Yiğit Bulut…

Artık Başbakan’ın en yakınındaki isimlerden biri.

Uzun bir süredir dillerdeydi “Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanlığına atanacağı” konusu.

Geçtiğimiz hafta resmen başladı mesaiye.

Fotoğraf karesine de girdi bile.

Hükümet için hayırlı olur inşallah.

Buradan lafı, maaşıyla ilgili tartışmalara; devletin kasasından bu yiğide her ay 51 bin TL aktarılacağı iddialarına getirecek değilim.

Daha önemli bir husus var.

Ne zaman ismini duysam, yüzünü görsem aklım “o sözleri”ne gittiği için,

Şuan da yine oradayım, 2008’de.

Unutmuş olanlar olabilir, hatırlatmak istiyorum:

Tarih: 16 Mart 2008.

Yer: Vatan gazetesinde, Yiğit Bulut’un köşe yazısı.

Aynen aktarıyorum:

DEVLET AKP’YE ‘YETER’ DEDİ

“Son dönemde hükümet eden siyasi partinin “artan kendine güveni” ve “biz her şeyi yaparız, nasıl olsa ses çıkaran yok” tavrı, dün akşam itibarıyla devletin çarklarından sadece birinin attığı bir adımla son bulmuş oldu; Devlet, hükümete “yeter, yol bitti” dedi…Diyeceksiniz ki; davanın sonucu belli değil, nasıl son buldu!Sevgili dostlar, şu aşamada atılan adım en az sonuç kadar “dikkate değer”… Önemli olan “biz her şeyiz” mantığı içindekilere “yeter, burada sizlerden başka birileri daha var, buranın kuralları, gelenekleri, sahipleri var” mesajını vermek ve “yeter” demek!

AKP PİLOT OLDUĞUNU UNUTTU

Bu noktada başka bir soru soralım; Devlet, hükümete karşı olabilir mi? Olabilir… Devleti bir uçak gibi düşünün, devlet “yapının özünü” yani uçağın gövdesini, gövdenin doğayla temasını- işleyiş prensiplerini kısacası “esas olanı” teşkil eder, hükümetler ise bu yapıyı önceden konmuş kurallarla belli bir süre “idare etmek” için seçilirler… Uçak örneğinden devam edersek “hükümetler” pilot olarak “ana gövde” içinde belli bir süre yer alırlar. AKP’nin en büyük hatası da burada oldu. Pilot olduğunu unutup, uçağın “yapısıyla, koltuklarıyla, motorlarıyla” oynamaya hatta uçağın içinde yol aldığı doğa ile uçuş prensiplerini değiştirip “yeni bir model” yaratmaya kalktı… Ne oldu? Uçağın sahibi geldi ve “hop gardaş” deyiverdi! AKP yine çok şanslı; uçağın “en kibar sahibi, karşısındakine şans tanıyan” sahibi geldi, Allah korusun ya diğer sahipleri gelip “uçağa toptan el koysalardı!”

AKP’YE OY VERMEYEN YÜZDE 53

Sevgili dostlar, burada aklınıza başka bir soru gelebilir; milletin verdiği yüzde 47 önemli değil mi? Bu oylar “AKP’yi sahip” yapmaz mı?Yapmaz… Yapılan oylamayla ortaya çıkan iktidarlar “pilot” seçimi gibidir. Uçağın “yapısı, rotası, gideceği yer, geldiği yer, doğa ile uyum içinde nasıl uçtuğu” gibi ana dinamikler bellidir, her şey hazır olan uçağa sadece pilot seçilir ve “pilot” kendi takdirine göre “bir uçuş” stili benimser. Verilen yüzde 47 oy (bir detay daha düşelim; yüzde 53 AKP’ye oy vermemiş yani uçağın çoğunluğu “pilotaj yapılmasına” bile karşı) pilotların kim olacağına işaret eder ve ne kadar yüksek oran ile seçilmiş olursa olsun, pilot kardeşlere “uçağın orası burası ile oynama” hakkı vermez.

AKP’YE DUR İŞARETİ

Sonuç: Devlet ile hükümet arasındaki ayrımı “idrak” edemeyen ve her fırsatta “Devleti kendine benzetme, ideolojik hale getirme” hamleleri yapan iktidar partisine yani uçakla oynayan pilotlara, devletin en kibar “dur” işareti geldi. Devamı nasıl oluşursa, oluşsun önemli olan birileri “dur” dedi ve hepimizin, ülkemizin, rejimin bir büyük şansı olarak “en sakin söyleyebilecek” kesimden bu ses yükseldi… Hükümet eden siyasi parti artık şunu anlamalı; “bundan sonrası yok”! Uçağı “riske” atmadan “pilotaja” devam etsin ve lütfen artık “sakin” dursun!

BU DAVA MECLİS’İN SİGORTASI, PARTİ KAPATILABİLİR

Son söz: Yukarıda “dava açılma” sürecini analiz ettik. Dava açılabilir, parti de kapatılabilir. Asıl iş ondan sonrasında. Türkiye 2003-2007 arasında “çok ağır darbe yedi”. Bütün telekomünikasyon şirketleri, bankaları, ağır endüstriyel tesisleri, limanları, tersaneleri satıldı. Şimdi asıl iş “yeni bir milli irade tesis” ederek, bu süreci tersine çevirmek ve Türkiye’nin “tasfiyesine her alanda dur” diyerek, buraları mutlaka geri almak!

Not: Hükümete yakın bir guruba satılan bir gazete manşet atmış; “Meclisi de kapatsaydınız!” Onlara sadece şunu söyleyeceğim; eğer biraz uğraşıp bizler gibi gidişatı sorgulamayı deneseydiniz, açılan bu davanın Meclis’in “açık kalmasının sigortası” olduğunu anlardınız! Anlayana bu cümle de çok şey var!”

Yiğit Bulut’a ait bu sözler.

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, AK Parti`nin "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle, kapatılması ve Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Gül dahil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle hazırladığı iddianameyi Anayasa Mahkemesi`ne sunduğu tarihten (14 Mart 2008) iki gün sonra kaleme alınan bir yazı.

AK Parti’ye kapatma davası açılması ve Erdoğan’ın siyasetten yasaklanması istemini “DEVLET AKP’YE ‘YETER’ DEDİ” şeklinde değerlendirerek, “Hak etmişti, oh iyi oldu” demeye getiriyor Yiğit Bulut.

Ve bu iddiasına kendinde gerekçeler sıralıyor.

“AKP’nin pilot olduğunu unutup, uçağın gövdesiyle oynamaya hatta yeni bir model yaratmaya kalkıştığını” söylüyor örneğin.

Hele “Son söz”ü, yok mu?

Derinlerde yüzen “en ulusalcı” edasıyla “Türkiye’nin 2003-2007 arasında çok ağır darbe yediğini, bütün telekomünikasyon şirketleri, bankaları, ağır endüstriyel tesisleri, limanları, tersanelerinin satıldığını, şimdi asıl işin yeni bir milli irade tesis ederek, bu süreci tersine çevirmek ve Türkiye’nin tasfiyesine her alanda dur diyerek, buraları mutlaka geri almak olduğunu” söylüyor.

Anlayacağınız “Ülkeyi satıyor bu AKP, kapatılmalı. Ülke kurtarılmalı” diyor.

Şimdi o yiğit, o AK Parti Hükümeti’nin lideri Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı.

Başbakan, bu yiğide danışacak, ondan akıl alacak!

Fazla söze gerek yok.

Sadece şu merakımın peşindeyim:

AK Parti mi değişti, yoksa Yiğit Bulut mu?

Yoksa ikisinin de değiştiği yokta,

Bu yiğit AK Parti’ye, Başbakan’a “yanlışlarını” göstermek için mi görevlendirildi?

“Muhafazakar oldukları”, milletin inancına, değerlerine saygı gösterdikleri, kısacası dünya görüşleri yakın olduğu için Hükümet’i destekleyen ve bu yüzden muhalif çevrelerce sürekli “yandaş” yaftası yiyen medya organları ile gazeteciler ve yazarlar…

En ufak bir özeleştiri yapıp, “dost tavsiyesi”nde bulunduğu zaman “hain” ilan edilebilirken…

Karşı mahallelerden birileri, söylemlerinde samimi olsun olmasın; yaşantısı, dünya görüşü örtüşsün örtüşmesin ufacık bir göz kırptı mı, yelkenleri indiriyoruz!

Siyaset böyle bir şey işte.

Değerli okurlar,

Aslında “özde” aynı yere çıkan bir hususa daha değinmek istiyorum.

Malum SBS yapıldı, sonuçlar açıklandı.

Şimdi sıra tercihlerde.

Kimi öğrenciler ve velileri için bu işlem daha bir zor.

Örneğin değerli bir büyüğüm,

Kızı sınavda büyük bir başarı elde etti.

Aldığı puanla, Ankara’da gözde bir Fen Lisesi’ne rahatlıkla girebilir.

Ama olmuyor.

Velisi, başörtüsü konusunda sorun yaşatılacağı endişesiyle kızını bu okula göndermek istemiyor.

Daha mütevazi; başörtüsü konusunda sorun yaşatılma riski en az olan bir lise düşünüyorlar.

Bu bir örnek.

Bu şekilde binlerce aile ve öğrenci var.

Şuan siyasi atmosferden dolayı her alanda başörtüsü yasağında bir gevşeme görülmekle birlikte, mağduriyet sürüyor.

Terörü bitirme adına bölücü çevrelere taviz üzerine taviz veren; milletten tüm bunları hazmetmesini isteyen Hükümet, başörtüsü sorununun çözümünü ise zamana yaymış durumda.

“Biz varken, başörtülü bacıma kimse zorluk çıkaramaz” havasında.

Evet öyle olabilir!

Peki ama ya sonra?

Sonrası daha kötü olmaz mı?

Diyeceğim şu ki;

Bakın bu SBS’de de binlerce veli, öğrenci hak ettiği eğitimden mahrum kalıyor.

Bir nesil içinde geniş bir kesim sırf örtülü diye, inançlı diye yine cezalandırılıyor.

Başörtüsü yasağına köklü bir çözüm için daha ne bekleniyor?

MEB yönetmeliğinde yapılacak basit bir değişiklik, üzerinde çalışılan yeni anayasaya konulacak bir teminat neden gündemde değil halen?

Neden?

Fatih Akkaya/habervaktim