Ülkelerindeki savaş, şiddet olayları, siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklar nedeniyle başka ülkelere sığınmak zorunda kalan mülteciler, büyük zorluklarla gittikleri ülkelerde ırkçılık, ayrımcılık ve kötü muamele ile karşılaşıyor.
Jeopolitik konumu, tarihi ve kültürel mirası dolayısıyla önemli bir İslam ülkesi olan Türkiye, göç hareketlerinden en çok etkilenen devletler arasında yer alıyor. Başta Suriye olmak üzere, Afganistan, Yemen ve Irak gibi ülkelerden Türkiye’ye yoğun göçler yaşanıyor. Bununla birlikte sayısız göçmen için de bu topraklar, bir geçiş güzergâhı özelliği taşıyor.
Mülteci ve sığınmacılar ile ilgili uluslararası sözleşmelere taraf olan Türkiye’de mülteciler, daha güvenli bir ortamda bulunuyor. Kültürel bağları nedeniyle Türkiye, Müslüman mülteciler tarafından daha çok tercih edilirken bu bağlamda Suriye’den gelen kayıtlı mülteci sayısının 4 milyona dayanması belli kesimlerin tepkisini de beraberinde getiriyor.
Son günlerde bazı kesimlerce özellikle sosyal medya üzerinden bilinçli olarak, topluma mülteci düşmanlığı aşılanmaya çalışılıyor. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Süleyman Kurt, konuyla ilgili İLKHA'ya değerlendirmelerde bulundu.
"Kişinin, bilginin doğruluğunu kaynağından teyit etmesi gerekiyor"
Her bireyin ulaştığı bilgiyi sorgulama ve teyit etme sorumluluğunun kendisine ait olduğuna dikkat çeken Kurt, "Toplumsal sonuçlarını bireyin kendi hareketleri doğuracağı için bilginin doğruluğunu kaynağından teyit etmesi gerekiyor. Sosyal medyanın böyle bir şehveti var, gelen bilgiyi teyite ihtiyaç duymaksızın hatta bazen yalan olduğu bilinerek yoğun bir şekilde repost edildiği (paylaşıldığı) bir atmosferden bahsediyoruz. Şu anda yasal bir düzenlemeye tâbi oldu. Sonuçlarını da almaya başladık. Bazı yalan haber üreten merkezlerin bir bakıma biraz daha kendisine çeki düzen verdiğini görüyoruz." dedi.
"Üretilen yalanlar hem bireylerde hem de toplumlarda ırkçı bir nefret politikası haline geliyor"
Sosyal medya üretilen göçmen karşıtı yalan haberlerin sonuçlarından bahseden Kurt, "Bir yalanı defalarca söylerseniz, önce kendiniz sonra toplum bu yalana inanmaya başlar daha sonra eskiden sempati duyan insanlar da antipati duymaya başlar ve bir yerden sonra onlar da bu yalana inanmaya başlar. Sanki o yalan hayatımızın bir parçasıymış, eksiğiymiş gibi bizi rahatsız etmeye başlıyor. Diyelim ki: 'Suriyeliler hastanelerde sıra beklemeden tedavi oluyor' bilgisini kasıtlı olarak ortaya atıyorlar. Hastaneler baktığımızda sevimsiz yerlerdir. Hasta olduğumuz zaman ve bir an evvel hastaneden çıkıp gitmek isteriz. İnsanlar hastaneye gidip sıra bekledikleri zaman, sosyal medyadaki bu bilgiyle yaşadıkları psikolojiyi harmanladıklarında 'ben bu ülkenin vatandaşı olarak sıra bekliyorum, Suriyeliler beklemiyorlar böyle iş mi olur?' diyerek isyan etmeye başlıyorlar. Oysaki hiçbir dayanağı olamayan ve tamamıyla uydurulmuş bir yalandır. Neden? Mecelle 5'inci maddede 'müddei iddiasını ispata mükelleftir' der. Ortaya bu iddiayı atanlara soruyoruz: 'bunun dayanağı nedir, nereden duydunuz, neye göre söylüyorsunuz?' diyoruz. Benim komşum hastanede görmüş, bir Suriyeliye sen Suriyelisin öne gel demişler, diyorlar. Bu bir ispat, dayanak hiçbir şey değildir. 'Üniversitelere sınavsız giriyorlar' örneği de var. İnsanlar sınav stresi yaşıyorlar, 1,5 milyona yakın öğrenci üniversite sınavına giriyor. Öğrenciler bir yıl boyunca ders çalışıyorlar. Sonuçta bir sıralama oluyor ve bu öğrencilerin bir kısmı başarısız oluyor. Başarısız olanlar şu psikolojiye giriyorlar: 'benim bir yıl boyunca uğraştığım ve giremediğim üniversiteye Suriyeliler sınavsız giriyor'. Bilindiği üzere sadece Suriyeliler değil bütün milletlerden misafir öğrenciler Türkiye'deki üniversitelere girerken farklı bir uygulamaya tabi oluyorlar. Bu Suriyelilere özel değildir ve Türkiye'de yıllardan beri olan bir şeydir. Bu durumu 'Suriyeliler üniversitelere sınavsız giriyor' diyerek bir propagandaya çevirip sonra bunu gençlere pompaladığınızda sanki kendilerinin bu kadar emek verdiği bir sınava Suriyeliler hiç emek vermeden katılıyor gibi bir algıya sebep oluyor. Bu durumda ister istemez zaman içerisinde hem bireylerde hem de toplumlarda ırkçı bir nefret politikası haline geliyor. Bu durum, neden toplu taşıma araçlarında neden Suriyeli oturuyor ben Türk olarak ayakta kalıyorum, parktaki salıncakta neden Suriyeli ya da Afrikalı 'zenci çocuk' sallanıyor diye psikopat bir reflekse dönüşüyor." şeklinde konuştu.
"5N1K'nin içerisindeki N harflerinin hiç birisindeki N harfi 'nereli' sorusu değildir"
Bazı medya kuruluşlarınca iki tarafın karıştığı adi suçlar, Türkiye vatandaşları arasında yaşandığında direkt olay verilirken, taraflardan birisi göçmen ise göçmen tarafın suçlu ilan edildiğini dile getiren Kurt, "Haber dilinde '5N1K' diye tabir ettiğimiz bir proses (süreç) vardır. 5N1K'nin içerisindeki N harflerinin hiçbirisindeki N harfi 'nereli' sorusu değildir. Manşetin tıklatılma şehvetiyle medyada Suriyeli gencin karıştığı kavga, Afganistanlı şoförün Türk aracına çarpması gibi mülteci nefretini körükleyici bir dil yer alıyor. Bu haberler zamanla dezenformasyonun, kin ve nefretin boyutlarını körükleyici bir hal alıyor. Sistemli bir şekilde bu yalanlar üretiliyor ve birtakım oluşturulmuş yüksek takipçili hesaplarla kamuoyunda köpürtülüyor. Irkçı ve göçmen karşıtlığı üzerinden yakın zamanda İngiltere, Amerika ve Avrupa'da yaşanan seçimlerde, seçim stratejilerini bile göçmen karşıtlığı hatta İslam düşmanlığı üzerinden bina eden siyasetçiler gördük. Ülkemizde de var. Her ne kadar sayıları az olsa da etki alanları ve çıkardıkları ses, gürültü maalesef yüksek oluyor. İnsanlar yeni bir bilgi ve haberle karşılaştıklarında hiçbir şey olmasa bile merak ediyorlar. Bir yalan tekrar edildiğinde bir yerden sonra insanlar: 'bu adam da bu kadar arka arkaya yalan söylemez, vardır bunun bir doğruluk payı' der hale geliyor. Bu yalanı koca koca adamlar, siyasiler, akademisyenler, entelektüel olduğunu düşündüğümüz insanlar söyleyince maalesef ve ne yazık ki bir tık daha alıcısı çıkıyor. Bu durumda beraberinde çocuklarımıza, parklarımıza, otoparklarımıza, sahillere kadar sirayet eden psikolojik bir yönelim ortaya çıkarıyor." diye belirtti.
"Bu misafirlik bir süre uzamış oldu belli ki biraz daha devam edecek, birlikte yaşama kültürüne alışmamız lazım"
Özellikle Suriyelilerin büyük bir kısmının ortalık durulduğunda kendi memleketlerine dönmek istediğinin altını çizen Kurt, "Bugün bir misafir olarak annenize, babanıza kalmaya gitseniz veya tatile de bir an evvel tekrar kendinizi en iyi hissettiğiniz yer olan evinize dönmek istersiniz. Bu insanlar da dönmek istiyorlar ama şu anki ortamda gerek Suriye'de gerek Afganistan'da, Afrika'da dönebilecekleri bir ortam ne yazık ki henüz yok. Bu misafirlik bir süre uzamış oldu belli ki biraz daha devam edecek, birlikte yaşama kültürüne alışmamız lazım. Misafirler de Türkiye kültürüne ayak uydurmak durumunda Türkiye'dekiler de misafirlerin kültürüne ayak uydurmak durumundadır. Çok kültürlülük ve çok seslilik Türkiye'nin orta ve uzun vadede faydasına bir durumdur." şeklinde dile getirdi.
Sorunun çözümü hakkında konuşan Kurt, "Japonlara eğitimde en çok öğretilen konunun empati kurma olduğu söylenir. Çocuklara ilkokulda empati kurmaları öğretilir. Bu durum sınıfı temizlemekle başlayıp yemeklerini kendileri alıp tabaklara doldurmakla devam eden kültürel bir sistematiktir. Türkiye toplumunun mülteci düşmanlığı diye bir sorunu yoktur, sadece yeterlice empati yapamama ve dezenformasyon saldırılarına fazlaca maruz kalmak gibi bir sorunu vardır." ifadelerini kullandı. (İLKHA)