Ah şu kelime ve kavramlar yok mu, şu kelimeler ve kavramlar... Gramerciler boşuna dememişler kelimeler kılıç gibidir; gönüllerde, ruhlarda tesirleri vardır, diye. Bundan değil mi çocuğumuza isim koyarken epey zorlanırız “bu mu olsun, şu mu olsun” deyip gider geliriz. Zira isim olarak ona vereceğimiz kelimenin onun şahsiyet ve geleceği üzerinde etkileri olacaktır.
Halkların kardeşliği ve biri Kürd diğeri Türk iki merd-i kıpti… Halkların kardeşliğinin yanına iki merd-i kıptiyi getirmemiz sonra da kelime ve kavramların gücünden bahsetmemizin sebebi onların anlatacağımız şarlatanlıklarını anlamak içindir. Çünkü bu iki merd-i kıpti ve avanesi sözün gücünü çok iyi biliyorlar ve kelime ile kavramlardan müteşekkil sağlam bir hisarla kendilerini koruyorlar. Savunma işi berkemal olduğu gibi o biçim de sağa sola hücum ediyorlar. Mesela çağdaşlık kalesine çekildikten sonra gericilik kızgın ziftini üstünüze döktüler mi işiniz tamamdır.

Bazen kardeşlik, barış, sevgi, demokrasi deyip öyle bir hücuma geçiyorlar ki sana mecal vermiyorlar. Kalkıp da ey dürzü, sen Tünceli ve Bingöl’ü yakmadın mı? Sen, ikincisi ama birincisinin hayranı Susa’yı, Başbağlar’ı ve doğunun nice köylerini yıkıp yakmadın mı, diyemiyorsun. Tam da “Ye kürküm ye” hikâyesi… Almışlar yanlarına hocanın kürkü yerine en yaldızlısından birkaç kelime ve kavramı, sonra da bu kelimelerle “Ye babam ye”… En çirkefinden en trajiğinden mel’anetlerini bağırıyorsun ama ne fayda! Hemen yurtta barış, kadın hakları, sevgi, ekolojik düzen, hayvan hakları, eşitlik, kardeşlik ağır topçu atışı altında kalıyorsun. Artık bırak sesini başkasına duyurmak, kendin bile sesini duymuyorsun. Bundan sonra ise artık acıklı bir pandomimadır oynadığın: Ses yok, dudaklar imdatvari inip kalkıyor ve delice el kol hareketleri. İşte böyledir bu iki merd-î kıptî: Biri Türkî biri Kürdî. Dillerinde saygıya değer kelime ve kavramlar, sakladıkları ise lanete değer binbir mel’anetler…

Kirlettikleri bütün kavramlar bir yana, kardeşlik ve kadın hakları kavramlarının başına getirdikleri bir yana…

Kardeşlikle başlayalım mesela. Bu kavram üzerine bir edebiyatları var ki parmak ısırtacak cinsten. Cihanda barış mı dersin milletlerin kardeşliği mi dersin ne yok ki adamlarda. Mesela bu kıptilerden bizimkisi artık herhangi bir millet adına değil “dünya milleti” adına çalışacağını deklare etmiş. Yani anlayacağınız, sizin mahalle veya şehrinizdeki insanlarla kardeş gibi olmanız çantada keklik. Artık okyanus ötesi çok farklı dil ve renklerdeki topluluklarla da canciğer kuzu dolması olacaksınız yakında. Ne güzel değil mi? Kalem, yazdıklarından utanmalısın. Bu arzularla tutuşanlara nasıl kem gözlerle bakabiliyorsun. Bu yüce gayeler peşinde gidene, ben insanım diyen herkesin elpençe divan durması gerekmez mi?
Hem ey kalem, bunların irşadıyla kulluktan kurtulup özgür birey olan nicelerini görmüyor musun? Nasıl da zat-ı muhteşem ikonlarının önünde coşkun bir ortaçağ mistizmiyle çağdaş dini ritüellerini eda ediyorlar. Bak, şeyh ne güzel şeyh, müritler ne güzel mürit! Yılların postnişinleri, sizinki de şeyhlik mi ve yılların dergah müdavimleri, sizinki de müritlik mi yani?

Tamam bütün bunlar hoş güzel de cihanda sulhu gerçekleştirecek, dünya milletlerini kardeş yapacak bu zat-ı şahaneler herhalde şu küçük şeyleri yapmışlardır. Nasıl söyleyeyim bilmiyorum ki hani siz müritler de transa geçmişken bu vecd halinizi de bozmak istemiyorum ama diyorum ki bu pir-i şahaneler şu küçücük küçücük kardeşlikleri herhalde tesis etmişlerdir değil mi? Mesela hükümran oldukları şehirlerde kardeşlik o biçim berkemaldir, değil mi? Buralarda can, mal, namus güvenliği o biçimdir herhalde. Bu üç güvenlikten bahsedildiği gibi akla ilk gelenler bunların müritleridir değil mi?
Hani kardeşliği bilirsiniz, gerici yobazlar bunun bir zamanlar bedevi bir Arap şehrinde gerçekleştiğini sonra adım adım dünyaya yayıldığını söylüyorlar. Fakir fukaraya yardım, komşusu açken tok yatmama, kardeşini kendine tercih gibi... Dünya ile uğraşmadan önce kendi şehirlerinizde bunlar başarıldı değil mi? Hırsızlık yok, kavga dövüş yok, güçsüz güçlüden korkmuyor. Sonra evlilikler desen, boşanmalar asgariye inmiş, eşler ise tam da leyla û mecnun. Cihanda sulh, milletlerin kardeşliği yanında biliyorum bu küçük şeylerin söylenmesi ayıp ama patavatsızlığıma verin, bunları yaptınız değil mi?

Secdeden kaldırın başınızı ey yalancı ilahların kendilerine zulmeden kulları! Mahmurlu gözlerinizi oğuşturmayı bırakıp yüzünüze su serperek kendinize gelin. Soruyorum şimdi, bunları yaptınız mı? Nerdeee? Milletleri kardeş yapacaktınız? Hadi ondan da vazgeçtim, sadece ama sadece bir kişiyi kendisiyle kardeş, kendisi ve çevresiyle barışık, hayattan memnun, iyi ve güzel bir insan olşturabildiniz mi? İşte sizin ve sizin gibi bütün şarlatan ve madrabazların örtülemez ironic tarafı: Tek bir insanı bile insan yapamamak! Oysa ne güzel konuşuyordunuz, öyle küçük şeylerle değil, cihana nizam veriyordunuz.
Rabbim gani gani rahmet etsin, üstadım Bediüzzaman ne güzel resmetmişti sizi. Onun deyimiyle dersini tam bir şekilde alıp mektebinizden (ideoloji) mezun olan tam bir yılan olur. Eğer tam bir yılan olmamışsa demek ki dersini tam alamamıştır. Demek ki yetiştiği İslam toplumunun kendisine ister istemez sinen havasından kendini tam kurtaramamıştır.

Evet şehirleri birbirine kardeş yapmadığınız gibi yekdiğerinden ayırdınız. Diyarbakır, Ankara, Şam, Bağdat arası eskisinden çok daha uzak şimdi. İki kişiyi bile kardeş yapmadınız, aksine aynı anne ve babadan olma öz be öz kardeşleri ayırdınız, düşman yaptınız. Siz, yani öz kardeşlerin düşmanlığı. Bu da benim sizi resmeden resmim olsun.

Bir bağ kurmadınız, bütün bağları berheva ettiniz. Meş’um nefesinizin vurduğu beldelere bakın da toplumdaki kardeşliğin nasıl solduğunu, öz be öz kardeşlerin düşmanlığının nasıl boy verdiğini görün. Haber bültenlerinde verilenler, kurtarılmış bölgelerinizdeki boy vermiş çiçeklerinizdir(!). Kardeş kardeşi, oğul babayı öldürdü; kaynana gelini ya da gelin kaynanayı boğdu; koca eşini doğradı. Sonra da intiharlar, intiharlar, intiharlar…

Bir de kadın haklarına ve kadına bakalım. Zira başta dediğmiz gibi bu iki merd-i kıptinin çok parlak bir mumları da kadın hakları… Kadınlarla ilgili laflarına bakarsanız kadının koruyucu melekleri sanırsınız onları. Haliyle “Şimdi bunlar hanımlarıyla ne güzel geçiniyorlardır, ne mutlu aile hayatları vardır!” diye düşünür, “Ne mutlu eşlerine! Şimdi eşleri kendilerinden ne kadar da memnundur!” dersiniz. Teoriden çıkıp pratiklerine bakıyorsun, heyhat ki ne heyhat! Aile dağılmış, çocuk yok, kadın kaçmış, ev soğuk ve boş.

Ne garip değil mi? Milletlerin kardeşliği, kadın hakları ve biri Türk diğeri Kürd iki merdê kıpti! İki merdê kıptinin de eşleri evden firari. Ama gel gör ki nice kız ve kadın bunların sözlerine kandı. Yaldızlı sözlerle büyülenip özgür olmuşlar ya, artık eş olmayı, anne olmayı kendilerine hakaret bildiler. Dolayısıyla kadınlıktan çıkıp kadın-erkek arası garip üçüncü bir cins meydana getirdiler. Bakın yine o mahalleden bir şair bu yeni melezonik cinsi nasıl tarif ediyor:

Hem bir çoktular hem bir tektiler
Yorulmuş bir yanlışı yaşamaktan
Epeyce kadın gizlice erkektiler

Biz de bu dürzülere dönüp deriz ki: Cihanda sulhu, milletlerin kardeşliğini çok dert ettiğinizi (!) biliyoruz. Ama onlar, “Bir Türk dünyaya bedeldir”den önce zaten kardeştiler. Çanakkale cephesinde kardeştiler, Malazgirt savaşında kardeştiler. Hakeza Kafkasya, Balkan, Yemen cephelerinde kardeştiler. Ha, hiç merak etmeyin yine kardeş olurlar yeter ki siz gölge etmeyin.
Kadın haklarına, daha doğrusu kadına gelince sorarım sizde kadın nedir? Özgür (!) bir birey değil mi? Tabi baba, koca ve kardeş gibi benzeri hamilerinden uzaklaştırılmış bir birey… Bu uzaklık haliyle zayıflık da oluyor ve bu da siz canavarların iştahını kabartıyor değil mi? Ama şu aşağıda gelenleri iyi tanı. Onlar kadın için annemdir, teyzemdir, halamdır, eşimdir, bacımdır, ninemdir diyorlar. Soğuk bir birey kelimesiyle nitelenen kadın nerede, bu sıcak kavramlar nerede! Evet bunları iyi tanı. Bunlar senin bütün canavar dişlerini söküp alnına çakacaklar.

Başa dönersek şayet evet, doğrudur, kelimeler kılıç gibidir. Cazibeli kelime ve kavramlar insanı sersemletirler. Ama doğruların da er geç ortaya çıkma gibi ıslah olmaz bir huyları vardır. Laf ebeliği, şarlatanlık yatsıya kadardır, yalancının mumu ondan sonra yanmaz. Vesselam.
 
Sait Burak
Kandıra / Kocaeli / doğruhaber