlerin belli bir düzen içerisinde okutulması gerektiği hususu ve camilerde gürültüye sebep olunması gibi etkenler cami ve medreselerin birbirinden ayrılması sonucunu doğurmuştur. İlk medreselerin nerede açıldığı tam olarak bilinmemekte ise de bu eğitim yuvalarının kurumsallaşmasında Selçukluların hakkını teslim etmek gerekiyor.
Nizamiye Medreseleri:
Nizamiye medreseleri bildiğimiz manada bağımsız bir kurum olarak sistematik bir şekilde devletin denetimi ve desteği ile eğitim veren İslam âleminin ilk örneklerini teşkil ediyorlar demek yanlış bir bilgi olmaz.
Selçuklularda ilk medrese devletin de kurucusu olan Tuğrul Bey tarafından 1046’da Nişabur’da kuruldu. Sultan Alparslan ve Melikşah’ın vezirliğini yapmış olan meşhur vezir Nizam’ül Mülk tarafından Bağdat’ta bir medrese inşa ettirilmiştir. Nizamiye medreseleri olarak anılan bu eğitim kurumları zamanla yaygınlaşıp Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra, Merv, Taberistan ve Musul gibi merkezlerde de kuruldu. Bütün bu medreselerin baş müderrisi, İmam-ı Gazali idi.
Medreselerin Yayılması:
Selçukluların açtığı bu çığır, diğer Müslüman memleketlere de örneklik teşkil ederek bir bir medreselerin açılmasına vesile oldu. 1234 yılında Abbasi Halifesi el-Mustansır, dört mezhebe uygun el-Mustansiriyye Medresesi’ni kurdu. Ayrıca Musul ve Şam civarlarında Nureddin Zengi, Endülüs’te de Emeviler tarafından medreseler kuruldu. Selçuklulardan en çok etkilenen ve hatta onlarla aynı soya mensup olan Anadolu Selçukluları, medreselerini de onlardan etkilenerek açtılar. Anadolu’da bilinen en eski medrese Kayseri’deki Şifahiye Tıp Medresesidir. II. Kılıç Arslan’ın kızı Gevher Nesibe Hatun’un vasiyeti üzerine ağabeyi I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1193 yılında yaptırılmıştır. Anadolu’da 1308 yılına kadar 135 medresenin var olduğu, genel bir kabul görmektedir.
Ayrıca Anadolu’da bazı medreselerin ihtisaslaşıp sadece bir dal hususunda kendisini geliştirdiği de gözlenmiştir. Örneğin; Konya’da halen ayakta olan İnce Minareli Medrese’de Hadis, yine Konya’da Sırçalı Medrese’de Fıkıh, Kayseri’de Çifte Medresenin birinde Tıp, Kırşehir ve Kütahya medreselerinde Hey’et ve Nücum dersleri okutuluyordu.
Medreselere hizmetleri geçenlerin arasında Selahaddin Eyyubi’nin mümtaz bir yeri bulunmaktadır. Nitekim Nizamü’l Mülk’ten sonra en fazla medrese Eyyubiler tarafından yaptırılmıştır. Bu durum sadece kendisinin zamanı ile sınırlı kalmamış, halefleri tarafından da epey medrese inşa ettirilmiştir.
Ezher Medresesi:
Ezher medresesi, kuruluşundan daha ziyade Salahaddin Eyyubi devrinde hem Ezher’in hem de bu bağlamda kurulan diğer medreselerin Hadis dalında ihtisas yaptıran medreselere dönüştürülmesi ile medrese tarihinde önemli bir çığır açmış olması onu önemli medreseler arasına katmıştır. Bu açılımın semeresi olarak Hacerü’l-Askalani, İmam Nevevi ve diğer önemli hadis şarihleri İslam ümmetine kazandırılmışlardır. Bu âlimlerin İslam kültür külliyatına kazandırdıkları kaynak eserlerden dün olduğu gibi bugün de istifade edilmektedir ve yarın da bunlardan istifade edilmeye devam edilecektir. Maalesef aradan geçen bu kadar zamana rağmen bunlara henüz bir ekleme yapılabilmiş değildir.
Osmanlı Medreseleri:
Osmanlıların da temel eğitim kurumları medreselerdir. İlk Osmanlı medresesi, İznik’te 1330-1331 yılında Orhan Gazi tarafından kurulmuş olan Orhan Gazi Medresesi’dir. Bu medresenin ilk müderrisleri Şerefüddin Davud-ı Kayseri ve Tacüddin-i Kürdi idi. Ayrıca yine Orhan Gazi tarafından Bursa’nın fethinden sonra burada bir medrese yapılmış ve bir kilise de medreseye çevrilmiştir. Daha sonra Murat Hüdavendigar, Bursa Çekirge’de bir medrese yaptırmıştır.
Bu şekilde padişahlar ve bürokrat kesim tarafından yaptırılan medreseler Osmanlı’da gelişme göstererek özellikle Fatih Sultan Mehmet zamanında bir sistem üzerine oturtulmuştur. İstanbul’un fethinden sonra Sultan Mehmet tarafından 1463 yılında başlanıp 1471 yılında bitirilen bir külliye yapılmıştır. Sahn-ı Seman Medresesi denilen bu külliye, büyük bir müştemilattan oluşuyordu. Osmanlı medrese sisteminde ikinci gelişme Kanuni Sultan Süleyman zamanında oldu. Kanuni, ordunun sağlık ve teknik elemanlar gibi ihtiyaçları için Tıp Medresesi, Dar’üş Şifa ve Riyazat öğretimine mahsus medreseler açtı. Ayrıca hadis alanında yüksek lisans düzeyinde Dar’ul Hadis’ler de açtı.
Kapatılışları:
Bu kadar muhteşem geçmişleri olan medreseler, maalesef bir dönem sonra Batılılaşma sürecinin kurbanı oldular. Bu gerileme, aslında daha 16. yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştı. Her ne kadar ferman ve nizamnamelerle durum düzeltilmeye çalışılsa da sorun çözülmedi. En son Osmanlı enkazı üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, 03.03.1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun birinci maddesi olan “Türkiye dâhilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâleti’ne merbuttur” ifadesi ile medreseleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlamıştır. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Vasıf Bey tarafından 13.03.1924 tarihli bir genelge ile de medreseler kapatılmıştır. Yani medreseler kanun ile değil bir genelge ile kapatılmışlardır. Çünkü kanun kapatılmaktan bahsetmiyor. Sadece medreseleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıyor. Milli Eğitim Bakanı da kendisine bağlanan medreseleri sadece kendisinin imzaladığı bir genelge ile kapatıyor. İş bu kadar basit yani!
Yeni kurulan mektepler, medrese geleneğinden beslenmediği ve köksüz olduğu için bugüne kadar sağlıklı bir eğitim politikası oturtulamadı. Bu arada geçen nesillerin hepsi kurban verildi. Zaten üniversiteleri de medreselere alternatif olarak getirdiklerinden dolayı medreselerden herhangi bir gelenek de almadılar. Oysaki kurumları, gelenekler yaşatır. Geleneği olan üniversiteler ise daha çok ideolojik saplantıların yeri oldular.
Mehmet Emin Özmen / İnzar Dergisi - Temmuz 2013
İlim Yuvaları Medreseler
Yıllarca ilme-bilime ev sahipliği yapmış bu yuvaların, günümüzde evlatları tarafından terkedilmiş bir anne gibi yalnız bırakıldığını gördüğümüzde içimiz acıyor. Kürt medreselerinden bazılarını ayakta görmek ise bir nebze olsun yaramızı hafifletiyor.
29.07.2013 14:30:00 / İlim & İrfan