Âlimler ve Medreseler Birliği (İTTİHADUL ULEMA) tarafından gerçekleştirilen "7'nci Âlimler Buluşması" başladı.
7'nci Alimler Buluşması başladı
Programın açılış konuşmasını Alimler ve Medreseler Birliği (İTTİHADUL ULEMA) Genel Başkanı Molla Enver Kılıçaslan yaptı.
Kılıçaslan, buluşmanın yedincisin düzenledikleri için Allah'a hamd ettiklerini söyledi.
Daha önceki altı buluşmalarında çok kıymetli hususları müzakere ettiklerini söyleyen Kılıçaslan, "İnşallah, bu buluşmamızda da medrese ve alimlerimizi yakından alakadar eden hususları müzakere edeceğiz." dedi.
“Allah, indinde din İslam’dır. (Âl-i İmrân, 19)" ayetini hatırlatan Kılıçaslan, "İslam, kıyamete kadar var olacaktır. Dinin varlığı ile tedrisi arasında ise açık bir ilgi vardır. Dinî tedrisat, dinin varlığını sürdürmesinin vesileleri arasındadır." dedi.
Kılıçaslan, “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik.” Nahl: 44" ayetine atıfta bulundu ve şunları ekledi:
Malumunuz olduğu üzere İslâmî tedrisat, Vahyin nazil olması ve ilk tebliği ile başlamıştır. Mekke-i Mükerreme, cahili nizama rağmen, Kâbe-i Şerif’in etrafı, Darü’l-Erkâm, başka mekânlar hatta çevresindeki vadilerle İslam için büyük bir tedrisat mekânına dönüşmüştür.Medine-i Münevvere’de Hz. Nebi-i Muhterem salallahü aleyhi vesellem’in öncülüğünde Onun pâk Mescid’i gün boyu Kur’an’ın öğrenildiği, Sünnetin kavranıp tatbik edildiği bir medrese fonksiyonu görmüştür.
Müslümanlar, oradan aldıkları misalle, İslam âleminin dört bir yanında açtıkları mescitleri aynı zamanda tedrisat merkezleri olarak kullanmışlardır.
O günün dünyasında kapısından içeri girdiğiniz her mescidde, mescidi ayakta tutan sütunların etrafında birer ders halkası görürdünüz.
Ne var ki zamanla bu ders halkaları mescitlere sığamaz olmuş, aynı amaçla kullanılan ribat ve hankahlar dahi tedrisatımıza yetmemiştir.
İmkânlarını sürekli geliştirme konusunda Sünnete tabi olan Müslümanlar, bulundukları noktada kalmamışlar, istikrarlı bir gelişme, ilerleme ve yükseliş içinde ilk medreseleri tesis etmeye başlamışlardır.
O ilk medreselerden sonra tarihsel sürece bakıldığında medreselerimizin gelişimiyle İslam aleminin yüz yüze kaldığı krizler ve istilalar arasında bir ilginin olduğu görülecektir.
Vezir Nizamülmülk’ten önce, İslam aleminde medreseler mevcut olsa da yetersiz olduğunu ifade eden Kılıçaslan, "Alimler, mağdurdu. İllim talebeleri sahih ilim öğrenecekleri mekânları bulamıyorlardı. Müslüman avam, doğruları kimden öğreneceği konusunda şaşkınlık içindeydi. Kimi zaman hakkı ararken batıla denk geliyordu. İslam aleminde bidatlar çoğalmış, ilim namına yanlışlar başını alıp gitmişti. Nizâmî medreselerle bu kiriz aşıldı. Oralarda yetişen ve aynı zamanda tedrisatta bulunan İmam-ı Gazzâlî ve diğer âlimlerimiz, dinî ilimleri ihya ettiler, dinî ilimler ihya olunca Müslümanların önü açıldı. Kriz süreçleri zaferlere doğru yol aldı. O devirde Haçlılar, başta Mescid-i Aksa olmak üzere İslam âleminde istilalarda bulundular. Şu anda bulunduğumuz Diyarbakır’ımızın yanı başındaki Urfa şehrini dahi istila ettiler." diye konuştu.
"Arif âlimler olmasaydı onlara karşı, Selâhaddîn-i Eyyûbî Hazretleri gibi bir kahraman yetişmezdi"
"Mürşit ve arif âlimler olmasaydı onlara karşı, Selâhaddîn-i Eyyûbî Hazretleri gibi bir kahraman yetişmezdi. Fakih İsa el-Hakkârî gibi bir âlim olmasaydı Selâhaddin elbette yalnız kalırdı." Diyen Kılıçaslan, "Selâhaddin de sadece asker yetiştirmemiş, sadece kılıç bilememiş aynı zamanda elde ettiği ya da fethettiği bütün şehirleri medreselerle donatmıştır." dedi.
Haçlıları İslam âleminden defedenin, Müslümanların sadece kılıçları olmadığını, aynı zamanda erkek veya kadın okutan medreseler olduğunu vurgulayan Kılıçaslan, "Moğol istilası, İslam alemi için büyük bir felakettir. Ne yazık ki o felakette, sahih ilmin zayıflamış olmasının payı da yok değildir. Haşa Ümmete altı asır ömür biçenler, bu tür yersiz sözleri hadis diye yayanlar, Müslümanların azmini kırdılar." diye konuştu.
Moğol katliam ve istilaları sonrası sürecin ıslahında alimlerin büyük payı olduğunu belirten Kılıçaslan, "Âlimlerimiz, medreselerimizi tekrar kurmuşlar ve Moğolların dahi Müslüman olmasına vesile olarak İslam âlemini ihya etmişlerdir. Moğol istilasından yaklaşık 600 yıl sonra Hicri 12. Asra doğru geldiğimizde İslam âlemi bir kez daha zayıflamışsa bu, ilme yeteri kadar yatırım yapmadığımızdandır. İlim kurumlarımıza önem verir, o kurumlarda çağın âlimlerini yetiştirseydik küffar, dünyevi olarak önümüze geçmezdi. Şeyh Halid-i Zülcenahayen el-Bağdadî el-Kürdi, o devirde medrese ve dergâhları bütünleştirerek bir tür ittihadı sağlamış, İslam âlemine bir soluk aldırmış, sonraki asırda pek çok mücahid ve mütefekkir, onun kılavuzluğunda yetişmiştir." şeklinde konuştu.
Tarih boyunca İslam toplumlarında hak ve adalet için mücadele edenler de batıl dava ve kötü amaç güdenler de ancak ulemanın desteğini alarak hedeflerine ulaşabildiğini belirten Kılıçaslan, bu sebeple tarihte ulema-i su ortaya çıktığını belirtti.
Kılıçaslan, "Ulema-i su olmazsa zalim ve kötü idare olmayacağı gibi Rabbani ulema olmazsa ve bu ulema rolünü ve görevini bilmez ya da yapmazsa da adil ve ıslah eden idare ve toplum olmayacaktır. Hayal ettiğimiz ve kitaplarda okuyup yazdığımız o saadet toplumu hep hayalimizde, kitaplarımızda ve tarihte kalacaktır." ifadelerini kullandı.
"Evlatlarımız, İslam’dan uzaklaştırılıyor, İslam’a düşman ediliyor"
Geldiğimiz noktada İslam âleminin ezici çoğunluğunun elbette fiili istila altında olmadığını, ama maalesef ki İslam âleminin büyük bir zihni istila altında olduğuna dikkat çeken Kılıçaslan, "Biz, o bakımdan bugün tarihimizin en büyük istilası ile karşı karşıyayız. İdeolojiler üzerinden evlatlarımızın inançları ile oynanıyor. Evlatlarımız, İslam’dan uzaklaştırılıyor, İslam’a düşman ediliyor. İmanlarını ideolojilerin şerrinden koruyan evlatlarımızın bu kez ahlaklarıyla oynanıyor. Onların iman -salih amel-takva bütünlüğüne ulaşmamaları için önlerine bir bir engel konuyor." şeklinde konuştu.
Kılıçaslan, şöyle devam etti:
İnsanın bulunduğu koşullar, ona farklı sorumluluklar yükler. Bizler de bu çağın alimleri olmakla bu çağın koşullarının getirdiği sorumluluklara muhatabız. Bizden öncekiler, krizleri aşıp İslam için zaferlerin kapısını açtılar. Biz, sorunlarımızın büyüklüğü karşısında aciz kalamayız. Aksine sorunları zafer fırsatı olarak görmeliyiz.Ashab-ı Kiram’ın örnek alınmasından söz ederken, Selef-i Salihine tabi olmanın önemini anlatırken Selâhaddin’i methederken sorumluluklarımıza sırtımızı dönemeyiz. Onlar, çağlarının sorunlarıyla nasıl baş etmeye çalışmışlarsa biz de çağımızın sorunlarıyla öyle baş etmeye çalışmak zorundayız.
Onlar, nasıl ki azimleri ile engelleri aşmayı bilmişlerse biz de engelleri öyle aşacağız. Onlar nasıl ki kabiliyetleri ile imkân hasıl etmişlerse biz de öyle imkân hasıl edeceğiz inşaallah.
Onlara yardım eden Allah cc elbette bize de yardım edecektir. Onlar için zafer yolu olan Sünnet-i Nebi elbette bizim için de zafer yoludur.
"Gün ahlaksızlığa teşvik edilmesine karşı adeta bir seferberlik hâlinde olma günüdür"
Zihni istilanın, hepimizin kapısına dayandığını, evlatlarımızı elimizden almaya başladığını belirten Kılıçaslan, "Bu hâl karşısında her birimiz, 'Sizden hayra çağıran bir topluluk bulunsun!' (Âl-i İmrân, 104) ayet-i kerimesinin çağrısına muhatabız. Gün, zihni istilaya karşı, gençlerimizin imansızlaştırılmasına, iman ehlinin ahlaksızlığa teşvik edilmesine karşı adeta bir seferberlik hâlinde olma günüdür. İdeolojiler İslam âlemini tahrip etti. Irkçılık, İslam alemini bölüyor. Şehvetperestlik ise İslam âlemini tükenme tehdidiyle yüz yüze bırakıyor. Bu vaziyet karşısında münzevi bir hayat yaşayamayız." dedi.
Kılıçaslan, "Bizden öncekilerin tecrübeleri göstermiştir ki medreseler halkı irşad vazifesi üstlendiğinde halk, ıslah olmuş, medreseler de talebe bulmakta rahatlamışlardır. Halkı irşad, aynı zamanda medresede tedris gören talebelere ilimlerini tatbik ve halka kılavuz olma imkânı vermektedir. Alimler halkı irşad ettikçe ilminin tesirine tanıklık eder; halk, ıslah oldukça evlatlarını medreseye gönderir. Dolayısıyla medreselerimizin halka yönelik ıslahı aynı zamanda bu medreselerimizin büyümesi, yeni zekâ ve kabiliyetler bularak gelişmesi hatta iktisadi imkânlarının çoğalması anlamına gelir. Önümüzde halkı ıslahta istifade edeceğimiz Kur’an var, Sünnet var, Selef-i Salihin’in ve sonrakilerin müktesebatı vardır." değerlendirmesinde bulundu.
"Ufkumuz açık ve ellerimiz mahir olmalıdır"
Kılıçaslan, şöyle konuştu:
"Bizden öncekiler, halkı ıslah için Kur’an ve Sünneti en etkili şekilde anlatma yoluna gittiler. Bunun için büyük bir edebî müktesebat oluşturdular. Kur’an’ı tefsir etmekte, Sünnete teşvik etmekte alim ve ariflerin şiirlerinden, mesnevilerinden, kasidelerinden istifade ettiler.
Bizler, o müktesebatın tesirine tanığız. İnşaallah o müktesebattan istifade edeceğiz ve ona kendi üretimlerimizi de katacağız. Böylece kendimizden sonrakilere aynı zamanda bir birikim ve tecrübe mirası bırakacağız.
Bununla beraber, asrın iletişim imkânlarından ilim ve irşad için istifade etmekte ufkumuz açık ve ellerimiz mahir olmalıdır.
İmkânlar da sorunlar gibi insana sorumluluklar yükler. Biz, bu geniş iletişim imkânlarından ilim ve irşad için istifade ederek bizden öncekilerin ulaşamadığı çok sayıda fert ve topluluklara ulaşma imkânına sahibiz.
İslam aleminde zaferler de var, sorunlar da var. Elhamdülillah ala külli hâl… Biz, kardeşlerimizin zaferleri ile övünürken sorunlarını bertaraf etmekte onlara yardımcı olmaktan kaçınmayacağız. Bu bağlamda Afganistan’ın zaferinden sonra istilacı kafirlerin yol açtığı sorunlardan dolayı oluşan ekonomik koşullar, ulemaya da sorumluluklar getirmektedir. Bir yandan kardeşlerimizi verimli ve helal bir iktisada yönlendirirken onlar iktisadı yetkinliğe ulaşıncaya kadar Müslümanları onlara yardım etmeye sevk edeceğiz.
"Herkes bölünmüşlükten şikayet ederken ulema sitem edebilir ama şikayet etmemeli"
Burada ise Kürt toplumu, İslam’la yücelip müşerref olmuşken Batılılaşmanın yaygınlaşıp Müslümanların zayıf düşmesiyle pek çok sorunlara maruz kalmış, mağdur edilmiştir."
Bugün bu mağdur toplumun, bir de, sekülerleştirilip ahlaktan uzaklaştırılma tehdidiyle yüz yüze olduğuna dikkat çeken Kılıçaslan, "Vallahi biz alimler, vazifemizi hakkıyla yapmazsak yarın dizlerimizi dövecek mecali dahi bulamayız. Bizim, halkımıza imanın tadını hatırlatma vazifemiz vardır. Küfrün anlatıldığı gibi tatlı ve kurtarıcı olmadığını izah etmekle de mesulüz. Ulema, varisi olduğu Hz. Peygamber gibi toplumun gündemini kendisi belirlemelidir. Cereyan ve değişim ne kadar güçlü ve etkileyici olursa olsun hiçbirisinden etkilenmemeli, hiçbir dalgalanmada yıkılmamalıdır. Toplumda kutuplaşmalar olur ve her kes bölünmüşlükten şikayet ederken ulema sitem edebilir ama şikayet etmemeli, ittihat etmeli, birlikler kurmalı, bu konuda örnek bir duruş sergilemeli ve sürükleyici olmalıdır. Ümmet birliğine öncülük etmelidir." şeklinde konuştu.
"İslam, dünya ve ahiret saadetidir"
Kılıçaslan, konuşmasını şöyle sonlandırdı:
"Biz, halkımıza dünyalarının güzelleşmesi için ahiretlerinin cehennem olması zorunluluğunun bulunmadığını anlatabiliriz.
İslam, dünya ve ahiret saadetidir. İnsanımıza bunu kavratabiliriz. Bu da ancak ilmi üretimlerimizi artırıp irşadımızı Hz. Nebiyi Muhterem ve Ashab-ı Kiram gibi yapmamızla mümkündür.
Alimler, peygamberlerin varisleridir ve Ashab, bizim için misaldir. Öyleyse biz, onların yolunu ihya edebiliriz.
İman, güvendir. Emin olun ki aynı Rabbe olan imanımız, bizi birbirimize karşı güvene sevk eder ve biz, omuz omuza vererek cemiyetleşirsek, böylece Sünnetüllah’ın icap ettirdiği koşulları yerine getirirsek Nüsretullaha mazhar olur ve biiznillah mutlak muzaffer oluruz.
Bizden öncekiler, krizleri zaferlere çevirdiler. Biz de yapabiliriz.
Hem Sıratülmüstakim üzere olmak da başlı başına bir zafer değil midir?
Sizlerce de malum olan bu hususları ifade ettikten sonra tekrar sizi Allah’ın selamıyla selamlıyorum, hepiniz hoş geldiniz, diyorum ve sizi yapılacak ilmi sunumlarla baş başa bırakıyorum."
(İLKHA)