Doğan yazısında şu tespitte bulundu: "Evet madden gelişiyoruz, ama bu manevi gelişmeyle birlikte yürütülemediği için ciddi bir bozulma ve yozlaşma ile karşı karşıyayız. İdealsiz bir gençlik yetişiyor. Bir taraftan her türlü sefahat, diğer taraftan her bakımdan sefalet..."
D. Mehmet Doğan`ın Yeni Akit`teki bu çarpıcı yazısının tamamı şöyle:
"Türkiye Cumhuriyeti tarihinde daha önceki dönemlerle kıyaslanamayacak ölçekte maddi büyüme, son on yılda gerçekleşti.Ekonomi istikrar içinde büyüyor, büyüme rakamlarında dünyanın ilk sıralarında yer alıyoruz. Maddi refah yayılıyor ve bu artık gözle görülebiliyor.
Refahın geniş kitlelere yayılması, üretilen milli gelirin adil paylaşımı konusunda elbette yapılması gerekenler var ve işsizliğin önlenmesi de bu çerçevede en önemli konulardan biri.
Başlangıçtan bu yana Cumhuriyet hükümetlerinin ihtirasla istediği ve fakat ulaşamadığı maddi başarıların son üç hükümet zamanında gerçekleştirilmesi nasıl yorumlanmalı? Tayyip Erdoğan ve partisinin sırf maddi büyüme odaklı siyaset felsefesini benimsemiş bir hareket olmasından dolayı böyle bir sonuca ulaşıldığını söyleyebilir miyiz?
1950`den beri bütün “sağ” siyasi akımlar, en fazla dinî-manevî muhtevalı olan Selamet-Refah partileri dahil, kalkınmacı bir yaklaşımı önplana almışlardır. Bu siyasi hareketler, esas olarak tarihimize, medeniyet birikimimize, maneviyatımıza, kültürümüze vurgu yapmışlar ama bu alanlarla ilgili işe yarar, kalıcı, sonuç verici neredeyse sözü edilmeye değer hiçbir uygulamaya imza atmamışlardır.
AK Parti hükümetleri de şu ana kadar bu çerçevenin dışında sayılabilecek bir uygulama başarısı ortaya koymuş değildir.
Türkiye`nin maddesi, fiziği gelişirken -kaba bir benzetme ile- ayak, bacak, kol, gövde... habire büyürken, kafanın büyüdüğüne dair bir emareye sahip değiliz. Mevcut hükümetimiz de, üniversite sayısının arttırılmasıyla, çok sayıda bina yapılmasıyla, dersliklerin çoğaltılmasıyla, yeni kültür salonları veya tiyatro binaları inşasıyla -yani kemiyetle- öğünmektedir. Eğitim ve kültür alanıyla ilgili öğünülen şeyler de esasen maddî alanla ilgilidir.
Maddî büyümeyi istikrar içinde başarmış bir siyasi iktidarın 3. iktidar döneminde manevî, zihni, sosyal ve kültürel -kısacası insani- gelişmeyi dikkate alan bir hükümet programıyla milletin karşısına çıkması beklenirdi.
61. hükümetin programını bu gözle okumak istedik. Bütün metni göremediysek de, partinin sitesinde bulunan geniş bir özetine ulaştık. Zaten sayın Başbakan da, 128 sayfalık metnin tamamını Meclis`te okumayı gerekli görmemiş.
Esasen Sayın Başbakanın okuduğu hükümet programında iki cümle konumuzla ilgili dikkat çekici ve umut verici ipuçlarına sahip. Birinci olarak, makro-ekonomide sağlanan başarıların da katkısıyla eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal yardım harcamalarının toplamından oluşan sosyal harcamalarda ciddi artışlar sağlandığı belirtiliyor.
İkinci cümle bundan daha önemli bir başlangıcı işaret ediyor: “Okul öncesinden üniversiteye uzanan eğitim basamaklarında milli değerlerimiz ve uluslararası standartlar esas alınarak eğitim sistemimizi tamamen gözden geçirecek ve kaliteyi merkeze alan bir dönüşüm programı uygulayacağız. Eğitim sistemini yeniden yapılandıracağız”.
Eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması... Kemiyetten keyfiyete geçilmesi... Öğretimle birlikte, değer eğitimi, terbiye, zihin geliştirme, manevi yapıyı tahkim...
İdeolojik öğretim yerine bin yıllık birikimimizin değerler dünyasının insanı kuşatan, ayakta tutan ve irfanla donatan terbiye metodlarını uygulamaya koymak...
Elbette bütün bunların bir anda gerçekleştirilmesi mümkün değil. Maddi gelişmenin tek başına güçlü bir insan ve sağlıklı bir toplum oluşturmayacağını tecrübe ile biliyoruz. Evet madden gelişiyoruz, ama bu manevi gelişmeyle birlikte yürütülemediği için ciddi bir bozulma ve yozlaşma ile karşı karşıyayız. İdealsiz bir gençlik yetişiyor. Bir taraftan her türlü sefahat, diğer taraftan her bakımdan sefalet...
Yeni Hükümetin eğitim-öğretim sistemini ele almak için hem daha geniş imkanlara sahip olduğunu, hem de alandan gelen, tecrübeli bir şahsiyetin, Ömer Dinçer`in Milli Eğitim Bakanı yapıldığını göz önünde bulundurursak, gelecek için gerçekten umutlu olabiliriz.
Aynı şeyi kültür alanı için söyleyebilir miyiz peki?
“Kültür” hükümet programında teferruat kabilinden yer alıyor. Vakıflarla ilgili olarak söylenenler, bakanlık olarak temsil edilen kültürden daha fazla yer tutuyor.
Bilmem ki “Usta” ne der bu hususta?"