Âlimler, bu mezhebin ilk ortaya çıkış tarihinde ihtilaf etmişler­dir.

Bazılarına göre bu mezhep Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın, hila­feti bırakıp, Muaviye'ye devretmesi üzerine Hz. Ali taraftarların­dan bir gurubun siyaseti bırakarak kendilerini itikadı meselelere ver­meleri sırasında ortaya çıkmıştır.

Bu hususta Ebu Hüseyin'in el-Taraîfî, «Ehlül ehvai ve el-Bida'» adlı kitabında şunları anlatır. «Bunlar, kendilerine «Mutezile» adı­nı taktılar. Bunun sebebi ise, Hz. Ali'nin oğlu Hz, Hasan'ın, hilafeti Muaviye'ye bırakması üzerine, birtakım insanların Hz. Hasan, Muaviye ve bütün insanlardan ayrılıp evlerinden ve camilerden dışarı çıkmamaları ve «Biz, ilim ve ibadetle meşgulüz.» demeleridir.

Âlimlerin çoğunluğuna göre ise, Mutezile fırkasının başı, Vâsıl b. Ata'dır. Vâsıl b. Ata, Hasan-ı Basri'nin ilmî sohbetlerinde hazır bulunurdu. Bir gün, daha sonra asırlar boyu insanların zihnini meş­gul eden -Büyük günah işleyenin durumu- meselesi ortaya çıktı. Vâ­sıl b. Ata, Hasan-ı Basri'ye muhalefet ederek, «Ben, büyük günah işleyenin, kesinlikle mümin olmadığını, müminlikle kâfirlik arasında bir derecede «Elmenziletu beynel menzileteyn» bulunduğunu söylü­yorum.» dedi. Ve Hasan-ı Basrî'nin meclisinden ayrıldı, camide ken­disine başka bir meclis kurdu.

Mutezililere göre, mezhepleri, Vâsıl b. Ata’dan çok evveldir. On­lar, ehl-i beyt'ten çoklarını kendi mezheplerinin mensubu sayarlar. Hattâ Hasan-ı Basrî'yi bile kendi mezheplerinin mensuplarından bi­ri olarak kabul ederler. Hasan-ı Basrî, kulun fiili hakkında Kaderiyecilerin sözünü söylüyordu. Bu söz ise, daha ilerde açıklanacağı gi­bi, Mutezililerin sözüdür. Yine, Hasan-ı Basrî büyük günah işleyen kimse hakkında, Mutezililerin görüşüne   yakın bir şey söylüyor   ve onların görüşünün zıddını söylemiyordu. Çünkü o, büyük günah iş­leyeni münafık sayıyordu. Münafık ise, iman ehlinden sayılmaz. O, ebedî cehennemliklerdendir.

Murteza, «El-Münye ve el-Emel» adlı kitabında Mutezilileri, ta­baka tabaka zikretmektedir.

Bize göre, Mutezile mezhebi Vâsıl b. Ata'dan daha önce ortaya çıkmıştır. Ehl-i beytten birçoğu, Vâsıl b. Ata'nın yolundan gitmiş­lerdir. Meselâ, Vâsıl'ın samimi dostu olan Zeyd b. Ali bunlardandır. Vâsıl, bu mezhebe davet edenler içerisinde en belirgin kişi olduğu için, birçokları bunu, mezhebin başı kabul etmişlerdir.

Bu fırkaya, neden “Mutezile” adı verilmiştir? Bunun cevabı ih­tilaflıdır. Mutezililerin, Hz. Ali (r.a)'nin ordusunun içinde türediklerini, daha sonra da siyasetten ayrıldıklarını ileri sürenlere göre “Mutezile” adı bunların, ortaya çıkış şekillerinden alınmıştır. Mutezililerin, Hasan-ı Basri'nin meclisinden ayrıldıklarını ileri süren görüşe göre de “Mutezile” adı yine bunların ortaya çıkış şekillerin­den alınmıştır.

Bazı misyonerlere göre ise, bunlara «Mutezile» denmesinin se­bebi, bunların takva sahibi, dünyaya önem vermeyen, hayatın zevk­lerini terk eden kişiler olmasıdır. «Mutezile» kelimesi, bu kelimeyle sıfatlananların, dünyaya önem vermeyen kişiler olduklarını ifade eder.

Gerçek şudur ki, bu fırkaya mensup olanların hepsi, misyoner­lerin söyledikleri sıfatta değildir. İçlerinden bazı takva sahibi oldu­ğu halde, diğer bazıları, günahkârlıkla suçlanan kişilerdir. Bazıları salih kişi, diğer bazıları ise fâcir idi.

Merhum Dr. Ahmed Emin «Fecrûl İslam» adlı kitabında şöyle der: «Bize göre, bu fırkanın «Mutezile» diye adlandırılmasının baş­ka bir sebebi de vardır. Bu sebep, Makrizi'nin «Hıtat» adlı eserini okurken dikkatimizi çekti. Bu sebep şudur: Mutezileliğin ortaya çık­tığı ve daha önceki dönemlerde yaygın bulunan Yahudi fırkalar ara­sında «el-Feruşîm» adlı bir fırka bulunuyordu. Makrizî, bunun, «Mutezile» mânâsına geldiğini söyler. Bazı âlimler, «Feruşîm» fırkasının, kader meselesi hakkında görüşler ileri sürdüğünü ve bunların, «bü­tün fiillerin Allah Tealâ tarafından yaratılmadığını» iddia ettikle­rini söylemişlerdir. «Mutezile» adının, bu fırkaya, Müslüman olan Yahudiler tarafından, takılması ihtimali uzak değildir. Çünkü, bu, Müslüman olan Yahudiler, Yahudi fırkası «el-Feruşim» ile «Mutezilîler» arasında büyük bir benzerlik görmüşlerdir.

Gerçekten, Yahudi Mutezilesi ile İslâm Mutezilesi arasında bü­yük bir benzerlik vardır. Yahudi Mutezilîleri Tevrat'ı felsefecilerin mantığına göre tefsir etmişlerdir. Müslüman Mutezililer ise, Kur'an-ı Kerîm'de zikredilen Allah'ın sıfatlarını felsefecilerin mantığı­na göre yorumlamaya kalkışmışlardır.

Makrizî, “Mutezile” diye adlandırdığı «Feruşim»ler hakkında şöyle der: «Tevrat'ta bulunan hükümleri, ataları filozofların izahla­rına göre tefsir ederler.