HABER / Abdullah Bahadır / Halil Akbalık

Başkalarına yardımda emsal şehid, Abdulkerim Aslan

Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.

Tarih yine tekerrürden ibaretti. Bu dava hep şehit bedenleri üzerine yürümüş ve kıyamete kadar da şehit kanlarının bereketiyle devam edecekti.

Cihanşümul bu davanın, Kürdistan omuzlayanlarından yani kanlarıyla davayı sulayanlarından biri de Mardin Nusaybin Tepeüstü Köyü’nden Abdulkerim Aslan olmuştu.

Abdulkerim Aslan da bu davanın Kürdistan ayağının ilk şehitlerindendir. Şehid Haci Sabri ve Hayriye… Şehid Ata Zengin… Şehid Vahdettin Dil… Şehid İbrahim Kızmaz… Şehid Kerbelai… Şehid Halil ve Nazım… Şehid Hacı Şükrü… Ve Şehid Abdulkerim Aslan ile Şehid Abdurrahman Akbalık…

ŞEHİDİN DOĞUMU

Şehid Abdulkerim, aslen Gercüş Kelehê (Akburç) Köyü’nden olup şehid İbrahim Hoca, şehid Kerbelai ve şehid Orhan ile akrabadır. Şehid Vahdettin ile de aynı köydendir. Şehidin ailesi her ne kadar sonradan Kelehê’den Nusaybin Tepeüstü Köyü’ne göç etmişlerse de şehidin doğumu yine Kelehê köyünde nasip olmuştur. Şehidin ailesi bağ ve bahçeleri için kendi köylerine (Kelehê) geçici olarak döndükleri bir dönemde şehid Abdulkerim doğmuştur. Şehid 01.01.1970 tarihinde, hayata gözlerini Kelehê’de açmıştır.

KADERİNDE ÖLÜM DEĞİL ŞEHADET VARDI

Şehidin ablası Hediye Aslan’ın anlattığına göre şehid daha bir yaşlarındayken ağır bir hastalığa müptela olmuş, o zamanki şartlarda bir sefer doktora götürülmüşse de faydası olmamıştır. Şehidin öldüğü varsayılarak üzerine tülbentler serilmiş ve köylülere mezar için haber salınacağı esnada babası tekrar kontrol etmiş ve daha vefat etmediği anlaşılmıştır. Ta şehadetine kadar da sağlık ve selamette bir hayat sürdürmüştür.

SIKINTI VE AMBARGO DÖNEMİNDE ŞEHİD

90’lı yılların sıkıntılı döneminde şehidin ailesi PKK örgütü tarafından diğer İslami hassasiyetli aileler gibi büyük maddi sıkıntılara uğratılmış, kendi geçim kaynakları olan pamukları bir-iki dönem susuzluktan verimsiz bir hal almıştır. O zamanın zor şartlarında şehid ve kardeşlerinin gerçekten maddi sıkıntıları olmuştur. Ama tüm bunlara rağmen şehidin çevreye fiili yardım seferberliği dillere destandır.

BAŞKASINA YARDIMDA ANNESİNE ÇEKMİŞTİ

90’lı yıllarda şehidin annesi Cemile, fahri bir doğum doktoru gibiydi. O zor şartlarda dost düşman kim olursa olsun doğum vakıaları için mutlaka Cemile Teyze’yi çağırır ve doğum için yardım isterlerdi. Cemile Teyze de hiç kimseden bir maddi beklenti içerisine girmeden gece gündüz yardıma çağıranların imdadına koşardı. Abdulkerim de annesi gibi köyde köylülerin işleriyle ilgili ne olursa olsun çağrıldığında hep öndeydi. Kendi işlerini bırakıp çağıran konu-komşuların işlerine koştuğu, bilinen bir gerçekti. Şehid, başkalarına yardımda annesine çekmişti.

YETİMLER ÜZERİNE ÇOK TİTRİYORDU

Şehidin yetimlerle ilgili yardımseverliği de dillere destandı. Köydeki yetim çocukların ev sıvalarından tutun odun kırıcılığına kadar her işlerine koşardı. Şehid’in ablası Hediye “Bir ablamızın yetimleri vardı. Hem onlar hem de köydeki yetimler için Abdulkerim bir anne, bir baba gibiydi, o genç yaşında bile” diyor.

HEM SOSYAL HEM KORKUSUZ BİRİYDİ

Şehid, genç yaşında yaşlılar gibi bir ahlaka sahipti. “Keko!” (kardeşim) hitabı onun üslubuydu. Abisi Hacı Nevzat Aslan, “Şehid çok sosyal biriydi. Onunla konuşanlara “Ha keko!… Ha xalo!…” (Efendim kardeşim, efendim dayı!) diye cevap verirdi. Onda korku diye bir şey yoktu. PKK’nin saldırılarının yoğun olduğu bir dönemde onu zapt edemiyorduk. “Ne korkağıcam! Vallahi onlardan korkarak hiçbir işten geri kalmayacağım” diyordu. Şehadete yine o korkusuz üslubuyla gitti” diyerek şehidin hem sosyal hem korkusuz yönüne vurgu yapıyordu.

ŞEHADETİ

Yıl, 1992’nin Temmuz ayı. Yine yardıma ihtiyaç vardı. Komşu köy Kertwene’de bir Müslümanın pamuk tarlası susuzdu ve o zor şartlarda sulamak neredeyse imkansızdı. Abdulkerim, komşu köyden yardım istemeye gelen Müslümana pervasızca “Ben geleceğim” der ve yardım için komşu köydeki pamuk sulama işine gider. Köylerdeki dava mensupları tarlalarına gidemiyorlardı. Bu yüzden maddi olarak da büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Pamuk ekmişlerdi, sahip çıkmasalar yıllık gelirleri heba olup gidecekti. Pamuğun sulanması gerekiyordu, yoksa kuruyup gidecekti. İslami cemaat, kuruması pahasına olsa dahi tarlaya gitmelerine sıcak bakmıyordu. Çünkü tarlaya gitmek çok tehlikeliydi. Pusudan kurtulmak imkânsızdı. Karşı tedbirin ise pek faydası olmazdı.

Sabahın erken saatleridir. Tarla dağın eteklerine yakındır. Komünist militanlar buradan pusu kurmuşlardı. Abdulkerimle beraber tarla sahibinin kardeşi daha liseyi yeni bitirmiş Abdurrahman Akbalık da vardı. Zalimler ikisini pusuda bekliyordu. Hainler iki nazenin genci keleşlerle tarayıp şehid edip kaçıyorlardı. Tarihler 22 Temmuz 1992’yi gösteriyordu. Saldırganlar ayarladıkları traktörle dağa doğru yol alırlar.

Abdurrahman 18–19 yaşlarındaydı. Liseyi bitirmiş, üniversiteyi kazanmıştı. Çok kültürlü, zeki ve fedakâr bir cemaat ferdi idi. Her iki şehid de bekârdı.

Allah bu her iki Müslüman gencin şehadetini kabul etsin, bizleri onların şefaatına nail eylesin!

ŞEHİT ABDURRAHMAN AKBALIK (1974-1992)

1974’ün Mart ayında Nusaybin’e bağlı Duruca Köyünde doğan Şehit Abdurrahman, ilköğretim okulunu Duruca’da okuduktan sonra Adana Meslek Lisesi Motor bölümünü okuyordu. İslami bir ailede yetişmiş ve özellikle babasının sağlam bir akideye sahip olması, onun küçük yaşta Kur’an’ı öğrenmesine ve namaza başlamasına sebep olmuştu. İstikrarlı bir şekilde kitap okuyuşu ve İslami yaşantısı, küçük yaşlarında Abdurrahman’ı olgunlaştırmıştı ve insanları tanımada birinci derecede rol oynamıştı. İslam düşmanlarına karsı tavrını birçok kişinin onları tanımadığı dönemlerde netleştirmiş ve onların gerçek yüzlerini tanıtmıştır. Okul okumak için gittiği Malatya ve Adana’da İslami hizmetlerinden uzaklaşmamış ve sürekli olarak insanlarla ilgilenmiştir. Kendisiyle tanışan insanlar üzerinde derin etkiler bırakan Şehid Abdurrahman, şehadetinden on-on beş gün önce coşkulu bir ruh hali almıştı. 1992 yılının 22 Temmuz günü, geçecekleri yol üzerindeki bir pamuk tarlasında azgın örgütün militanlarının kurdukları pusuya düşen Abdurrahman ve arkadaşı Abdulkerim Aslan şehid olurken 2 arkadaşı da saldırıdan sağ olarak kurtuldular. Gençliğinin baharında şehadete kavuşan şehit Abdurrahman, davasından hiç taviz vermezdi. Davası için çok sadık bir insandı. Arkadaşları tarafından çok takdir edilen bir kişiliğe sahipti. Küçük-büyük herkes ondan memnundu. Hiç kimseyi üzdüğü görülmemişti.

ANNESİNİN DİLİNDEN
Küçüklüğünden beri halim bir çocuktu. Bazen eve geldiğinde benimle oynardı bana güzel sözler söyler, takılırdı. Bana ve babasına çok hürmet ederdi, bizleri çok severdi. Çok güzeldi, sanki karla pekmezi birbirine karıştırmış gibi… O kadar güzel bir tene sahipti. Köydeki yaşlı-genç herkes ondan memnundu. Herkes tarafından sevilen bir çocuktu. Davasında çok karalıydı. Hiç taviz vermezdi. Malatya’da okul okuyordu. Tatil için gelmişti, şehit olmadan önce çok neşeli bir hali vardı. Şehit Abdurrahman her tatilde eve geldiğinde ailesine katkıda bulunuyordu ve son olarak tatile geldiğinde abisine yardım etmek için köye 3 kilometre uzaklıktaki tarlalarını sulamaya gitmek için hazırlanıyordu. Yanında komşu köyden arkadaşı Şehid Abdülkerim de vardı. Sabah yola koyuldular şehadete gideceklerini biliyorlardı sanki. Yoluna pusu kurmuşlardı, taptaze bedenlerinden akan kan o çorak toprakları sulayacaktı. Tarlaya varmışlar. Şehidin ağabeyi suyu kontrole gitmişti. Zalimler harekete geçmişti. Önce Şehid Abdulkerim, Rabbine kavuştu. Şehid Abdurrahman ise ağır yaralıydı. Ağabeyi silah seslerini duyunca hemen tarlaya döndü. Önce Şehid Abdulkerimi gördü sonra da kardeşi Şehid Abdurrahman’ı. Abdurrahman ruhunu halen teslim etmemişti. Ağabeyiyle biraz konuştuktan sonra o da ruhunu Rabbine teslim etti. Allah’ım, senden geldik ve sana döneceğiz. Rabbimiz, İslam için canını feda eden tüm şehitlerin şehadetini kabul etsin.