Allahü Teâlâ, Kur’an-ı Kerîm’de indirdiğini gizleyenler hakkında büyük bir tehdit olduğunu bildirmiştir. İşte bunun üzerine Allahü Teâlâ, tevbe ettiklerinde, tehdit edilen kimselerin hükmüne dahil oldukları halde, hükümlerinin değişebileceğini beyan etmiştir. Tevbe çirkin bir fiilden dolayı pişmanlık duymaktan ibarettir. Çünkü emaneti yerine vermeyen, sonra da insanlar kendisine kızar veya hâkim şehadetini reddeder düşüncesiyle yaptığına pişman olursa, o kimse bu durumda tevbe etmiş olmaz. Yine böylece, şehadeti kabul edilsin veya övülsün diye her türlü emaneti yerine getirmeye ve her türlü vacibi edâ etmeye karar verse yine tevbe etmiş olmaz. İşte tevbedeki ihlâsın manası budur.
Daha sonra Cenâb-ı Hâkk, kişiye, tevbesini müteakip, bozduğu şeyi ıslah etmesinin gerekli olduğunu beyan etmiştir. Meselâ bir kimsenin kalbine ve kafasına şüpheler atarak, onun dinini bozan kimsenin, o şüpheleri ortadan kaldırması gerekir.
Daha sonra Cenâb-ı Hâk üçüncü kez, gizleme işinin zıddı olan beyan etme işini o kimsenin yapmasının vacip olduğunu belirtmiştir. Ki bu da, O (c.c.)’un, “beyan edenler” ifadesinden elde edilen bir hükümdür. Böylece bu âyet, tevbenin ancak caiz olmayan her türlü şeyi terk etmek ve caiz olan her şeyi yapmakla meydana geleceğine delâlet eder.
(Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, c.4, s.115)