Ahmet Yılmaz / Araştırma

HAİNLER ZELİL VE HAKİR OLDULAR

1913’teki Bitlis Kıyamı’na karşı İttihatçıların aldığı tutumun sadece “isyan edenlere yönelik” görülmesi, o despotça tedbirlerin bir “başlangıç” olduğunun fark edilmemesi sonraki süreçte Kürt ileri gelenlerini uygun bir “sırayla ipe götüren” bir dönemi başlattı. Böyle bir dönem tabii olarak bir dizi ihanet hikâyesi ve bu hikâyelerin ardından bir felaketler serisi ortaya çıkardı.

Şeyh Said Kıyamı’na katılmayanların başına gelen dünyevi felaketleri anlattığımız bu yazı dizisinin daha önceki bölümlerinde bazı vakalar anlattık. Yazımızın bu bölümünde birkaç vakaya daha değineceğiz ve ayrıntıları başka zamana bırakmak dileğiyle dizimize son vereceğiz.

DERSİM ALEVİLERİ

Şeyh Said Kıyamı konusunda Kürt Aleviler, tarihlerinin en kötü sınavını verdiler. Kıyamda Varto yöresi Alevileri açık açık ihanet ettiler. Dersim kahramanı Seyyid Rıza’nın tutumu bilinmiyor. Eski Dersim ileri gelenlerinden ve Milletvekili Hasan Hayri Bey Kıyamı destekledi, Şeyh Şerif’in yanında yer aldı ve Elazığ Buğday Meydanı’nda Şeyh Şerif’le beraber idam edildi.

Ya geriye kalan Alevi ileri gelenlerinden Nuri Dersimî gibiler… Dersim’de yaşanan katliamları ihanetin bir bedeli olarak görecek değiliz. Ki orada da Nuri Dersimî’nin başına bir şey gelmiyor. Laik bir Kürt ulusalcılığının üretilmesi için vazife yüklenen; bugün de öğretileri o çevre için çok önemli bulunan bu tür adamların cezası muhakkak ahirete kaldı.

Buyurun, “milli kahraman” gibi etiketlenen ve “Kürtleri kurtarma reçetesi” doktorları arasında sayılan bu adamın “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında anlattıkları:

“(Tarih 1926-Şeyh Said’in Diyarbakır’da şehid edilmesinden bir yıl sonra) Vali (Elazığ Valisi Ali Cemal) bir gece mutasarrıflık konağında bir içki alemi tertiplemişti. Kendisi keman, ben bağlamayla birlikte koşma çalıyor, “Hu Ali’m hu” diye sürekli deyişler söyleyerek içki alemi yapıyorduk…”

“Ertesi sabah Elaziz’e hareket ettik, Elaziz Belediyesi, heyet şerefine bir balo tertip etti. Bu baloda Fırka Kumandanı Mustafa Haydar da hazır bulunuyordu. Baloda Alevi tarikatına mahsus sema yapılmakta ve Gazi’nin (Mustafa Kemal) yarenlerinden Diyab ve Miço ağalar da ortaya atılarak “Şah, Şah” nidalarıyla el çırparak dönmeye başlamışlardı. Bunlar, Gazi’nin de Alevi olduğuna inanıyordu.”

“XOCE İLYAS, XOCE CUMHURİYETÊ XER NEBÎNE”

Şeyh Said Kıyamı üzerine ağıt yakan dengbejlerin diline bu dizeyle düşmüş olan Xoce İlyas namıyla bilinen İlyas Sami… Azılı bir İttihatçı… Yöre halkı arasında bozulmanın simgesi olmuş. “Genç yaşta İttihat ve Terakki Fırkası’na girdi. 1908’den itibaren Muş mebusu olarak Meclis-i Mebusan’da bulundu. 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal eden İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürgüne gönderildi. Ertesi yıl serbest kalarak Ankara’ya döndü. 1920 yılında ilk Meclis’e Muş milletvekili olarak katılmıştır.”

Ancak hikâyesinin öncesi de var:

Hoca İlyas, Şeyh Said’in kurmaylarından Şeyh Abdullah-ı Melekan’ın da hocasıdır. Gerisini Melekanların tarihini yazan Hüseyin Abdullah Akdeniz’den okuyalım:

“Şeyh Abdullah Efendi medrese tahsilini birçok hocadan okuyarak devam ettirmiştir. Bu hocalar arasında dönemin meşhur alimlerinden Muş ilinde oturan İlyas Hoca da vardır. Genç yaşlarında olan Şeyh Abdullah Efendi hocası İlyas için medrese arkadaşlarına şöyle bir söz sarf etmişti: Hocamız İlyas Efendi büyük ilim sahibi olmakla beraber, ben imanının onu terk etmesinden korkuyorum.’ Talebe olan genç yaştaki Şeyh Abdullah Efendi’nin hocası hakkında sarf ettiği bu sözün marifet mi yoksa keramet mi olduğu bilinmez. Ama gerçek o dur ki bu söz aynen tezahür etmiştir.”

İlyas Efendi, memleketinden cübbeli sarıklı olarak Meclis’e gider; cübbesiz, sarıksız, sakalsız olarak her şeyini yitirip geri döner.

İşte bu İlyas, Kıyam’ın daha başlangıç döneminde karşı cephede yer alır. Cibranlı Halit Bey’in yeğeni Ahmet Sever onun hakkında şunları aktarır:

“ Ben hapisten tahliye olunca, o zamanki Muş mebusu Hacı İlyas Sami’yi evinde ziyarete gittim. Kendisinden hadiseyi sorunca, bana dedi ki “Gazi M.Kemal, beni Cibranlı Halit Bey’le görüşmem ve kendisini Kürtçülük fikirlerinden vazgeçirmem” konusunda görevlendirdi. “ Buna karşılık da ne istiyorsam, (mevki, menfaat v.s.) vereceğini söyleyerek, beni Erzurum’a gönderdi.”

“Kalktım Erzurum’a gittim, otele yerleştim. Kendisine, bir pusula göndererek görüşmek istediğimi yazdım. Bir süre sonra, pusulamın arkasına, ‘Sizinle görüşmeye mazurum, Halit’ diye yazarak iade etti. Ben, kızdım, gücendim. Sonra ne olursa olsun, verilen bir görevi yerine getirmeliyim, dedim. Ve evine gittim. Kendisine durumu anlattım, rica ettim. Kendisi buna karşı Kürtlerin tüm yardımlarına, dostluklarına rağmen, hükümetin Kürtlerin kimliklerini tanımadığını, haklarını vermediğini, sözlerinde durmadıklarını söyledi. Bu halkın halklı mücadelesini sürdüreceğini söyledi ve sonunda da “Hacı! Hacı! Halit’in boynu ipiniz için hazırdır” deyince ayrıldım. Ankara’ya döndüm Gazi Hazretleri locada beni bekliyordu. Durumu kendisine anlattım. Artık yapılacak bir şey yoktu. ”

“Hacı! Hacı! Halit’in boynu ipiniz için hazırdır” diyen Cibranlı Halit Bey, Bitlis Cezaevi’nde boynunu ipe uzatır. Ya Hoca İlyas, ona da dünya hayatında birkaç yıl daha “mühlet verilir”, dünyaya aldanır, keyif sürer.

Ya sonra… İddia şu: 1927 seçimleri geldiğinde Hoca İlyas’ın son kullanılma süresi geçmiştir. Hoca İlyas, artık seçilmeyeceğini düşünür ve Mustafa Kemal’e gider: “ Benim ilim ve imanımı aldıktan sonra dünyamı da mı alacaksınız” der. Bunun üzerine Mustafa Kemal, onun Artvin’den aday gösterilmesini ister.

Ancak bu süre de dolar. Hoca İlyas, memleket özlemiyle Muş’a döner; halktan kimse onun yüzüne bakmaz. Zelil ve hakir olarak sokaklarda dolaşır, sonra ihanetinin bilinmediği bir yere Diyarbakır’a gider. Oralarda yalnız ve perişan olarak ölür. Dengbejler, aynen Binbaşı Kasım gibi onu ihanet eden bir adam olarak sitranlarında anar. Bugün hâlâ öyle anılmakta, hâlâ kendisine beddua edilmektedir. Oysa Cibranlı Halit, şehid bir kahraman olarak gönüllerde yaşamaktadır.

Bir de bunun ahiret yanı vardır. Şehidlerin mükafatıyla hainlerin cezası nasıl kıyaslanabilir ki…

BİNGÖLLÜ MAHMUT BEY

Mahmut Bey, Genç (Arduşen) Mutasarrıflığında nahiye müdürü… Şeyh Abdullah Efendi’nin bizzat kendisi Mahmut Bey’e gider. Onu harekete davet eder. Fakat Mahmut Bey, dünyasından vazgeçmez, davete icabet etmez. “Girvas Köyünden Hacı Reşit Bingöl anlatıyor: Amcam Ömer Ağa ile birlikte Kıban düzlüğü mevkiinde hayvanlarımıza tuz verirken Wesimerg Köyü yolundan gelen bir atlı ve uzun mesafede arkasında birkaç atlı geliyordu. Amcam bana Biliyor musun önde gelen at, Şeyh Abdullah Efendi’nin Leyla ismindeki atının yürüyüşüne benziyor. Acaba gelen Şeyh Abdullah Efendi olmasın?" dedi ve yakın olunca gerçekten gelen Şeyh Abdullah Efendi’ydi. Mahmud Beygillerden geliyorlardı. Onları karşıladık, ziyaret ettik. Şeyh Efendi’nin morali iyi değildi. Amcam “Olmaya ki Mahmut Bey harekete katılmak istememiştir, bundan dolayı Şeyh Efendi’nin morali iyi değildir’ dedi. Şeyh Efendi bize misafir oldu ve biz Mahmut Bey’in harekete katılmak istemediğini öğrendik.”

Mahmud Bey, kıyam sırasında ikircikli bir tutum takınır. Kimi zaman kadın ve çocuklara sahip çıkar, kimi zaman korkusuna ve dünya sevgisine yenilir.

Kıyam bitince Mahmut Bey de tutuklanır. Ardından Kıyam’a katılanlar gibi o da sürgün edilir. Konya’ya gönderilir. Orada sürgünlüğe katlanmaz. Sürgünden kaçanlara katılır. Bunun üzerine askerler onun eski köylerini yakar. Mahmut Bey, Kıyam’a katılanlardan daha çok sıkıntı çeker, daha çok zarar görür.

Daha önce anlatıldığı üzere Kıyam’da kimin hain, kimin gafil olduğu çok belli değildir. Bunlardan Kör Hüseyin Paşa ile Şeyh Said’in ağabeyi Şeyh Bahauddin’in de kendilerine özgü bir hikayeleri vardır.

Pek bilinmese de Şeyh Said Kıyamı, Bitlis Kıyamı’nın gölgesinde başlar. 1913’te başlayan Bitlis Kıyamı’nın ardından İttihat ve Terakki, Osmanlı’nın geleneksel tutumundan farklı bir tutum gösterir. Osmanlı, genel olarak Kürt isyanlarını bir iç ihtilaf olarak değerlendirip kendisiyle Kürtler arasında kan davasına yol açmayacak şekilde sonuçlandırırken İttihatçılar, Bitlis Kıyamı’nın ardından kanlı bir süreç başlattılar. Kıyam’ın ardından,

-Kimi alimler idam edildi. (Bu IV. Murat’ın Şeyh Mahmudê Aziz’i asmasından sonra bir ilktir.)

-Kimi alimler sürgün edildi.

-Kimi alimler susturuldu.

Kıyam sürecinde kıyamın caiz olup olmaması konusunda çetin tartışmalar yapılmış. Kıyamın başarısız olması kıyama katılmayanların teorik olmasa da pratik delil durumunu güçlendirmişti. Buna kıyamın Bitlis ve doğusunda yol açtığı tahribat da eklenince pek çok kişi Şeyh Said Kıyamı’na katılma konusunda fıkhî bir tereddüt geçirir.

KÖR HÜSEYİN PAŞA

Hayderanlı Aşiretinin Reisi, Hamidiye Alaylarının Komutanı Kör Hüseyin Paşa… Osmanlı- Rus savaşının önde gelen kahramanlarındandır. Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi ile yakınlığı vardır. Ermeni meselesinde kimi ithamlara maruz kalır. İddialara göre önce Ermenileri korumuş. Sonra devlet, onun üzerine varınca tavır değiştirip onlara yönelik hareketin içinde yer almıştır.

Azadi örgütünün önde gelen isimlerindendir. Her nedense Kıyam’a katılmayı reddeder. Kıyam aleyhinde bir girişimi de bilinmez. Ancak bir önceki yazıda anlatıldığı üzere o da sürgün edilmekten kurtulmaz. Sürgün bulunduğu Kayseri’den Hacı Musa Bey’le birlikte Suriye’ye kaçar. Oradan Şeyh Ahmed Berzanî’nin yanına sığınır. Ağrı isyanı sırasında Türkiye’ye dönmek isterken Hacı Musa Bey’in oğlu Medeni tarafından namaz üzerinde vurulur, orada vefat eder. Namlı bir paşa iken nefsine yenilen bir adamın kurşunlarıyla ölür. Kuşkusuz o da herkes gibi hesabını Allah’a verecektir.

ŞEYH BAHAUDDİN

Şeyh Said’in ağabeyidir. Hınıs Müftüsüdür. Kıyam fikrine karşı soğuk durdu. Ancak belirgin bir muhalefette bulunmak yerine evinde durmayı tercih etti. Kıyam’dan sonra Hınıs’taki evinde namaz kılarken pencereden sıkılan kurşunlarla şehid edildi.

Onun Kıyam’a katılmama gerekçesiyle Kör Hüseyin Paşa’nın katılmama gerekçesinin bir olması ve ikisinin de namaz sırasında vurulmaları ibret alınacak bir tevafuktur.

NETİCE:

Şeyh Said Kıyamı’na katılmama gerekçeleri farklıdır. Bunları dört grupta toplayabiliriz:

1. O günün koşullarında Kıyam’ı duymayanlar

2. Kıyam’ı duysa da gerekçelerini tetkik edecek zaman ve imkânı bulamayanlar

3. İttihatçılarla ve özellikle Mustafa Kemal ekibiyle yakınlığı bulunanlar

4. Kalbinde hastalık bulunanlar kıyama katıldıktan sonra ihanet edenler ise neredeyse hiç yoktur. Binbaşı Kasım vakası istisna bir vakadır ve anlatıldığı üzere Binbaşı Kasım büyük bir ihtimalle baştan beri haindir. Kıyam’a ihanet amacıyla katılmıştır.

1. Kıyam’ın çok kanlı bastırılması

2. Kıyam’dan sonra Cumhuriyet’in tutumunun “isyancılar”a yönelik değil, bir toplu değişim projesi olduğunun anlaşılması ve bu amaçla, isyanda bulunsun bulunmasın, herkesin bir şekilde cezalandırılacağının anlaşılması

3. Kıyam’a katılanların ihlasının mutlak bir şekilde ortaya çıkıp şehadetle neticelenmesi halkın dikkatinin Kıyam’ın başarısız olmasına yol açan kişiler üzerine odaklanmasına yol açmıştır. Kıyam’a her ne sebeple olursa olsun katılmayanların da hainliği sorgulanmış, onların “çaresizliği”ne dair deliller aranmış, bu yönde bir sonuca ulaşılmadığında söz konusu kişiler bedduaların mutlak hedefi olmuş ve bu kişiler musibet üzerine musibete duçar olmuşlardır.

Bununla birlikte halk, dünyevi musibetleri asla “asıl ceza” görmemiş; hainler için ahirette de mutlak bir azap dilemiş ve “ahirette azaptan beri olmak için” hainlerle selamını kesmiş, onlarla oturup kalkanlara meyletmemiş, iyi gözle bakmamıştır.

Bu vaziyet, dünyalık için Kıyam’a karşı duranların dünyadan hakir ve zelil olarak ayrılmalarına vesile olmuştur.

BİTTİ…