Murat Dalgın / Van
Unutulmaya yüz tutmuş ve üstü örtülen bu vahşi katliamın zaman aşımına uğramasına 3 haftadan az bir süre kaldı. Ancak Sündüs yaylasında işlenen katliama tanık olanlar ve bu olayda yakınlarını kaybedenlerin aradan geçen 20 yıla rağmen acılarını dindirecek en ufak bir gelişme yaşanmadı. Aksine yetkili makamlar olayın üstünün örtülmesi için büyük çaba sarf etti.
Unutulmaya yüz tutmuş ve üstü örtülen bu vahşi katliamın zaman aşımına uğramasına 3 haftadan az bir süre kaldı. Ancak Sündüs yaylasında işlenen katliama tanık olanlar ve bu olayda yakınlarını kaybedenlerin aradan geçen 20 yıla rağmen acılarını dindirecek en ufak bir gelişme yaşanmadı. Aksine yetkili makamlar olayın üstünün örtülmesi için büyük çaba sarf etti.
O GÜN NELER OLDU
Hayvanlarını otlatmak için Sündüs yaylasına çıkan köylüler, Miran(Sündüs)da 6 çadırlık bir obaya yerleştiler. 18 Temmuz 1993 tarihinde tamamı kadın ve çocuk 24 kişi kimliği belirsiz kişilerce katledildi. Olayda sadece 62 yaşındaki Ahmet Sevgili, Hicret Güzel ve iki küçük çocuğu sağ kurtuldu. Görgü tanığı olan olay yerine yakın çobanlar ise helikopterden inenler tarafından katliamın yapıldığını iddia ettiler. İddialara rağmen olayla ilgili ne bir soruşturma başlatıldı ne de araştırma yapıldı. Katliam sonrası katledilen 24 kişinin otopsi raporlarının hazırlanmasına ihtiyaç dahi duyulmadı. En önemlisi de olay sonrası katliamın haberini yapan yerel gazeteler de Van Valiliğince toplatıldı. Katliamı yapanlar kim, olay yerinde bulunan G3 mermileri ne anlama geliyor, dönemin Çiller hükümeti ve Van valiliği olayı neden örtbas etmek istedi, olay yerine inen helikopteri kim kullandı? Tüm bu sorular 20 yıldır cevap bekliyor. Olayın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen henüz bir dava dahi açılmamış olması bir hukuk skandalı olarak yorumlanırken unutulmaya yüz tutmuş olay, geçen hafta Nami Almalı isminde olayda annesini ve 3 kız kardeşini kaybetmiş bir şahsın Mazlum-Der Bursa Şubesi’ne başvurması ve akabinde İlke Haber Ajansı’nda “Sündüs Yaylası Katliamı Zaman Aşımına Uğruyor” başlığıyla verilen haberle gündeme geldi.
Biz de vahşi katliamın perde arkasını araştırdık. Olayda sağ kurtulan Hicret Güzel, annesi ve birçok akrabası katledilen Sabahattin Samsa, annesi ve 3 kardeşini kaybeden Nami Almalı ve olaydan hemen sonra olay yerine giden ve ailesinden 8 kişiyi katliamda kurban veren Abdulhelim Almalı Doğruhaber’e konuştu.
20 YILDIR HER GÜN O GÜNÜ YAŞIYOR
20 yıldır her gün o anı yaşayan Hicret Güzel, o günü şöyle anlattı: “Sütleri çadırlarımıza götürdük. Akşam 21.00 sıralarıydı. Çadırın etrafında erkek sesleri geldi. Ben de bunlar kim diye baktım. Yanımda bulunan yeğenim ‘bunlar teröristtir’ dedi, ben de ‘yok askerdir’ dedim. Bunlar hepimizi Ahmet Sevgili’nin çadırına topladılar. Çadırda yer yoktu. Ben de taşın dibine oturdum. Onlardan bir tanesi Müzeyye’nin ağlayan bebeğini alıp içimize fırlattı. Ahmet, onlara fakirliğimizden dolayı burada olduğumuzu söyledi. Onlar ise akrabalarımızın korucu olduğunu ve bunun bedelini ödeyeceğimizi söylediler. ‘Bunlar ya içimize bomba atacaklar ya da çocuklarımızı alıp götürecekler’ diyorduk. Ama ikisi de olmadı. Telsizle bir yerle konuştular. Başlarındaki şahıs silahını indirdi ve buranın ismini sordu. Ahmet Sevgili, (Sündüs) Miran Yaylası olduğunu söyledi. Ondan sonra insanları taramaya başladılar. 15 dakika bile sürmedi, o şekilde çolukları ve kadınları taradılar. Ben de dibinde oturduğum taşa iyice sokuldum ve elimde de iki çocuğum vardı. Onların üzerine yattım o şekilde durdum. Tarama bitti. Oradan gittiklerinde çocuğum hıçkırmaya başladı, tekrar taşı taradılar. Oğlum ve ben kelime-i şahadet getirdik. Çocuğum “ana ben öldüm” dedi. Ben de şahadet getirdim. Biri bağırıyor “yeter, hepsini öldürdük” diyordu. Daha sonra oradan ayrıldılar, gece karanlıkta şok yaşadım. Ben de elimle elbiselerime dokundum komple ıslaktı. Bir başıma iki çocukla o taşa yapışık şekilde sabahladık. Sabah manzara dehşet verici idi. Çocukların bağırsakları dökülmüş, bazı çocukların beyni dağılmıştı. Diğerleri de üst üste yığılmıştı. Ahmet Sevgili, yaralı olduğunu ve aşağıda atının olduğunu söyledi bana. Ben de atını getirdim Ahmet’i ata bindirdim ve ilçeye gönderdim.”
TARADIKTAN SONRA ÇADIRI ATEŞE VERDİLER
O günü Ahmet Sevgili’den defalarca dinleyen Sabahattin Samsa da Ahmet Sevgili’nin dilinden katliamı anlattı: “Bütün kadınlar koyunlarını sağmışlardı. İşlerini bitirmiş, herkes kendi çadırına çekilmiş yemeklerini yemişlerdi. Kadınlar çadır önlerinde, ateşin üzerine çay bırakmış, herkes kendi çadırının içine oturarak günün yorgunluğunu atıyordu. Karanlık çoktan çökmüştü. Saat, akşamın 21.00’iydi. Çadırların yakınında bazı sesler geliyordu. Çocuklar korkmaya başlamıştı. Çadırlarda bulunan kadınlar çocukların korkmaması için ‘korkmayın onlar ilçenin askerleridir’ diye teselli ediyorlardı. Silahlı bir grup çadırların etrafını sardı. Yaylada tek erkek olarak ben vardım ve gelenleri ben karşıladım. Sanırım 7 kişilik bir gruptu ve PKK kıyafetleri giymişlerdi. Ben de kendilerini karşıladım, ‘hoş geldiniz hayırdır’ diye sordum. İçlerinden biri sert bir şekilde bağırarak ‘konuşmayın’ dedi. Daha sonra çadırlarda bulunan herkesi benim çadırıma topladılar. Bu sırada ben onlarla konuşmaya çalıştım. Ama beni dinlemediler. Sonra biri bana Kürtçe olarak ‘burası neresi’ diye sordu. Ben de ona ‘burası bizim yaylamız, adı da Miran Yaylasıdır’ dedim. Ve içlerinde biri vardı grubun önündeydi. Sarı sakallı, uzun boylu, mavi gözlü biriydi ve diğerlerine emir vererek ‘çadırlara bakın, kimse başka çadırlarda kalmasın, herkesi buraya toplayın’ diye emir verdi. Diğer çadırlarda yatan bütün çocukları toplayıp getirdiler. Ama yan tarafta bir çocuk ağlaması gelince çocuğun annesi ‘bırakın ben gideyim çocuğumu getireyim’ dedi. Daha sonra onlardan biri ‘sen bırak biz getiririz’ diyerek çocuğu almaya gitti. Çocuğu alıp getirdi ve daha kapıdayken bebeği annesine doğru fırlattı. Biz o an anladık ki bunlar iyi adamlar değil. Başlarında olan adam dedi: ‘Sizin kocalarınız köy korucuları, siz de bunun cezasını çekeceksiniz’ dedi. Ama orada kalan ailelerin hiç biri hatta akrabalarımız dahi korucu değildi. Biztttde köy korucusu hiç yoktu. Bu arada benim eşim yalvarmaya başladı ‘ne olur kocamı öldürmeyin’ diye. Çadırın içinde birkaç tane gaz lambası yanıyordu, biraz aydınlıktı ve artık kadınlar ve çocuklar ağlayarak çığlık atmaya başladılar. O an cebinden bir telsiz çıkardı ve bir yerlerle temasa geçti. Telsizi kapattıktan sonra elindeki silahı kaldırarak bir el ateş etti. Kurşun omzumu sıyırarak arkamda bulunan eşime isabet etti ve eşim yere yığıldı. Gruptan 3 kişi kadın ve çocukları taramaya başladılar. Çadırdan çıktılar, çadırı biraz geçtikten sonra içerden bir çocuk ağlaması ve birkaç tane yaralı kadının inleme sesi geldi. Biri çadırın arkasına yanaşarak tekrar çadırı taramaya başladı. Ağlayan çocuk sesi ve yaralıların inlemesi kesilmişti. Çadırların etrafında kadınların topladığı odunları ateşe verip kayboldular. Bu sırada bir kadına daha kurşun isabet etmemişti. Ben de ayağımdan vurulmuştum ve sabaha kadar o şekilde kaldık. Sabah yaralı olan ayağımı bir eşarp ile bağladım ve ilçeye gittim.”
MANZARA KARŞISINDA AKLIMIZI YİTİRDİK
Ahmet Sevgili’nin yaralı bir şekilde ilçeye geldiğini ve kendilerine haber verdiğini söyleyen Sabahattin Samsa, “Biz hemen yaylaya akın ettik o zamanın şartlarında araba yok. Birileri atlarla gitti, birçoğumuz yayan gittik. Tabi bu sırada artık herkesin haberi oldu. Yaylalarda helikopterler uçmaya başladı, askerler geldi. Ama biz gördüğümüz manzara karşısında aklımızı yitirdik. Kollarında bebekleri ile can veren kadınlar! Birçok insan akli dengesini kaybetti. Hasta olup yataklara düşenler oldu. Biz de o sabah diğer çadırlardan topladığımız battaniye ve bez parçalarını getirip parçalanmış cesetleri toplamaya başladık. At sırtında patika yollardan cesetleri ilçeye getirdik. O zaman kimseye otopsi falan yapılmadı, herkes kendi cenazesini tanıdı. Muhtar da Gevaş’tan gelen savcıya teyit etti. Ve herkes o şekilde cenazelerini yıkayınca bütün cenazeler bir mezarlıkta defnedildi” şeklinde konuştu.
Katliamın yapıldığı gece başka yaylada bulunan bir çobanın Sündüs Yaylası’na yakın bir yere bir helikopterin indiğini kendilerine söylediğini ifade eden Samsa, “Çobanlar 3 tane el fenerinin yaylaya doğru gittiğini ve ardından silah seslerinin geldiğini söylediler. Ama korktukları için oraya gidememişler. Ancak bu ifadeleri savcılıkta da belirtmelerine rağmen bu ifadeler savcılık tutanaklarına işlenmedi. Ayrıca 18 Temmuz’da katliamın üzerinden 20 yıl geçmiş olacak. Biz, bütün insanlardan bu katliama sesiz kalmamalarını istiyoruz. Özelikle Roboski katliamında yakınlarını kaybeden ve bölgede yapılmış katliamlarda yakınlarını kaybeden herkesten bu katliamın yıl dönümünde bizleri yalnız bırakmamalarını istiyoruz” dedi.
OHAL, FAİL-İ MEÇHULLERE ÖRTÜ OLDU
Ülkenin karanlık bir dönem yaşadığını ve bölgenin, 70-80 yıllık despot bir yapılanma neticesinde birtakım karanlık faaliyetler sonucunda olağan üstü hal bölgesi olarak ilan edildiğini ifade eden Abdulhelim Almalı ise, “Gece 7-8 den sonra sokağa çıkma yasakları başladı. Sokağa çıkanların anne babaları kaygılıydı, çocukları eve döner mi diye. Bütün bunların altında yatan neden, fail-i meçhullerin artarak devam etmesiydi. O dönemin aktörlerine bakıyorsunuz: Olağan Üstü Hal Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Van Jandarma Tabur Komutanı Veli Küçük. Herkesçe malumdur ki Veli Küçük şu an bir dönem bu bölgede yaptığı katliamlardan dolayı içeride hesap veriyor. Bir başka aktör, o dönemde yine Van Valiliği yapmış olan Mahmut Yılbaş… Bunlar, hep derin yapılanmaların adamlarıydı” ifadelerini kullandı. O dönemde derin güçler, örgütler ile devlet arasındaki derin çatışmalarda asıl mağdurlarının bölge halkı olduğunu belirten Almalı, yapılan bu katliamı PKK’nın üstlenmediğini belirterek bu olayın aradan geçen bunca zamana rağmen bir muamma olarak kaldığını söyledi.
KİRLİ SAVAŞTA TARAF OLMAMANIN BEDELİNİ ÖDEDİLER
Almalı, “Oysa orada bulunan kalaşnikof ve G3 mermilerine baktığımızda, devlet eğer ciddi anlamda bunun üzerine düşmüş olsaydı bu olayın fail-i meçhul olmadığını ortaya çıkarırdı. Bunlardan ne istendi? Niye bu fakir insanlar hedef seçildi? Ki bunların devletle ya da örgütle herhangi bir sorunları da yoktu. Asıl mesele de burada. Bahçesaray halkı kendi konumunu koruyabildi. Ne örgütten yana ne de devletten yana bir tavır içerisine girmedi. Dolayısıyla bu kirli savaşın tarafı olmamalarının bedelini yaşadılar. Bu mağduriyeti yaşayan aileler halen bunun ızdırabını yaşıyorlar. 6 aylık henüz dünyaya gelmemiş bir çocuk, anne karnında katliama maruz kalmıştı. Şimdi olayları tesadüflere bağlamak doğru değil. Sistem kirli bir savaşın içindeydi. Bölgemizde bu kirli savaşın kurbanları vardır. Kurbanlar ise bölge insanlarıdır. O dönemde yapılanlar üzerinden mesajlar veriliyordu” dedi.
VİCDANLARI VARSA…
Geçtiğimiz günlerde Mazlum-Der Bursa Şubesi’ne başvurarak olayın gündeme gelmesini sağlayan Nami Almalı, bu olayın bölgede yaşanmış sayılı katliamlardan biri olduğunu hatırlatarak “Bizim beklentimiz geç kalınmış olmasına rağmen olayla ilgili bir dava açılması ve 20 yıldır tecelli etmeyen adaletin yerini bulmasıdır. Burada sizlerin aracılığıyla 550 milletvekiline, STK’lara ve vicdanı olan herkese seslenmek istiyorum: Ülkelerinde gerçekleşen bu katliamı görsünler” diye konuştu.
Olayla ilgili bir açıklama yapan Mazlum-Der Van Şubesi Başkanı Yakup Aslan ve Van Baro Başkanı Murat Timur da olayın takipçisi olacaklarını söylediler.
İşte Katliamda hayatını kaybedenler:
Zehra Ağaç(1),Yunus Sabırlı(2), Bahar Turan(3), Eylem Elmalı(4), Hamim Yaşar(4), Azat Sabırlı(7), Sevim Ağaç(7), Muhammet Yaşar(8), Zozan Turan(10), Hürriyet Sevgili(12), Nezahat Elmalı(12), Yıldız Güzel(13), Azime Elmalı(14), Semra Sabırlı(17), Menice Yaşar(18), Gülnaz Söylemiş(18), Hediye Turan(20), Hikmet Sabırlı(20), Neşide Ağaç(32), Sedef Elmalı(35), Muhteber Sabırlı(38), Beybun Sevgili(40), Müzeyyen Yaşar(42), Huri Samsa(55).
İşte Valilik tarafndan katliamı haber verdiği için toplatılan gazete