Allah (cc) ’ ın ayı Ramazan’a girerken insanlığın öz değerinden ne kadar da uzaklaştığına şahit olmaktayız. Kültür komasına girmiş insanlığın had safhaya varan çılgınlıkları, toplumları öz değerinden uzaklaştırırken tezatlıkları da orta yere sermektedir.

Bir tarafta Müslümanlar “beş yıldızlı iftar sofrasında” iftar ederken diğer taraftan açlık ve sefaletle mücadele etmektedir. “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi bu asimilasyon sebebi ile boğazdan aşağı inmezken, “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” ayeti neredeyse unutulmuştur. Kimi israfı hayat tarzı haline getirirken, kimi de “iman diğer kapıdan çıkmasın” diye imtihan gereği açlığa ve sefalete sabretmektedir.

Aynı Rabbe inanmış, aynı Peygamber’e gönül vermiş insanlardan nedense farklı şeyler zuhur etmektedir.

Mısır, Suriye, Tunus, Cezayir, Çeçenistan, Afganistan, Arakan, Bangladeş’te Müslümanlar Allah (cc) ‘ ın kendilerine bahşetmiş olduğu özgür bir hayatı ikame etmek için canlarıyla mallarıyla mücadele ederken diğer taraftan Müslümanlar özgürlük adına emperyalist güdümlü kültürün esiri haline gelmiş vaziyettedir. Dünya Müslümanlarının büyük bir bölümü gözyaşı ile Ramazan’a girerken diğer taraftan Müslümanlar Ramazan ayını rejim desteği ile şenlik havasında geçirmektedir.

Ülkelerimiz, şehirlerimiz, mahallelerimiz, sokaklarımız ve en nihayetinde evlerimiz batıyı aratmazken, adı Müslüman olanları gayri Müslimlerden ayırt etmek neredeyse imkânsızdır. Azı hariç çoğu ekonomisiyle kültürüyle batının esiri olmuştur. Özgürlüklerini kaybetmemek adına “Garip” kalanlarda batı güdümlü insanlar tarafından garipsenmektedir. “Bu din garip geldi, garip gidecek. Müjdeler olsun gariplere!” den başka garipleri motive edecek bir şey de yoktur.
Ahir zaman deyip geçiştirmek yaşanan gerçekleri değiştirmemektedir. Veya oturduğu yerde Mehdi’yi beklemek kolaycılığa kaçmaktan başka bir şey değildir. “Eski Ramazanlar ah eski Ramazanlar!” demekte mevcut durumu değiştirmemektedir.

Pe ki, o zaman ne yapmak lazım? En baştan başlamak lazım…

Önce kirletilen bardağı boşaltmak ve yerine berrak ve Zelal yeni su koymak lazım… Önce “la” deyip, bütün bu dejenerasyon çalışmalarını alt edip, yerine yenisini en güzelini getirmek lazımdır. Taklitten tahkike geçmek, müsveddeden çıkıp asilleşmek lazımdır. Kaybettiğimiz, kendi ellerimizle emperyalistlere teslim ettiğimiz kültürümüzü yeniden inşa etmek lazımdır. Velhasıl artık bir yerden başlamak lazımdır.

Oturmakla, sihirli değneğe sahip aksakallı kurtarıcıyı beklemekten ziyade elimizle değil, bütün vücudumuzla taşın altına girmek lazımdır. Medeniyetten uzaklaşmış Medine’lerimizi Medeni bir hale getirmek için öz değerlerimize sımsıkı sarılmak ve bir daha bırakmamak…

Sömürgeci, yobaz ve yozlaştırıcı güçlere karşı vahdet şuuruyla karşılık verip dimdik ayakta durmalıyız. İslam’ın hayat nizamı olduğunu, hayatın her alanını kapsadığını yaşantımızla kanıtlamamız ve sınırları ortadan kaldırıp bütün Müslümanlarla yeniden kardeş olmalıyız. Bir vücudun azaları olduğumuzu, bizleri hiçbir asimilasyon çalışmasının alt edemeyeceğini uhuvvet iksiriyle göstermeliyiz. Resmi ideolojiye rağmen öz değerlerimize sahip çıkıp, esfelesafilin mertebesine düşmüş insanlığımızı alayı illiyyine çıkarmak için çabalamalıyız. Çiğnenen ayaklar altına alınan insan onuru hayat nizamı Kuran ile tekrardan izzetli bir hale getirmek için ayağa kalkmalıyız.

Bütün bunları yapmak için en büyük fırsat olan Ramazan’ı çok iyi değerlendirmeliyiz. Recep ve Şaban’dan sonra bizi Ramazan’a ulaştıran Allah’a hamdimizi İslam’ın sancağını tekrardan çorak coğrafyalarda dalgalandırarak göstermeliyiz. Ve Ramazan’a bir de bu pencereden bakıp, “Hoş Geldin Ramazan” diyebilmeliyiz…

Münir Aydın / doğruhaber