Sosyolog-İlahiyatçı Ali Bulaç, Strateji, Düşünce ve Analiz Merkezi'nin (SDAM) İstanbul'da düzenlediği programa katılarak "Modernizm ve Medeniyet" konulu bir seminer verdi.
Moderniteyi, "Aydınlanma felsefesinin temel varsayımlarından hareketle yeni bir insan yaratma, yeni bir toplum inşa etme, yeni bir iktidar tanımlama ve yeni bir evren yaratma çabası" olarak tarif eden Bulaç, modern toplumun, "birey", "sekülerleşme" ve "ulus devlet" olmak üzere 3 saç ayağının olduğunu anlattı.
Günümüzde Müslüman aydınların dahi "birey" ifadesini çok kullandığına işaret eden Bulaç, hâlbuki İslam dininde anahtar terimin "kul-abd" olduğuna işaret etti. Bulaç, "Köle manasında değil… Biz Resullullah’a ne diyoruz, Allah’ın kulu ve elçisi. Abdûh-u resulûh-u Efendimizin, Allah’ın kulu… Efendimizin kulluk sıfatı elçilik sıfatından önce gelir." dedi.
"İnsan büyük bir şahsiyet sahibidir"
Bulaç, "Kur’ân-ı Kerîm, insanı önce büyük bir şahsiyet yapıyor. Şahsiyet sahibi olmakla birey olmak birbirinden farklı şeylerdir. İnsan, Allah’ın muradıdır. Allah, insana öyle büyük bir değer veriyor ki bütün varlık âleminde, varlık ağacının meyvesi olarak insanı yaratıyor. Ondan -insandan- bir şey murat ediyor. Bize bu biçimi veren Allah’tır. Allah bizi bu şekilde, böyle yarattı. O zaman insan büyük bir şahsiyet sahibidir. Varlık ağacının meyvesidir ama Allah’ın kuludur, önce kuludur. Sonra, Allah’ın yarattığı eşref-i mahlûkattır. Ahsen-i takvimdir. Aydınlanma veya modernlik bunu reddediyor. Yok, insan kendi başınadır; tabiatla mücadele içindedir. Tarihte tabiatla mücadelesini gün geçtikçe kazanıyor, tabiata egemen oluyor. Onun üstünde ne Tanrı ne melekler ne başka metafizik varlıklar hükümran olamaz. Yani birey olmak, bu demektir." diye konuştu.
Medeniyet kavramının, "uygarlık" teriminden ayırt edilmesi gerektiğini ifade eden Bulaç, medeniyetin kavramının İslam'ı; uygarlık teriminin ise daha çok Batı'yı çağrıştırdığını söyledi.
Bulaç, "Medeniyet İslam’a aittir. ‘Medine’ kelimesi Aramicedir. Aramiceden Arapçaya geçmiştir. Manası şudur; bir mahkemenin yetki sahası içerisindeki yerleşim alanı demektir, habitat demektir. Bu bize neyi çağrıştırıyor? Hukuk, demek ki insanlar bir araya geldiği zaman hukuk zemininde örgütlenir, bir organizasyon kurarlar, işte bu medeniyettir. Avrupa’da 18. yüzyılda bu kelime üretildi. 18. yüzyıldan öncesine kadar ne kültür ne de medeniyet kelimesi Avrupa sözlüklerinde ve dilinde yoktur. Avrupa’da ilişkilerin incelenmesi, nezaket, kibarlık, hukuk, birbirinin hak ve hukukuna saygı gösterme… Bu manada kullanılmıştır kültür ve medeniyet. Neden? Çünkü sınıf savaşları var, din savaşları var, insanlar birbirini kesiyor. Kıta nüfusunun üçte biri gidiyor bir savaşta. Buna son vermek gerektiğine karar verdiler. Medeniyeti ürettiler." İfadelerini kullandı.
"Resullullah Medine toplumunu yeniden inşa etti"
"Medeniyet kavramına son şeklini ve muhtevasını veren Efendimiz aleyhissalatu vesselamdır." diyen Bulaç, şöyle devam etti: "Mekke’den Medine’ye hicret etti. Gelir gelmez ilk yaptığı şey, Medine’nin sınırlarını tayin etmek oldu. Daha sonra ‘Cevf’ dediği merkezi belirledi. Mescit inşa etti, pazarı ilan etti. Medineli müşrikler ile Medine’nin içindeki Yahudiler ve banliyölerde -dışarıda- yaşayan Yahudilerle 'Medine Sözleşmesi'ni imzaladı. Dedi ki burası ‘Yesrib’ olmaktan çıktı, ‘Medine’ oldu. Yesrib, neydi? Savaştı, bu savaşlar 20 sene süren savaşlardı. Kimler birbiriyle savaşıyordu? Bir Araplar birbiriyle savaşıyorlardı, bir Araplar ve Yahudiler savaşıyorlardı. Yahudiler de kendi aralarında savaşıyordu. Resullullah, kaos durumundan adeta Aristoteles’in dediği gibi, Tanrı evreni nasıl bir el hareketiyle kaos olmaktan çıkarıp kozmos yaptıysa Resullullah da Medine toplumunu yeniden inşa etti. Dinin mekânda tezahür etmesi manasında Medine ortaya çıktı. Medine demek din, mekânda uzayda yani zamanda ve mekânda ete kemiğe bürününce, tezahür edince medeniyet o zaman Medine olur. O hâlde buradan da hareketle deriz ki ‘kent’ Batıya aittir, sanayi toplumuna aittir. Şehir, İslam’a aittir, Doğu dünyasına aittir. Bizim doğudaki bütün şehirlerimiz harikulade medeniyet şehirleridir. Medeniyet, dinin teşhir edildiği yerlerdir. Zaten şehir; ahlakın, nezaketin, kültürün, sanatın, mimarinin, edebiyatın, cömertliğin, dürüstlüğün teşhir edildiği yerdir."
"Dini ihlasla yaşarken bu yaşantının tabii sonucunda medeniyet ortaya çıkar"
Fakat bir Müslüman'ın, medeniyet kurmak üzere yola çıkmaması gerektiğini belirten Bulaç, "Gayesi medeniyet kurmak ise o yolculuğu gayrimeşrudur. Dünyevileşir, ben bir medeniyet kurmak üzere yola çıkıyorum dediğim zaman, dünyevi bir amacı gözetmiş olurum. Ancak, dini ihlasla yaşarken bu yaşantının tabii sonucunda medeniyet ortaya çıkar. İşte bu ikisi birbirinden ayrıdır. Bunu nasıl anlayacağız? Mesela oruç üzerinden hareket edelim. Biz Ramazan ayında oruç tutarız neden? Allah rızası için. Allah bunu emrettiği için biz Ramazan ayında oruç tutarız. Yani bizim maksadımız sebebimiz nedir? Allah’ın rızasını kazanmak, dini bir vecibeyi yerine getirmektir. Ancak oruç tuttuğumuzda aynı zamanda diyet de yapmış oluyoruz ve vücudumuz, bedenimiz sağlık kazanır. Ben diyet yapmak üzere oruç tutuyorum desem bu gayrimeşru bir şeydir." değerlendirmesinde bulundu.
"Önce ihlas, arkasından zaten medeniyet gelecek"
O hâlde dini, zamanda ve mekânda tezahür ettirmek üzere yaşamak gerektiğini kaydeden Bulaç, "Bunun sonucunda yapılar ortaya çıkacak, mimari olacak, edebiyat olacak, sanat olacak, ilim olacak, iktisadi bir hayat olacak ve medeniyet olacaktır. Dolayısıyla bu son zamanlarda bir medeniyet kurmak gibi şeylere de kapılmamak lazım. Yani önce ihlas, arkasından zaten medeniyet gelecek. Yani Resullullah medeniyet kurmak üzere yola çıkmadı. Medeniyet dünyevileştirir, zenginlik olur, servet olur, şaşa olur, israf olur, savurganlık olur vesaire ve insanı da yoldan çıkarabilir. Bu çok hassas bir dengedir. Bu dengeyi Müslümanlar takva ile ancak kurabilirler." diye konuştu. (İLKHA)