İçerisinde bulunduğumuz asırda özellikle son 10-15 yıllık süre içerisinden insanların çeşitli etkenlerle fıtrattan uzaklaşmaya başlamasıyla baş gösteren sorunlar her gün katlanarak büyümeye devam ediyor. Yaşanan bu sorun, toplumda yaşayan insanların birbirlerine karşı saygı, sevgi ve merhameti de o oranda azalmaya, toplumsal bir tahammülsüzlük oluşmasına sebep oluyor.

 

Toplumda yaşanan yozlaşma ve insanların birbirlerine karşı tahammülsüzlüğü hakkında İLKHA muhabirine konuşan Araştırmacı Yazar Cemal Çınar, kişinin Allah'a yaklaştıkça tahammülünün artacağını, uzaklaştıkça da azalacağını ifade etti.

"Eğitimde, siyasette, yönetimde hangi duygu hâkim olursa toplum o tarafa yönelir"

Çınar, "Fıtrat kelimesi iki şıklı demektir. Arapça'da fatara bir şeyi ortadan yarmak manasındadır. Bu manada insan hem iyiliğe hem de kötülüğe meyledebilme kabiliyetine sahiptir. İyiliğin topluma hâkim olduğu, eğitimde, ticarette, komşuluk, aile içi ve toplumsal ilişkilerde iyilik hâkim olduğunda insanların iyilik tarafı baskın gelir ve insan meleklerin hayâ edeceği seviyeye ulaşır. Kötülüğün, gayri ahlaki şeylerin, gayri insani ve İslami kültürün hâkim olduğu bir toplumda bu kez insanda var olan esfel özelliği devreye girerek çok düşük bir duruma gelir. Eğitimde, siyasette, yönetimde hangi duygu hâkim olursa toplum o tarafa yönelir. Onun için Peygamber Efendimiz (Sallalahu Aleyhi Vesellem), 'kişi halifesinin dini üzeredir' diye buyurmuştur. İnsan hem duygu hem bilgi açısından sonradan elde ettiği kazanımlarla donanıyor. Hiçbir varlık insanın doğduğu anki kadar bilgisiz doğmuyor. İnsan doğarken sıfır bilgiye sahiptir. Sonradan elde ettiği kazanımlarla ya meleklerin üzerine çıkar veya hayvanların aşağısına düşer." dedi.

"İyiliğin yerleştiği bir toplumda meleklerin hayâ edeceği bir ortam oluşur"

Peygamber Efendimizin peygamberliği öncesinde Arabistan yarımadasında en ufak bir sorunda aşiret kavgalarının, yüzyıllarca süren kabile savaşları başlayabildiğini hatırlatan Çınar, "Bu insanların dünyevileşmesi, hayatın merkezine menfaat ve paranın alınmasıyla insanlar gittikçe maneviyattan uzaklaşıyor. İyiliğin yerleştiği bir toplumda meleklerin hayâ edeceği bir ortam oluşur. Bunlar terk edildiğinde insan çok vahşileşiyor. Mesela Peygamber Efendimizi öldürecek kadar gaddar bir Ömer, bir karıncaya zarar vermekten korkan bir Ömer'e dönüşmesi. Zulüm ve hiddetle bilinen bir Ömer, İslami bir aşılama ile çok kısa bir zamanda adaletten bahsedildiğinde mümin, kâfir fark etmeksizin ilk akla gelen Ömer'e. Hazreti Ömer bu adaleti babasının evinden getirmedi. Peygamber Efendimiz, deve çobanlarından dünyaya medeniyet yayan bir kavim oluşturdu." diye konuştu.

"Dünyevileşme ve ben merkezli düşünce tahammülsüzlüğü doğurur"

Allah resulünün toplumu ıslah ederken tıbbi bir müdahale yapmadığını, ahlaken ve dil ile ruhlarına girerek onları eğittiğini vurgulayan Çınar, "Şu anda tüm Müslümanların, âlimlerin, yeryüzünde İslami toplumları idare edenlerin ciddi manada sorumlulukları vardır. Toplumum maneviyatını zedeleyen her şey insanı dünyevileştirir. İnsan basitleştikçe, Allah'tan uzaklaştıkça nefsi ile baş başa kalır. İnsanın nefsi de kendisini dizginsiz bir hale getirdiğinde her şeyde bir tahammülsüzlük doğar. Bu eğitimle değil düşünce tasavvuru ile bir inanç ve zihin dünyası elde edilmeli. Bir bakıyorsunuz hasta doktora hakaret etmiş, diğer gün doktor hastaya hakaret etmiş. Diğer taraftan şoför yayaya, yaya şoföre bıçak çekmiş. Bunlar neredeyse günlük haberler arasında yer alıyor. Önümüzü batıya değil kıbleye dönmeliyiz. Elimize parayı, doları euroyu değil Kur'an-ı almalıyız. Sırtımızı Allah'a dayamalıyız. İstikamet üzere bir toplumu yeniden inşa etmeliyiz." şeklinde konuştu

"Toplumun yeniden medeniyet değerlerine dönebilmesi için sorumluluk taşıyan herkese görev düşüyor"

İslam medeniyeti ahlak medeniyeti olduğunu, ahlakını kaybeden bir toplumun vahşileştiğini belirten Çınar, toplumun yeniden özüne dönmesi için yapılması gerekenleri şu şekilde aktardı:

"Biz, kural dayatmalarıyla ayakta duran bir toplum değil şefkat ve merhametle evimizin önünden geçip selam verene ikram eden bir toplumdan kapımızı çalana 'neden kapımı çalıyorsun, başka çalacak kapı bulamadın mı?' demeye doğru giden bir topluma dönüşüyoruz. Allah'a ne kadar yaklaşırsak o kadar tahammüllü, Allah'tan ne kadar da uzaklaşırsak, ahlaki meziyetlerimizi kaybedersek o kadar uzaklaşırız. Medeniyet tasavvurumuzu, birlik, beraberlik, dünya ve ahiret dengesini zihin dünyamızda ne kadar canlı tutabilirsek o kadar tahammüllü oluruz. Sabır, salah, sulh denilen kavramlarımız var. Bazı yazı ve sohbetlerimizde buna değinmiştim. Allah'u Teâlâ, kendisine karşı eda ettiğimiz tüm ibadetleri yaptığımız 'salih amel' diye nitelendiriyor. Salih amel denilmesinin sebebi her bir ibadetin toplumun sulhu, barışı, birlik ve beraberliğine bakan bir yönü olduğu içindir. Namazı evde kıldığımızda bir, camide kıldığımızda 27 kat sevap veriliyor. Orada tanıdığımız, tanımadığımız din kardeşlerimizle omuz omuza verip birbirimizin halini soracağız. Onun için cenabı Allah'ın huzurunda tek başına durmaktansa bir mümin ile dirsek temasına geçip öylece ibadet etmek 27 kat daha sevaptır. Bu toplumun medeniyet değerlerine yeniden dönmeye ihtiyacımız var. Sorumluluk taşıyan her insanın toplumu bu yöne yönlendirmek için elinden gelen tüm imkânlarını seferber etmelidir." (İLKHA)