Kuşkusuz, bu sorulara en doğru cevabı verebilecek olan, insana düşünme yeteneğini veren Allah Azze ve Celle’dir.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (En’am, 126.) Düşünmeyi bilenlerin muhatap alındığı bu ayetten anladığımız kadarıyla, düşünmek gelişi güzel meydana gelen bir eylem değildir. Düşünmeyi bilmek gerekir. Zira, düşünmeyi bilmemek de olası bir durumdur insan için. Bunun yanı sıra, düşünmeyi bilen insanların öğüt alabilen insanlar olduklarını ve bu şekilde doğru bir kulpa sarılarak, doğrulabildiklerini ve dosdoğru olan yola revan olabileceklerini de anlıyoruz.
Günde beş vakit, namazlarımızda Fatiha suresini okurken, bizi ona iletmesini/ yöneltmesini tazarru ettiğimiz bir yol var; Rabbimizin Sıratı Müstakim olarak adlandırdığı dosdoğru yol. Bu yol, ancak ve ancak öğüt alıp, düşünmeyi bilenlerin ve bu düşüncelerini fiile dökebilenlerin yürümeye muktedir olabildikleri bir yoldur.
Öğüt almak ve düşünmek..
İnsanın fıtratını koruyan ve tekamül yolculuğunda onu besleyen iki vazgeçilemez azık..
Kuşkusuz öğüt dediğimiz olgu, ancak düşünme değirmeninde öğütülerek ve yine düşünce ile harmanlanarak insana fayda sağlayacak bir olgudur.
Düşünme eylemi ise ancak öğüt alarak ve bu öğütlerle doğru bir metotla şekillendirilebilecek bir eylemdir.
Bu konuda el-Kitap’a müracaat ettiğimizde, düşünme, düşünüş, düşünce anlamına gelen tefekkür kavramı ile karşılaşıyoruz.
Fakat tefekkür kavramını anlayabilmek ve daha yakından analiz etmek için, tabiri caizse parçalara ayırıp, bölerek incelememiz gerekecektir.
Tıpkı bir çocuğun hayatı anlama ve anlamlandırabilme yolculuğunda, elindeki oyuncağını keşfedebilmek için, önce parçalara ayırması ve her bir bölümünü dikkatle anlamaya çalışarak, anlayabildiği oranda yeniden birleştirmesi gibi…
Bu nedenle tefekkür kavramını önce kendi içinde ayıracak olursak afaki ve enfüsi olarak ikiye ayırmak mümkündür.
“..Ayetlerimizi onlara âfakta ve enfüste (kendi nefislerinde) göstereceğiz…” (Fussılet,53)
Enfüsi tefekkür; insanın kendi iç alemine dönük yaptığı düşünme eylemidir. Nefsi, ruhu, aklı, bedeni, duyguları bu tefekkürün birer parçası ve aracıdır.
Afaki tefekkür; insanın kendi dışındaki yaratılmışlara dair yaptığı düşünceler ve akli yorumlarıdır.
Biri insanın içine, diğeri insanın dışına doğru yaptığı bir yolculuktur.
Düşünmeyi az da olsa becerebilen her insanın, çoğu kez farkında olmadan, yaptığı yolculuklardır bunlar aslında..
İnsan kendini tanımadan, kendini bilemeden, kendisine ait olan kabiliyetleri, fıtraten verilen nimetleri, meziyetleri bilmeden, dış dünyada bunları nasıl ne şekilde kullanabileceğini bilemez. İç ve dış dünyasındaki düşünme yolculuklarını bu metotla yapanlar, marifetullah kapısından girme saadetine de nail olur.
Zihnin deliller üzerinde yoğunlaşması olan, tefekkür kavramını, kendi içinde iki ana bölüme ayırdık. Tefekkür çeşitlerini de şu şekilde sıralayabiliriz:
TEZEKKÜR: Zihin sebepler üzerinde yoğunlaşır, geçmişe yöneliktir, hatırlama eksenlidir, derin düşüncedir, unutan insanın hatırlamasını ister.
TEDEBBÜR: Zihin sonuçlara ve maksatlara yoğunlaşır, geleceğe yönelik derin düşüncedir, tedbir alma eksenlidir, bir şeyin önüne arkasına bakarak geleceğe yönelik tedbir alma amacıyla düşünmedir.
TEAKKUL: Zihnin sebepler ve sonuçlar arasında bağ kurmasıdır. Derinlemesine bağ kurar, Sebep sonuç, illet hikmet, eser müessir, fail fiil, halik mahluk, sanat sanatkar, hülasa, her şey her şeyle bir şey arasında bağ kuran düşünceye Teakkul denir.
Akıl, bağ kuran demektir. Geçmişe yönelik tezekkür ile geleceğe yönelik tedebbür arasında bağ kurma yeteneğini kullanmaktır.
TEFAKKUH: Zihnin yoğunlaştığı şeyden damıttığı sonucu şimdi ve buraya taşıyarak fıkıh üretmesi, lehinde ve aleyhinde olanı tespit etmesidir.
İstikameti, şimdi ve burasıdır, haldir. İlmihal tefakkuh ile elde edilir.
İnsanın halinin ilmini bilme ilmi olan fıkıh ilmine bunun için fıkıh adı verilmiştir.
Aslolan fıkıh tahsil etmek değil, TEFAKKUH etmektir.
Tefekkür; Tezekkür, Tedebbür, Teakkul ve Tefakkuhtan oluşan bütün bu dörtlü süreci içine alan düşünme faaliyetinin tümünü birden kapsayan düşünme faaliyetidir. Ön yargısız ve bedel ödeyerek alın teri dökerek oluşturulan fikirlerdir. (M.İ.O.K. Anlama yöntemi s. 291 den)
Bunlara ek olarak:
TEEMMÜL kavramını da zikretmek gerekir. Sebat, bekleyiş, teoriyi pratiğe dökme gibi anlamlar verilse de, düşünce yani tefekkür yoluyla, yaşanmışlıkları, yaratılmışları, analiz ve tetkik ederek, ibret alıp ders çıkarmaya götüren düşünce eylemidir. Teemmül; düşünce gücünün eylem gücüne geçirilmesidir de diyebiliriz.
Bütün bu düşünce yöntemleri insanı doğru düşünmeye götürür, doğru düşünce- doğru fikirleri, doğru- fikirler doğru eylem ve söylemleri getirir. İman eylemi bunun en güzel örneğidir. Aklın düşünmesi, kalbin iman etmesi ve dilin ikrar etmesi böyledir.
Hakeza iman ve salih amelde bir örnektir bu duruma. İman bir düşüncedir ve salih amelde onun eylemidir.
Asr süresinden örnek ile devam edelim:
“Asra/ zamana andolsun ki, insan ziyandadır. Ancak iman eden, salih amel işleyen ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna”
Yani iman ederek doğru düşünen, salih amel işleyerek üreten, hakk ve sabrı tavsiye ederek gelişen ve geliştiren insan ziyanda değildir ancak. Aksi halde ziyanın, hüsranın, iflasın içindedir.
O halde insanı insan yapan, kulluk motivasyonunu daima üst seviyelere taşıyan, iyi ve güzel tüm eylemlerin ana kaynağı olan düşünce eylemini, neden gerçekleştiremiyoruz hakkıyla? Neden doğru düşünemiyoruz, acaba? Bu hususta engellerimiz mi var ve varsa nedir bu engeller?
Mesela su oluğundan su akamıyorsa, çıkması gereken kaynaktan çıkamıyorsa, onu tıkayan bir engel var demektir. Aynı bunun gibi, eğer düşünemiyorsak bu düşünce oluklarımızın da tıkandığına işarettir. Tıkanmışlık ise, gereksiz yığılmaların ve biriken kirlerin olduğuna işarettir. Söz konusu, aklın eylemi olan düşünce ise, bu tıkanmışlığı ve kiri, akılda aramamız icap eder.
Rabbimiz Sad Suresi 29. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Bu Kur’an, feyiz ve bereket yüklü öyle bir kitaptır ki, onu sana insanlar ayetleri üzerinde derin ve etraflıca düşünsünler diye ve ‘temiz akıl’ sahipleri ondan gereken ders ve öğüdü alsınlar diye indiriyoruz” ( Sad,2
Rabbimizin afaki ve enfüsi ayetleri ve yol gösterici vahyi konusunda derin ve etraflıca düşünemiyor, ders ve ibretler alamıyor ve hayatımızı bu vesileyle bereketlendiremiyorsak bu, akıllarımızın kirlendiğini göstermez mi?
Şayet böyle değilse neden, temiz akıl sahiplerine yaraşır bir şekilde etraflıca düşünüp, öğüt ve ders alamıyoruz?
Bunca tefekkürsüzlüğün ve buna mukabil bunca pasifliğin, acizliğin, eylemsizliğin nedeni bu olabilir mi?
O halde bulmaya çalışalım, neden tıkandı düşünce oluklarımız ve neden kirlendi akıllarımız?
Öncelikle fıtratlarımızı koruyamadık!
Bize verilen temiz akıllarımızı, çevreden gelen her türlü algıya, telkine karşı, Rabbani bir filtreyle filtreleyemedik. Akıl menfezimizin kapısını koşulsuz açık tuttuk!
Egemen güçlerin yaşamlarımızı oyuncak misali çevirdiği çarkların arasında, öyle bir devri daim içine girdik ki, belli bir hızla, belirlenmiş şeyler etrafında dönüp durduk..
Çok yoğunuz!
Çok doluyuz!
Çok yorgunuz!
Uyuşan beynimizi taşıyan başımızı kaşıyacak, idraklerimizi kendine getirecek, tefekkür yoluyla yapacağımız bir uyanış masajına dahi vaktimiz yok!
Mesela..
En son Rabbimizle baş başa ne zaman ve ne kadar kaldık?
En son ne zaman bakabildik Şems’e, Kamer’e, Necm’e?
Tik tok, Twitter, YouTube, Instagram’dan yani sosyal medya ağlarından fırsat bulup…
Öğretilmiş duygularımızı besleyecek öğünleri temin edecek koşuşturmalardan vakit ayırıp…
Akıllarımıza, idraklerimize, düşüncelerimize vurulan zincirleri kırıp…
Nakıs düşünceler üreten, doğru düşünmekten aciz kalan bir akıl, temiz bir akıl olabilir mi ki?
Hakeza güdük kalan duygularımız, yanlış beslenmiş bir kalbimiz olduğunu göstermez mi?
Ruhumuzun sürekli daralan, bunalan halleri, ruhumuzu manevi vitaminlerden yoksun bıraktığımızın delili değil midir?
El hâsıl, biz aklımızı, kalbimizi, ruhumuzu neyle besliyoruz önce ona bakalım?
Zira vahiy ve vahyin pratiği olan sünnet ile beslemiyorsak, kalbimizin, ruhumuzun, aklımızın temiz kalmasını ve aklımızın doğru düşünceler üretmesini beklemeyelim..
Zira vahiy ile beslenmeyen akıl, kalp ve ruh daima batıl algılar ve telkinlerle beslenir.
Nedir bu algılar, telkinler ve insana etki eden sonuçları? Birkaçını yazalım..
Güdülenme: İnsanı, eğlence, haz ve hıza ekseninde çeviren telkinler. Reklam, film veya dijital dünyanın subliminal mesajlar içeren sloganları. Bu sebeple etraflıca ve derli toplu düşünememek ve öğretilmiş ve özendirilmiş duygulara kucak açmak.
Sürüklenme: Seküler dünyanın, türlü kılıflarla örttüğü suni kalıplara girmeye davet eden çağrıları, manipülasyon formatlı popüler mottolar. Bu sebeple sürü psikolojisine uyan, işlerinin sonucunu hesap edemeyen, çabuk elde edilecek olan dünyevi hedefleri hedefleyen ve ulviyi bırakıp süfliyi seçen bir insana dönüşmek.
Gaflet: İnsanı uyuşturacak kısa ve uzun vadeli meşguliyetlere dair telkinler. Gelişi güzel yaşama, geçmişi unutma, an’ı kaçırma ve geleceği hesap edememek. Bakiyi unutup, faniye dalmak.
Atalet: Bananecilik, vurdumduymazlık ve bencillik telkinleriyle insanı hedonistleştiren telkinler. Dünyayı önceleme, hayırlı olanı erteleme, yanlış ölçütlerle yanlış ölçümler yapmak. Hayır işlerinde pasif ve vasıfsız kalmak.
En iyi okul, en iyi iş, en konforlu hayatı isteme arzusu. Popüler kültürün en’leri ve Rabbimizin en’lerini muvazene edememek.
Tüm bunlarla beslenmek ve sonuçları, yapraklarının uyku verici etkisi olan okaliptüs ile beslenen ve bu nedenle günde 20 saate kadar uyuyan koalaların halini hatırlatıyor.
Okaliptüs yapraklarını yedikçe uyuyan, uyudukça acıkan ve kalkar kalkmaz yine okaliptüs yiyen ve sonra tekrar uyuyan hantal koalaları…
Seküler ve kapital dünyanın, birçok batıl ideolojinin algı oyunları ve mottolarıyla besleniyor aklımız. Düşünmeye fırsat bulamıyoruz! Bunlarla beslenmeye devam ettikçe, düşüncelerimiz koalalar gibi uyuşuk, işlevsiz..
Atıl ve eylemsiz kalıyoruz. Fıtratımızda var olan kıyam gücünü kullanamıyoruz..
Aidiyet bilincimizi yitiriyoruz..
Sorumluluk duygumuzu unutuyoruz..
Lokomotif olup, çekici bir güç olamıyoruz..
Çalışma, gayret etme azmimizi kaybediyoruz..
Yazımızı bir ayet ile bitirelim:
Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda çaba harcayın ki kurtuluşa eresiniz.( Maide,35)
Allah’tan korunup sakınmak ve O’na yaklaşmak için en büyük vesile, düşünmek/ tefekkür etmektir. Yeter ki bu eylemi, hakkıyla ve Hakk ekseninde yapabilelim.
Aklımızın temiz kalması, düşüncelerimizin salim olması, eylemlerimizin selamet bulması duasıyla…
BİLDANE KURTARAN | İNZAR DERGİSİ