İşte Zülküf Er`in kaleme aldığı makale

Akiller Hizbullah`ı Ne Kadar Gördü?

Akil adamlar nihayet çalışmaların tamamlayıp hazırladıkları raporları Başbakan`la ve kamuoyuyla paylaştılar. 7 Bölgeye atfen 7 gruptan oluşan heyetler yaptıkları görüşmeler sonucu kimi tespitlerde bulundular.

Olayların yaşandığı coğrafyaya hitap etmesine binaen Güneydoğu (Kürdistan) Heyeti`nin hazırladığı raporda geçen tespitler sorunun çözümü konusunda daha gerçekçi öneriler barındırmakta.

Heyetin hazırladığı raporda en dikkat çeken konulardan bir tanesi ise Kürdistan Coğrafyası`nda yaşayan farklı etnik ve inanç sahibi grupların, BDP-PPK gibi düşünmeyenlerin taşıdıkları haklı endişeler. Örneğin Bölgede yaşayan Araplar çözüm süreci sonrası devlet tarafından güçlendirilen BDP-PKK cenahının kendilerine yaşam hakkı tanımayacağı türünden bir endişe taşımaktalar.  Aynı endişeler şu an korucu olarak istihdam edilen insanları da kuşatmış durumda. Ayrıca bu cenahın kendini Laikliğin yılmaz bekçisi olarak övmesi de dindar halkı endişelendirmekte ve yıllarca Türk Laiklerden çektiğimiz yetmedi mi, bir de sizden mi çekelim kaygısına sevk etmektedir.

Kürdistan Heyeti`nin hazırladığı raporda; Ayrıca barış süreci PKK ile hükümet arasında bir iletişim kanalı açarken, Mustazafların halen devlet tarafından dışlanması, bu grupta hem öfke birikimine neden olmakta hem de muhtemel bir yerel barış için risk oluşturmaktadır. Denilerek tek kanatlı ve bölge halkının tamamını kapsamayan bir barış çalışmasının aslında bir tarafı güçlendirmek diğer kesimleri ise yok saymak anlamına geldiği vurgulanarak bu durumun doğurabileceği sonuçlara değinilmektedir.

Ayrıca heyetin hazırladığı raporda geçen şu ibareler de manidardır:  Bölgenin bir gerçekliği olan Hizbullah/Mustazaflar hareketinin, kendisini şiddetten arındırıp sivil topluma ve demokratik siyasete entegre olma çabalarının desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekirken, legal sivil toplum faaliyetlerinin dahi terör eylemi olarak değerlendirilip kimi üyelerinin terör örgütü üyeliği suçlamasıyla mahkûm edilmesi ve derneklerinin kapatılması, söz konusu yapıyı kriminalize etmekten ve gerilimlere yol açmaktan başka hiçbir sonuç doğurmamaktadır. Çözüm süreci bakımından bir risk potansiyeli taşıyan bu olumsuz gelişmeler yetkililerce dikkate alınmalı ve gereken hassasiyet gösterilmelidir.

Bu tespite, özellikle de bölgenin gerçekliği olma tespitine katılmamak elde değil. Ama önemli olan heyetin yazdıklarından ziyade, devlet aklının bu yazılanları nasıl okuyacağıdır.

Hem Devlet, hem AKP, hem de medya Kürt Sorunu`nun çözümü konusunda sürekli bir şekilde PKK-BDP kanadını tek muhatap olarak algılamayı yeğledi. Yani devlet, KÜRTLER eşittir PKK-BDP anlayışını geliştirerek tüm halkı bir sürü gibi algılayıp çobanlık görevini de anılan gruba verme kolaycılığını tercih etti. Bu anlayış, Kürt Sorunu`nun değil ancak olsa olsa PKK ile Devlet arasındaki sorunun çözümüne katkı sağlayabilir. Çünkü ne bütün Kürtler PKK`dir ne de PKK saf ve halis bir Kürt gücüdür.

Sen, sadece o kesimi muhatap alıp geri kalanları dışlarsan eğer, muhatap aldığın kesimi meşrulaştırmış, bölgenin tek gücü olarak kabul etmişsin demektir. İşte bunun verdiği rahatlıktan dolayı adamlar kalkıp Asayiş Gücü kurarak kimlik kontrolü yapmakta, yakın zamanda bölgede istihdam etmek üzere binlerce üniversiteli Kürt gencini dağa çıkarmaktadır.

Cizre`de yaşananlar ortada. Asayiş Gücü denilen yüzleri maskeli insanlar diplomalarını aldılar ve sokağa çıkıp kimlik kontrolü yaptılar. Acaba yüzleri gizli bu gruplar, kontroller esnasında hangi hukuka, hangi cezalandırma yöntemine göre hareket edecekler.   Bu durumun müsebbibi o insanları tek muhatap olarak alan ve cesaretle donatan devlet aklıdır. Devlet aklı derken de, bu aklı taşıyan kafanın içerisinde kuyrukları bir birine değmeden dolaşan kırk tilkiye de vurgu yapmak isterim.

Devlet PKK ile de İmralı ile de hatta Kandil ile de görüşsün. Buna itiraz etmek, kan akmasını arzulamaktır. Bundan da Allah`a sığınırım. Eli silahlı gruplarla silahların susması görüşülür, bu da çok doğaldır. Ama her kesimi dışlayıp sadece onları muhatap alırsan bu bölgeyi onlara teslim etmek demektir. Elbette bu durumun doğuracağı kimi olumsuzluklar olacaktır. Ama belki de devletin istediği de budur.

Akillerin hazırladığı raporda geçen, Bölgenin bir gerçekliği olan Hizbullah/Mustazaflar hareketinin, kendisini şiddetten arındırıp sivil topluma ve demokratik siyasete entegre olma çabalarının desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekirken, legal sivil toplum faaliyetlerinin dahi terör eylemi olarak değerlendirilip kimi üyelerinin terör örgütü üyeliği suçlamasıyla mahkum edilmesi ve derneklerinin kapatılması, söz konusu yapıyı kriminalize etmekten ve gerilimlere yol açmaktan başka hiçbir sonuç doğurmamaktadır. Çözüm süreci bakımından bir risk potansiyeli taşıyan bu olumsuz gelişmeler yetkililerce dikkate alınmalı ve gereken hassasiyet gösterilmelidir. İbarelerine dönecek olursak; Akiller, aslında malumu ilam etmişlerdir. Elazığ ve Malatya İhya Der davalarından başlayıp en son aralarında Hüda-Par Genel Başkan yardımcılarının da olduğu 13 Müslüman`a sırf sivil ve legal faaliyetlerde bulundular diye yüzlerce yıllık cezaları reva gören devlet, eli silahsız bu sivillere adeta, Arkadaş rahat etmek istiyorsan eğer; al silahı eline dağa çık. Önce, bir güzel savaşalım, bir birimizi öldürelim, sonra da oturup konuşalım ve anlaşalım, demiştir.

Aslında Akiller eksik yazmışlar. Madem Hizbullah veya Mustazaflar bölgenin gerçeklerinden biriyse o zaman bölge sorunlarının çözümü konusunda da baş aktörlerden biri olmalıdır.  Yıllarca; dışlandım, ötekileştirildim diyerek, iktidarları halka şikâyet eden kendisi iktidarda olmasına rağmen halen aynı edebiyatı yapan Ak Parti iktidarının bu ötekileştirme, dışlama konusunda tutarlı olması lazımdır.

Bu görmeme hatta taammüden ve cem`en cezalandırmanın altında yatan gerçeklerden biri eli silahlılara verilmiş bir söz müdür acaba? Bu adamlara, siz silahlı adamlarınızı bölgenin dışına çıkarın ben de bölgeyi sizin istemediğiniz güçlerden temizleyerek size vereyim, şeklindeki bir anlaşmaya sadakat mi bu cezalar?

Şiddet yok, silah yok, yol kesme yok; ama ceza var, zindan var, yok sayma, derneklerin kapısına kilit vurma var. Bırakın kapatılan Mustazaf Der`e üye olmak gelinen aşamada Hizbullahi olmak bile yasalara göre suç olmamalı.  Çünkü yıllardan beridir, Hizbullah Cemaatine isnad edilen hiçbir şiddet olayı bulunmamaktadır. Şiddet yoksa Terör de yoktur, terör örgütü de. Devletin, Akillerin bu tespitini iyice değerlendirmesi lazımdır.

Yıllardır kendi gibi düşünmeyenleri yok ederek büyüyen bir örgüte bölgeyi teslim etmek, farklı düşünen veya geçmişten beri sorun yaşayan, saldırılara maruz kalan insanları hedefe koymaktır. Nitekim asayiş ve benzeri adlarla oluşturulan milis kuvvetleri de, yol kesip kimlik kontrolü yapmak da, yol kesip adam kaçırmak da, şantiye basıp araç yakmak da bu yolun ilk adımlarındandır.

Anlaşılan devlet sadece PKK ile kendi arasındaki sorunun çözümü için uğraşıyor. O yüzden de sadece onları meşrulaştırıyor. Bölgenin diğer canlı dinamiklerini, Hizbullah Camiasını, Mustazafları, Kürtlerin azımsanamayacak bir kesimini temsil eden tarikatları, bölge âlimlerini dışlamak çözümü yanlış yerde aramaktır.  

Sadece silah kültürünü muhatap almak ve onları hem Kürtlerin tek temsilcisi olarak görmek hem de Kürtler üzerindeki kendi temsilcisi, atanmışı olarak algılamak, sömürge valisi atamakla eşdeğer bir anlayıştır. Yapılması gereken toplumsal karşılığı olan her kesimi sürece dâhil etmek ve sivilleşmenin önündeki engelleri herkese eşit şekilde açmaktır. Tersi durum Allah korusun, kaş yapayım derken göz çıkarmak anlamına gelebilir.

Selam Ve Dua İle

Zülküf Er / Hürseda