Abdulkadir TURAN / Doğruhaber / Rehberlik

Edebi eser, edebiyat sanatı açısından değer taşıyan eserdir. Edebiyat açısından değer taşıyan eser, içerik ve üsluptan oluşur.

İçerik; edebi eserin özüdür, konusudur, edebi eserin ne anlattığını bildirir. Üslup ise anlatım tarzıdır, dili kullanış biçimidir, nasıl anlatıldığını bildirir.

Bizim gibi herkesin edebi esere konu olacak bir hikayesinin, anlatılacak nice düşüncesinin bulunduğu toplumlarda yazar ve şairlerin içerik problemi yoktur. Bizde “Ben, ne anlatayım?” diye çok da yorulmaya, bir arayış içine girmeye gerek kalmıyor.

Üslûp problem ise bütün toplumlarda edebi eser üretenlerin ortak problemidir.

Üslûp arayışı, edebi eser peşinde olan herkesin bir ömür boyu süren arayışıdır. “Edebi eser muhteremdir. Sokak sözcükleri onda yer almamalı, ondaki her sözcüğün bir ahenk değeri olmalı, her sözcüğün başlı başına bir değeri olmalı” diyenler olduğu gibi “Kalemimin ucuna ne sözcük gelse, hiçbir elekten geçirmeden onu gelişigüzel yazar, şapkamın içine doldurur, yere savururum, ortaya çıkan tablo en büyük şiirdir” diye saçmalayan ve saçmalıkları “edebi akım” diye tarihe geçenler de vardır.

Üslüp sorunu, şüphesiz bir dil sorunudur ve her dilin iç dilleri vardır: Mimari dili, roman dili, sinema dili, argo dili gibi.

Her dinin de bir dili vardır. Bundan kasıt Arapaça’nın İslam, İbranice’nin Yahudi, Süryanice’nin (kısmen) Hıristiyanlık dili olması değildir. Bu, zaten bilinen bir gerçektir.

Burada anlatılan Arapça’nın İslami edebiyat dili, Kürtçenin İslamisi, Türkçe’nin, Farsça’nın islami dilidir. Açıkçası Müslüman bir Arapça’dan Müslüman bir Türkçe’den, Müslüman Kürtçe’den, Müslüman bir Farsça’dan bahsediyoruz.

“Sekülerizm ya da ‘laiklik’ dediğimiz akımdan önce İslam dünyasında böyle bir ikilik yoktu. Edebi dil, İslami dildi. O dini hayatın dışına atma girişiminden sonra durum değişti.

Sekülerizm, İslam dünyasında önce dilde başladı. Önce dillerin İslami ruhu, İslami kokusu, İslami rengi yok edildi. Dünyevileşmeye dillerin İslami terimlerden arındırılmasıyla başlandı. Örneğin, ne kadar İslami terim varsa Türkçe’den atıldı. Böylece yazıyla İslam arasına sınır kondu. Bu, sözde milliyetçilik adına yapıldı ama söz konusu Batı terimleri olunca hiç de özen gösterilmedi. Şiiri, romanı okuduğunuzda “Bu, Batı yolunda giden, modern (çağdaş) bir yazara, şaire aittir” dediniz ve esasen o şair ve yazar size bunu dedirtme derdindeydi. O, diliyle “Benim İslam’la hiçbir ilgim yok, ben sapasağlam bir çağdaşım” mesajı vermek istiyordu, siz de o mesajı aldınız.

Aynı proje Farsça için yürütüldü, iflas etti. Şimdi tam anlamıyla bir dil katliamıyla Kürtçe için yapılıyor. Bu hikayeden habersiz kimi dindar Kürtler birebir Kürtçe şiir, hikaye, makale yazdığında İslami terimler yerine uyduruk (sade) Kürtçe bir laf bulmak için kimbilir ne kadar düşünüyor, kaç Ferhenge (sözlüğe) başvuruyor. Zavallı şair ve yazar, kendini katledecek hançeri arıyor, ama bunun farkında değil.

Üslûp şair ve yazarın imzasıdır; onun zihninin ve kalbinin kelimelerden oluşan bir resmidir.

Zihnimizde ne varsa, kalbimizde ne varsa kalemimize o gelmeli. Kelimeler, halkların; terimler, ümmetindir. Bu ümmetin içinde yer alan, kendisini bile bile onun terimlerinden koruma gayretinde olmamalıdır. Benim gibi yıllarca yarı resmi nitelikli eğitim malzemesi üretenlerin kendilerini bu seküler dilden muhafaza etmeleri kolay değil. Ama en azından genç kalemler, bize dayatılanı kendisine dayatmamalıdır. Zira artık eğitim kurumları da öyle yüzde yüz seküler bir dil istemiyor.

Sonuç olarak diller içinde, seküler bir iç dil var olduğu gibi Müslüman bir dil (Müslüman bir Türkçe, Farsça, Kürtçe) de vardır. Seküler dil mi (dinsiz dil mi), Müslüman dil mi? Tercih, kalem sahibinindir.