Ruanda Soykırımı'nın yıl dönümü vesilesiyle açıklamalarda bulunan Bigo, sırasıyla Almanya, Belçika ve Fransa sömürgesi olan Ruanda'nın önceleri krallıkla yönetildiğini, yönetimde genellikle Tutsilerin söz sahibi olduğunu söyledi.

Diğer yandan Hutuların farklı bir etnisite olmadığına işaret eden Bigo, yapılan işe, yaşam tarzına göre gruplar arasında geçiş olduğunu kaydetti.

Andre Bigo, sömürgecilerin Tutsi-Hutu ayrımını etnik bir ayrım olarak okuyarak, elitleri Tutsi olarak kabul ettiklerini ve onları desteklediklerini vurguladı.

Tutsilerin kaçışı 1959'da başladı

Afrika kıtasındaki sömürge karşıtı hareketlere paralel olarak Ruanda'da 1959'da Hutuların yaptığı sosyal devrimde, monarşinin kaldırıldığına işaret eden Bigo, bu süreçte hedef alınan yüz binlerce Tutsinin ülkeyi terk ederek Uganda, Tanzanya ve Kongo'ya sığındığını anımsattı.

Fransız araştırmacı, kaçışları 1959'da başlayan Tutsilerin tekrar eden kıyımlar, ayrımcı kota uygulamalarıyla ülkelerinde gitgide dışlandıklarına ve bunun 1990'lara kadar devam ettiğine dikkati çekti.

Tutsi diasporasının 1990-1994 arasında komşu ülkelerde yeşermeye başlamasıyla, Ruanda'ya girişlerinin tamamen yasaklandığını, Tutsilerin artık silah zoruyla dönmeye karar verdiğini söyleyen Bigo, tüm bu gelişmelerin soykırıma zemin oluşturduğunu anlattı.

"Uluslarası toplum müdahale etseydi, soykırım önlenebilirdi"

Bigo, 1994'teki soykırım öncesi olayları bir iç mesele olarak değerlendiren Fransa'nın müdahale etmediğini savunarak uluslararası toplum ve Fransa'nın, olası bir katliamın önüne geçmek için 1991-1993 yılları arasında tarafların katılımıyla Tanzanya'nın Aruşa kentinde barış görüşmeleri düzenlediğini anımsattı.

Barış görüşmeleriyle, Ruanda'da silahlı Tutsilerin kotalı olarak resmi orduya katılmasına izin verildiğini, 1993'te ılımlı bir hükümet kurulduğunu anlatan Bigo, radikal Hutuların bu gelişmelere karşı çıktığını ve düzenledikleri saldırılarla anlaşmayı uygulanamaz hale getirmeyi hedeflediklerini aktardı.

Bigo, 1994'te 6 Nisan'ı 7 Nisan'a bağlayan gece Aruşa'dan, uzlaşmayı kabul etmiş bir şekilde dönen dönemin Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'nın uçağının düşürülmesinin soykırımın fitilini ateşlediğini ifade etti.

Soykırım başladığında ülkede varlığı bulunan Birleşmiş Milletler (BM), Fransa ve Belçika'nın imkanları olsa da müdahalede bulunmadıklarını söyleyen Bigo şunları kaydetti:

"Fransa, kendi vatandaşlarını almaya geldiğinde müdahale edebilirdi ancak yaşananları görmezlikte geldi. Tüm unsurlar yaşananların soykırım olduğunu gösterse de Fransa ve uluslararası toplum bunu etnik çatışma olarak görmeyi tercih etti. Eğer uluslararası toplum yani Fransa, Belçika, BM veya ABD gerçekten müdahale etseydi soykırım önlenebilirdi."

Fransız araştırmacı, başta Habyarimana hükümetini destekleyen Fransa'nın, Habyarimana öldüğünde yerine gelen geçiş hükümetini desteklemediğini ancak eski müttefikleri olduğu için de tamamen ilişkilerini kesmediğini kaydetti.

"Kesinlikle bir körlük vardı"

Andre Bigo, Fransa'nın 1990-1994 yılları arasında Tutsi karşıtı ve ırkçı siyaset güden müttefiklerini, Aruşa Anlaşması aracılığıyla ılımlı zemine çekmeye çalışırken diğer ülkelerin buna yanaşmadığı değerlendirmesinde bulundu.

"Ancak Fransa, bunu Ruanda'da kabul edilemez şeylerin olduğu bir ortamda yapmaya çalışıyordu. Ülkede katliamlar ve benzeri durumlar yaşanıyorken bunu yapmak... Kesinlikle bir körlük vardı." diyen Bigo, soykırımın 3-4 ay sürdüğünü, Fransa'nın ancak haziran ayında soykırım mağdurlarını kurtarmak için bir misyon gönderme kararı aldığını ifade etti.

Bigo, Fransa'nın, 23 Haziran 1994'te Ruanda'nın güneybatısında başlattığı Turkuaz Operasyonu'nun bir "insani operasyon" olmasının yanı sıra aynı zamanda Hutuların da müzakere masasına gelmesine olanak sağladığını söyledi.

Soykırım sorumlularının Fransa tarafından tutuklanmadığını ve Kongo'nun doğusuna doğru giderek bu bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açtığını dile getiren Bigo, soykırımda belirli bir sorumluluğu olduğuna işaret ettiği Paris yönetimi için "Fransa bunu engelleyebilirdi." diye konuştu.

Bigo, 1994'ten bu yana Fransa'nın Ruanda soykırımındaki sorumluluğu ve olası bir "suç ortaklığına" ilişkin müzakereler olduğunu, bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un talebiyle araştırma yapılması için Duclert Komisyonu'nun kurulduğunu hatırlattı.

Andre Bigo, Fransa'daki Ulusal Meclisin bazı evraklara ulaşmasına izin vermese de komisyonun şimdiye kadar kapalı olan arşivlerin büyük bir kısmına erişebildiğini ifade etti.

"Bize göre (Fransa'nın soykırımda) belirli bir suç ortaklığı var"

Bigo, komisyonun raporunda Fransa'nın bu soykırımda "suç ortağı" olmadığını belirtse de ağır sorumluluğu olduğu sonucuna vardığını belirtti.

"Bize göre Fransa'nın (Ruanda soykırımında) belirli bir suç ortaklığı var." diyen Bigo, buna ilişkin dernekleri aracılığıyla yargıya başvurduklarını söyledi.

Bigo, Ruanda soykırımının birçok failinin Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, Almanya, Belçika, Kanada ve ABD gibi ülkelerin mahkemeleri tarafından mahkum edildiğini anımsattı.

Tüm faillerin mahkum edilmediğini ve firar edenler olduğunu vurgulan Bigo, "Fransa soykırım öncesi bunların (katliamı yapanların) müttefikiydi." ifadesini kullandı.

Fransız araştırmacı, birçok soykırım şüphelisinin Fransa'ya sığındığını ve bu ülkenin onlar için bir tür "sığınak" haline geldiğini söyleyerek adaletin bunlara karşı yavaş işlediğine dikkati çekti.

Ruanda'da 1994'te Hutular, dönemin Devlet Başkanı Habyarimana'nın uçağının düşmesinden sorumlu tuttukları Tutsilere karşı soykırım başlatmıştı. Ülkede 100 gün süren katliamda 800 binden fazla Tutsi hayatını kaybetmişti.