İşte Hizbullah Cemaati Rehberi Velioğlu`nun hayatını konu alan yazı dizisinin 25. bölümü
CEMAAT MENSUPLARINA DÜŞKÜNDÜ, ONLARA ÇOK ÖNEM VERİRDİ
Şehid Rehber, Cemaat mensuplarına karşı kendisini sorumlu görür, üzerlerine titrerdi. Özellikle Şehid ve tutuklulara ayrı bir önem verirdi ve onlara çok düşkündü. Bununla birlikte genç yaştakiler onun yanında istisna bir yere sahipti. Cemaat mensuplarının olumsuzluklarını içine sindirip kabullenemez, başlarına bir şey gelse sanki kendisi sebep olmuş gibi dert yanardı. Cezaevine düşenlere ve Şehid olanlara gözyaşı döker, isimleri dahi geçtiği zaman boğazı düğümlenirdi. Özellikle şehadetlerini yeni duyduğunda, oturup bir müddet ağlamaktan kendisini alamazdı. Hangi şehidin haberini almışsa bu hale girdiğine şahit olunmuştur. Yanında kalanlar veya onunla görüşenler, gördükleri yakın ilgi ve sahiplenme karşısında, sanki kendilerine mahsus bir alakasının ve sevgisinin olduğu hissine kapılırlardı. Genç arkadaşlara takılır, latife yapar ancak bu tavırlarıyla onları rahatlatır ve gayrete getirirdi.
B. V. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Arkadaşların şehadeti onu çok etkileyip üzüyordu. Bazen de ağlıyordu. Bunu Şehid Ata Zengin’in şehadetinde müşahede ettim. Ata şehid olduğu günün gecesinde, Batman’a gittik. Şehid Rehber oradaydı. Odasına girdik. Bir battaniye serip üzerine oturmuştu. Ağlıyordu, bir müddet ağladıktan sonra gözlerini silip bizimle konuşmaya başladı. Durumu bize anlattı. Ne kadar yufka yürekli ve şefkatli olduğunu orada bariz bir şekilde gördüm.
Bazen bazı latifeleriyle gençleri gayrete getirip mücadeleye teşvik ediyordu. Örneğin bazen N…. adlı genç arkadaşla şakalaşarak: “Ki xwe jı vi işi bıde paş çarıka jinawı lıseré wi be” (Kim bu işten geri adım atarsa hanımının baş örtüsü onun başına geçsin–yani kadın kılıklı olsun–) diyordu. N…. Adlı genç arkadaş da: “Sed cari abi” (Yüz defa ağabey) diye cevap veriyordu. Bu sefer Şehid Rehber kendine has gülmesiyle birlikte: “Tabi, senin hanımın olmadığı için bunu çok rahat söyleyebiliyorsun” diyerek latifesini devam ettiriyordu. “
H. H. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “1999 yılında polisler tarafından Şehid Cemal Uçar kaçırılmıştı. Şehid Rehber bunun haberini alır almaz derin bir üzüntüye kapılmış, iki haftaya yakın doğru düzgün konuşmamıştı. Tabiri caiz ise ağzını bıçak açmıyordu. Çok etkilendiği her halinden belli oluyordu. Belki defalarca; “Keşke öz oğlumu götürselerdi de onun başına böyle bir şey gelmeseydi. Bana çok ağır geliyor” diyordu.
M. S. adlı Cemaat mensubu şunları anlatmaktadır: “Sene tahminen 1991 idi. Nusaybinli Cemaat mensubu geçlerden Selman Akbaş kardeşimiz, Nusaybin lisesinde okuyordu ve yaptığı İslami hizmetlerden dolayı göze batmış, bundan dolayı Midyat’a sürgün edilmişti. Ancak hafta sonlarında Nusaybin’e gelir, hizmetlerine devam ederdi. Bir gelişinde, minibüsleri kaza yapmış ve kendisi de hayatını kaybetmişti. Haberini alıp Mardin’e gittik. O zaman Şehid Rehber, öğrencilerimizin ve bir kısım bekâr gençlerimizin kaldığı iki odalı öğrenci evi şeklinde döşenmiş bir evdeydi, bir müddet orada kalmıştı. Gittiğimizde yanında başka arkadaşları da vardı. Selman’ın vefat ettiğini onlar da duymuş ve yanlarına girdiğimizde hadisenin oluş şeklini benden detaylıca sorup öğrendikten sonra; “Vallahi Selman İslam davasının kahraman bir genciydi ve bu uğurda her şeyini ortaya koyup feda eden bir kardeşimizdi. Onun kaybı büyüktür” dedi ve hıçkırıkları boğazına takıldı, artık ağlamaktan konuşamaz hale geldi. Bizler de (belki on kişi vardık) onunla beraber ağladık. Bu birkaç dakika sürdü. Şehid Rehber’in bu halinden gerçekten çok etkilenmiştim…
Yine bir gün bir evde birkaç arkadaşla birlikte oturuyorken, Şehid Rehber de sabah erkenden geldi. Ev sahibi arkadaş onu içeri alıp birlikte bulunduğumuz odaya girdiler, hepimiz ayağa kalktık. Yanımızda oturacağını beklerken, çok sıkıntılı bir yüz ifadesinin olduğunu ve gözlerinin dolduğunu fark ettim. Bana baktı ve gözlerinde doluluk daha da belirginleşti. Ağzından zar zor ve yarı ağlamaklı olarak ancak şunlar çıktı: “İbrahim hocayı (Kızmaz) vurmuşlar, kalk Nusaybin’e git” deyip biraz sustu ve biz de duygu dolu gözlerle kalakaldık. Hala oturmamıştı ve biraz bekledikten sonra; “Sen arabayı sürme, şu arkadaş seninle gelsin. O şoförlük yapsın. Seni Nusaybin’e bırakıp dönsün” dedi…”
B. V. adlı Cemaat mensubu şunları anlatıyor: “Şehid Rehber, öğrenci evlerini ziyaret edip onların mütevazı hayatlarına ortak olurdu. Günlerce bir battaniye içinde onlarla beraber yatıp kalkardı. Dertlerine ortak olur, sıkıntılarını dinler, birlikte ders yapar, sohbetlerde bulunurdu. Sıradan bir arkadaşları gibi onlara arkadaşlık ederdi. Onlara ilgi gösterir, sevip moral verirdi. “
S. S. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “Bir keresinde ilim kitabevinde oturmuş, oradakilerle sohbet ediyorduk. Şehid Rehber içeriye girdi. Kendisini henüz tanımıyordum. Baktım bir arkadaş sigarasını söndürdü, ben de öyle yaptım. Şehid Rehber hepimizle musafaha yaptıktan sonra oturdu. Bana yönelerek halimi hatırımı sormadan önce, gözlerimin içine bakarak, öyle samimiyet ve heyecanla hitap ederek sen ………köyünden S. misin dedi. Ben, evet dedim. Hal ve hatırımı sordu, köyde neler yaptığımı sordu. Ben de köyde ve çevremde kimsenin olmadığından yakındım. Konuşmalarım ve anlatımların onun hoşuna gidiyor, tebessüm ederek beni teselli ediyordu. Sabırlı olmalıyız, mücadelenin tadı zaten buradadır. Biz ihlasla Allah için davaya hizmet edersek, Allah bunun mükafatını bize dünyada ve ahirette verecektir. Yeter ki bizler sabırlı olalım dedi. Ayrılıp eve giderken çok etkilenmiştim. Onun manevi heybetinden, tatlı sözlerinden, hele bir de ilk karşılaştığım biri olmasına rağmen beni tanımasından ve yakın ilgi göstermesinden çok etkilenmiştim. Şehid Rehber kitabevinde bir ara herkese misk sürdü ancak bana ve diğer arkadaşa sürmedi, siz sigara içiyorsunuz dedi. Ancak bir lahza sonra bize de sürdü, hepimiz gülüştük. Bir daha sigaranızı görsem size misk sürmem dedi. “
M. S. adlı Cemaat mensubu, şunları söylemektedir: “Şehid Rehber, Cemaat fertlerini çok sever, değer verir ve güvenirdi. Her zaman bizlerle sanki bir ailenin fertleriymişiz gibi muamele eder ve bizlerle müzakere ve görev alma zamanları dışında sanki evimizin büyüğü, aileden ağabeyimiz gibi bizi sahiplenirdi. Biz de ona bağlıydık ve saygıda kusur etmezdik. Arkadaşlarla müzakere ve çalışma saatleri dışında bizimle birlikte oturur, sohbet eder, aynı atmosferi paylaşırdı. İlişkilerinde çok tabiiydi. Bulunduğumuz evde bir restore, boya, badana veya bunlara benzer bir iş yaptığımızda, kesinlikle ilgisiz kalmaz, kendisi de gelir, iş malzemesini eline alır ve bizimle birlikte işe koyulurdu. Biz utanır ve yapmamasını isteyince; “Siz bu işi nereden biliyorsunuz, ne zaman yapmışsınız ki bilesiniz. Biz köylü çocuğuyuz, bu tür şeyleri yapmışız ve biliyoruz” deyip bir yandan bize takılır ve diğer yandan sohbet ede ede işin sonuna kadar bizimle çalışmaya devam ederdi. “
M. Ö. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Şehadetinden çok kısa bir süre önceydi ben ve bir arkadaş uzun süredir bölgeye gitmemiştik. Bize, hazırlanmamızı ve gidip arkadaşlarımızı görüp tekrar gelmemizi söyledi. Hazırlandık, ondan ayrılacağımız zaman vedalaşmak için odasına gidince, evladından kopan biri gibi uzun uzun bakıp bize; “beni bırakıp nereye gidiyorsunuz” dedi. Bu sözü üzerine; “Ağabey istersen gitmeyelim” dedik. Kürtçe Cevaben; “ka vê carê ji herin êdi ez hew we dişinim” dedi. Bu sözleri bizi etkilemişti, çünkü diğer seferlerden ayrı bir hali vardı. Sanki bizi bir daha görmeyecek gibi bir hal içindeydi. “
Ş. B. adlı Cemaat mensubu bir anıyı şöyle ifade ediyor: “Şehid Rehber arkadaşlara ve özellikle de genç arkadaşlara karşı şefkatliydi, yaptıkları hataya kızmaz ve onları rencide etmezdi. Durumuna göre ya onlarla sohbet eder ve işin hikmetini iyice kavratmaya çalışır veya üzerinde durulmayacak kadar ciddi değilse üzülmesinler diye esprilerle geçiştirir ancak espriyle bile olsa ders verici bir üslup kullanırdı. Bir gün, Batman’da bir arkadaşın evindeydi. Evde birkaç genç arkadaş da bulunuyordu. Genç arkadaşlar ayrı bir odada oturmuş, Baretta marka otomatik bir silaha bakıyorlardı. M……. de silahı incelerken kazaen ateş aldı. Silah sesinin dışarıdan duyulma ihtimalinden ve Şehid Rehber’in de orada bulunmasından dolayı güvenlik endişesine kapıldık. Arkadaşları bir gerginlik kapladı ve mahcubiyetle karışık bir sıkıntı havası oluştu. O esnada Şehid Rehber de odaya girdi ve arkadaşların yüzlerindeki ifadeyi okumuş olacak ki; “Nasıldı, sesi güzel miydi?” diyerek esprili bir şekilde arkadaşlara takılarak o havayı dağıttı. “
Devam edecek…