Adalet, adalet, adalet… Bitip tükenmeyen hasret. Evde, köyde, şehirde, dünyada adalet... Hem ab-ı hayat hem de şiraze-i hayat. Ama bu dür-ü yegane nerede ve acaba kimde?

-Adalet bende!

-Yok, adalet bende!

-Hayır, hayır, siz dünün yeni yetmeleri adalet asıl bende!

Dışarıdan iki kişi:

-İster misin bir de bu adalet âşıkları arasında bir kapışma olsun.

-Olacak şey mi! Adalet kavga bitiricidir, kavga mı çıkacak yani şimdi?

-Demedim mi, bak nasıl da naralar atılıyor, sandalyeler uçuşuyor.

-Gerçekten de öyle, pes vallahi! Hadi onları ayrıştırdım. Ama acaba hangisi haklı, Adalet kimde yani?

İşte Melayê Badıkî’nin hikayesi, fikirlerin, rengin bir galeryası olan çağımızda, adaletin kimde olduğuna dair keskin bir görüş verecektir bizlere. Adamlar adaletin insan nefsi üzerindeki cazibesini biliyorlar. Bu yüzden de reklam sanayisinin bütün maharetini bu noktaya vakfetmişler. Yani adalet kimsede değil bizde diye. Ama Melayê Badıkî’nin hikayesi bir nevi mihenk taşı… Bakalım adalet gerçekten kimde?

Melayê Badıkî, tahmin edileceği üzere bir Badıkî, Türkçe tabirle Badıkan’lı. Badıka ya da Badıkan denilen yer Silvan, Kulp, Muş üçgeninde hatırı sayılır büyüklükteki bir bölge. İsmine nisbetle ahalisine Badıkî denir ki Badıkanî de denilen tatlı, hoş bir Kürtçe ile konuşurlar. Bölge Kürt coğrafyasına ve diyanetine nice değerli âlimler yetiştirmiştir. Son dönem İslami uyanış diyebileceğimiz seksen sonrasında, Badıkanlılar İslami harekette tarihi rollerini oynamışlar; Kemalist ve Marksist holiganların nice eziyetlerine maruz kalmışlardır. Şehit, gazi, hicret, zindan ne dersen yaşamışlar. İşte hikâyemiz buralı bir mela(molla)’nın hikayesi.

Bilenler bilir, eskiden ferdi hatta bölgesel birçok uyuşmazlık resmi kurumlara götürülmeden toplumun kendi sivil kurumlarıyla halledilirdi. Risîpiler(Aksakallılar), ağalar, özelikle de molla ve şeyhler. Bu, biraz devletin soğuk yüzünden, daha çok da halkın Allah’ın şeriatına olan yüksek itimadındandı. Anlaşmazlık Allah ve Peygamberine havale edilir, şeriat denince akan sular dururdu. Bunu büyük bir sevinçle belirtmeliyim ki halkımızın şeriata olan güvenini bütün barbarlıklarına rağmen ne Marksist ne de Kemalist çeteler yıkabildiler. Bu gün onların bütün argümanlarını bırakıp İslami terminolojiden kavramlarla halkın huzuruna çıkmak zorunda olmaları, halkımızın büyük bir zaferidir.

Himaye edilir ki, Batıkînin birisi ile bir başkası arasında bir mesele vuku bulur. Meseleyi kendi aralarında halledemeyince olay bir nevi adalet sarayı da olan camiye, imamın yanına götürülür. Evet, bizim burada böyledir. Bir anlaşmazlıkta, “Ê hwusabe heydê em herîn şeriatê” yani, “o zaman haydi şeriata gidelim” sözü münakaşayı bitiren, olayın artık yargıya intikal ettiğini belirten bir darbı mesel gibidir. Yanına gittikleri imamın kendisi de Badıkîlidir. Davalılar imamın yanına gelince Badıkanlı hemen; “Badıka’nın filan köyünden filankes” diye kendini tanıtır. Amaç, aşiretsel bağlardan faydalanmadır. İmam kendi hemşerisiyle karşılaşan herkesin sevincini yaşar. Hal hatır, aile iyal sorulur ve bu minval üzere biraz hoş beş yapılır. İş davanın görülmesine gelir. İmamın önünde Kur’an vardır. İmam tam kararını vereceği sırada davalılardan bizim Badıkanlı, son bir atraksiyonda bulunur: “Seyda, ez xwûlam! Ez Badıkibum.” (Hocam, ben köleniz, Badıkan’lıyım.) mela, meseleyi anlar ve bir darbı mesel halini alan şu sözünü söyler: “Yeğenim! Sen Badıkanlı, ben de Badıkanlı, ama ne edeyim ki bu kitap Badıkanlı değil.”

İşte kimin haklı olduğunu bildirecek ve hakkı haklıya teslim edecek merci böyle olmalı. Ne Badıki olmalı ne Xerzi olmalı, ne Boti ne de Remik(değişik Kürt aşiretleri), ne Türk olmalı, ne Kürt; ne işçiden yana ne de işverenden yana taraf tutmalı. Köylü ile şehirli, asker ile sivil onun yanında aynı olmalı; erkeği de kadını da kayırmamalı. Bir merci ki bana ne kadar yakınsa sana da o kadar yakın olmalı. Bu merci neresidir peki?

Bu merciin yüce yaratandan başka bir yer olmayacağı şu örnekten kolaylıkla çıkarılabilir; çocuklar için anne ve baba örneği. Evet bu dünyada insanlar için en tarafsız olabilecek kişiler anne ve babalardır. Ama çokça örnekte görüldüğü gibi anne ve babalar dahi çocukları arasında bir kayırmaya gidebiliyorlar. Tarafsız kalmada anne babalar böyle olabildiğine göre varın diğerlerinin durumunu siz düşünün. Demek ki, Melayê Badıkî’nin işaret ettiği bir kitap şart. Bu kitap öyle bir zatın kelamı ki, bana ne kadar yakınsa sana da o kadar yakın. Hem Türk’ün öz be öz sahibi hem de Kürd’ün; hem kadını o yarattı, hem erkeği, hem işçinin hem patronun rezzakı… Ve en önemlisi de hepsine öyle şefkatli ki, bütün kalemlerin kudretinin üstündedir bunun tarifi.

Bakın tarafsızlık hususunda Melayê Badıkî’nin piri ve adl-i ilahinin mübelliği hazreti Resul(a.s) ne diyor. Bir hırsızlık olayında güçlü tarafın kayırılması kendisinden istenince nasıl haykırıyor: “Sizden önceki kavimlerin helak olma sebebi şuydu ki, nufûz sahibi birisi suç işleyince cezalandırılmaz, fakat zayıf birisi yapınca cezalandırılırdı. Allah’a and olsun eğer kızım Fatıma (r.anha) bile bunu yapmış olsaydı elini keserdim.” Allah-u Ekber!!!

Oysa adl-i beşeri(beşeri kanunlar) öyle mi? Beşeri kanunlar ile ilgili şu söz ne güzel bir tespit: büyük sineklerin delip geçtiği ama küçük sineklerin takılıp kaldığı bir elek.

Melayê Badıkî hikayesinin çağrışımları üzerine sizinle yaptığımız bu yazınsal sohbeti burada bitirirken, bu muhabbetle, Melayê Badıkî yolunda giden bütün Badıkîleri, özellikle de bir şekilde kendileriyle hoşbeşliğimiz olmuş olan Silvan, Bismil, Diyarbakır ve Batman Badıkîlerini selamlar, muhabbetle kucaklarım.

Sait Burak / Kocaeli / Kandıra F Tipi Cezaevi