Doğruhaber 

Ne var ki sebepler ortadan kalkmasına rağmen ürküntü devam ediyorsa yaşadığımız hâl artık normal olmaktan çıkmış, fobi hâline gelmiştir. Kişi ondan kurtulmadığı sürece huzur içinde yatmaz, gerilir, öfkelenir ve kimi anormal davranışlara sürüklenebilir.

Bununla birlikte deprem fobisi ile depremde yakınlarını kaybedenlerin aşırı üzüntüden içine düştükleri psikolojik hâli karıştırmamak gerek.

Bu noktada ölüm endişesiyle ölümü kabullenmeme hâli buluşur ki bu hakikaten ağır bir durumdur. İnsan, ölüm zamanını bilmeyeceğini bilir, yakınlarını geri getirmeyeceğinin de farkındadır. Lâkin iç dünyası her zaman bunu kabullenmeye yatkın değildir. Bu da onda ruhsal karmaşıklığa ve baş edemediği üzüntülere neden olur.

Deprem fobisine yakalanan kişi, bir yandan ölüm korkusu yaşar, öte yandan yakınlarını ve her şeyini “zamansız” kaybetme korkusunu. Deprem onun zihin dünyasında o kadar aşırı bir yer edinir ki perde sallansa deprem olduğunu zanneder. Bu duruma sürüklenen kişilerde, ayakkabıları ile yatağa girmek gibi davranışlar dahi görülebilir. Ne yazık özellikle artçıl depremlerde bu tür kişiler, pencereden atlama, merdivenlerden yuvarlanma gibi yaralanma ve ölümle sonuçlanan panikler yaşayabilirler.

Deprem fobisine yakalanan kişi, sadece ürkmez, aynı zamanda ürkütür; “Bir daha deprem oldu!” diyerek etrafını ürkütür ya da “Yine olacak!” diyerek onların da rahat bir uyku uyumalarına izin vermez. Kendi ruh hâli bozulduğu gibi, etrafının da ruh hâlini bozar.

Deprem, fay hatlarının geçtiği alanlar ile civar alanlarda yaşanması muhtemel, zamanı ise belirsiz bir gerçekliktir. Aynı şekilde depremin şiddeti de ve yol açacağı ölümler ve hasarlar da belirsizdir.

Oysa deprem fobisine yakalanan; mutlaka ve hemen deprem olacakmış gibi bir ruh hâli içindedir. Aynı şekilde depremin kesinlikle şiddetli ve tahrip etkisinin yüksek olacağına inanır. Konutun bir anda başına yıkılacağını, kendisinin enkaz altında kalacağını, öleceğini hayal eder, akrabalarının da aynı akıbeti yaşayacağını düşünür.

Muhtemel bir durumu kesin zannetmek ve ihtimallerin en kötüsüyle düşünmek başlı başına bir evhamdır. Evhama kapılmak, kişinin hayatını alt üst edeceği gibi çevresinin de hayatını alt üst eder. Öte yandan hep ölüm korkusu içinde yaşamak da kişide etrafını tedirgin eden söz ve eylemlere yol açar.   

Bu durumda öncelikle söz konusu kişinin durumunun tetkik edilmesi gerek. Örneğin, hakikaten dayanıksız bir konutta yaşıyorsa fobiden kurtulmasını sağlayacak bir konuta nakledilmelidir. Onun duygularını bastırmak yerine çadırda yatma, uzaklara gitme veya daha sağlam bir konuta taşınma talebini karşılamak en doğrusudur.

Ama sağlam bir konutta yaşamasına hatta fay hatları alanı ve civarının dışında yaşamasına rağmen fobik tutumlar gösteriyorsa onu sakinleştirecek bir programa tabi tutmak zorunluluk arz eder.  

Bunun için, öncelikle muhtemel bir durum ile kesin bir durum arasındaki farkı ona kavratmak durumundayız. Bu, onunla uzun süre konuşmayı gerektirebilir. Onun yersiz sorularına ve muhatabını dahi ürkütecek davranışlarına sabırla katlanmak icap eder. Bununla beraber karmaşık ruh hâlini dindirecek, otoriter bir tutuma, abartmamak şartıyla başvurmakta da sakınca yoktur. Hatta kimi zaman fobik tutumların tedavisinde ayarlanmış otoriter tutum oldukça tedavi edicidir.

Programın ikinci adımı ise ona ölüm gerçeğinin belirsizliğini ve insanın o belirsiz gerçeği kabullenmek durumunda olduğunu kavratmaktır.

Bu durumda fobiyi yaşayan inançlı ise programda başarıya ulaşmanın pek de bir zorluğu yok. Ona ecel gerçeği ile birlikte kişinin her zaman ahirete hazır olmasının sürekli ölüm korkusu yaşamasından daha sağlıklı bir tutum olduğunu anlatmalıyız.

Ona kaygılanmak yerine “Tövbe et ve bundan sonra salih ameller işlemeye niyetlen!” diyeceğiz ve ona ısrarla yüce Allah’ın kullarına karşı merhametli olduğunu anlatacağız. Süreç yine muhtemelen yorucu ve uzun sürecektir. Zira fobik kişi, çoğu zaman bilgi sorunu yaşayan bir kişi değildir, dolayısıyla sizin onu bilgilendirmeniz yetmez, ona doğru konuştuğunuzu inandırmanız gerekir. Bu da ona merhametle yaklaşmayı ve hakikati ona özümsetinceye kadar ona anlatmaya devam etmenizi gerektirir.

Bu program sırasında ani ölümler ve ölüm korkusu yaşayanların ölümden kurtulmadıklarına dair yaşanmışlıkları örnek sınırlaması söz konusu olmadan anlatmakta hiçbir mahsur yoktur, aksine fayda vardır.

Fobiyi yaşayan kişiye Kur’an-ı Kerim’in ölüm gerçeği ile ilgili ayetleri okunmalı ve mümkünse onu saygı duyduğu bir büyüğü veya alimle görüştürülmelidir.

Bilge büyükler ve alimlerle görüştürmek, başlı başına bir tedavi yöntemidir. Günümüzde terk edilmeye yüz tutan bu yöntem, fobilerden, vesveselerden, evhamdan kurtulmak için oldukça etkilidir.

Bunlara rağmen kişi; fobiyi aşamıyorsa mukim olduğu yöreyi değiştirmesi ve deprem kaygısının daha az olduğu bir yere taşınması diğer bir tedavi yoludur. Bu mekânsal uzaklaşma, onu rahatlatacaktır. Aksi hâli ise onunla birlikte paniklemeden zamansal uzaklaşmayı, yani deprem sarsıntılarının üzerinden makul bir sürenin geçmesini beklemek icap eder ki bu, kimi zaman bir yılı dahi bulabilir.

Deprem fobisini atlatmanın son çözümü ise maalesef psikiyatrik tedavi olabilir.

ÖLÜMLERLE İLGİLİ AŞIRI ÜZÜNTÜ HÂLİ

Deprem fobisinden öte, ölüm korkusu ile karışık aşırı üzüntüden kaynaklanan ruhsal bunalıma gelince ona yönelik çözümün en etkilisi hiç kuşkusuz manevi onarımdır.

Bu üzüntüye kapılan kişi, yakınının ölümünü kabullenmemekte onunla ilgili geçmişe ait hatıralar onda canlanıp gelecekle ilgili hayallerle buluşunca kişi dayanılması güç bir kriz hâli yaşamaya başlamaktadır.  

Evlat kaybı, eş kaybı, anne baba kaybı, kardeş kaybı ya da çokça sevilen bir dost kaybı böyle bir kriz hâli getirebilir.

Öncelikle bilmekte yarar var ki ölüm karşısında üzülmek, gözyaşı dökmek gayet normaldir. Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem bile evlatlarının vefatı karşısında dışarıdan izlenebilecek kadar üzülmüştür.

Öyle yüksek bir iradeye sahip olan o yüce insanın üzüldüğü bir hâle, sıradan insanın üzülmemesini beklemek anormaldir.

Burada sorun kişinin sürekli ağlamak, yemek yememek, hiç uyumamak gibi hâller göstermesi ya da dili üzerinde akli kontrolünü kaybettiği zannına yol açacak kadar yersiz sözler söylemesidir.

“Acı paylaşıldıkça azalır.” Dolayısıyla söz konusu kişiye sarılmak, onun elinden tutmak, gözyaşlarını silmek, bununla birlikte ona teselli edici sözler söylemek teskin edicidir.

Ona ölenlerin geri gelmeyeceğini, üzüntünün kendisini yıpratmaktan öte iş görmeyeceğini anlatacağız.

Bununla birlikte onu Kur’an-ı Kerim okumaya, dua etmeye sevk etmek gerekir. Kur’an, onun ruhunu dindirecek ve dua onda umut oluşturacaktır.

Esasen bu tür kişilerin ihtiyaç duyduğu umuttur. Yakınlarının cennete girme umudu ve onun kaybettiklerine rağmen hâlâ hayata tutunabileceğine dair umut… Onlarda umut oluştukça üzüntü eriyecek ve izale olacaktır.

Günümüzde kişiler kaybettiklerinin ardından iki yol tercih etmektedirler: Tamamen duyarsız kalmak ya da kendisini harap etmek.

Duyarsız kalmak da bir tepki türüdür ve kimi zaman duyarsız kalanlar ani patlamalar yaşayabilmektedir. Dolayısıyla yakınlarını kaybedenler, duyarsız kalsalar da onları izlemek ve onlarla yakından ilgili olmak gerekir.

Geleneksel bağların çözülmesi, bu tür kişiler için bir dezavantajdır. Ama geleneksel bağlar içinde kişiye her an yakınlarının ölümünü hatırlatan ilişkiler de psikolojik bunalımı artırır. Yine aşırı üzüntü sorunu yaşayan kişi ile birlikte ağlamak, sık sık ona sarılıp ağıtlar yakmak psikolojik açıdan oldukça yıkıcıdır.

Öyleyse bu durumdaki kişilerle mutedil ve sağlıklı bir bağ kurmak gerekir. O durumda pek çok zorluğun aşıldığı görülür.