Dr. Husam Ed-Deceni

Birçok siyasi ve liderin fark etmediği yeni mesele ise, işgalcinin Filistin halkına yönelik paylaştırma uygulamasıdır. Şunu kesin bir dille ifade edeyim ki, kimsenin dikkatini çekmeden İsrail bu hedefine ulaşmıştır. Peki, İsrail’in Filistin halkına yönelik zaman ve mekan yönünden paylaştırma için şimdiye kadar yapmaya çalıştığı ve hayata geçirmek istediği proje nedir? Geçen yıl meydana gelen Kudüs Kılıcı Savaşı'nın kazanımlarını korumada niçin başarısız olduk?

Birincisi: Filistin halkının zaman ve mekan olarak paylaştırılması

Katıldığım televizyon ve radyo programlarında sürekli şunu ifade ettim:

İsrail, Filistin halkını beş parçaya ayırmayı başarmıştır. Bunlar Filistin dışında yaşayan Filistinliler, yeşil hattın içinde yaşayanlar, Kudüslüler, Batı Şeria ahalisi ve Gazze Şeridi ahalisidir. Her bir bölge ve kesime ayrı bir politika uygulamaktadır. Bu bölgelerin psikolojik, sosyal ve siyasi olarak birbirinden ayrılmasını sağladı. En büyük başarısı ise, 1948 yılında işgal edilmiş Filistin topraklarındaki Filistinlileri hesaba katmadan 1993 yılında Oslo İlkeler Anlaşması'nı imzalamasıdır. Filistin halkını mekan olarak bölerken büyük bir başarı sağladı. Hatta onlara terörist gözüyle bakarken ve düşman ilan ederken bile bölgeleri birbirinden ayırdı. Mesela Gazze, Batı Şeria gibi değildir. Yine Kudüs halkı da 1948 yılında işgal edilmiş Filistin topraklarındaki Filistinli gibi değildir. Şimdilerde ise bu ayrım ve taksim şehirlere kadar indirgenmiştir. Mesela Cenin şehri Nablus ve Beytlahim gibi değildir. Korktuğum şey, Belata mülteci kampına karşı tutumun Huvvare ve Nablus şehrinden farklı bir hal almasıdır. 

Zaman yönünden paylaştırma, işgalcinin terörü için tarih belirlemesine bağlıdır. Bir yıl önce Gazze hedefteydi. Filistin’in geri kalan kısımlarının suskunluğu karşısında buraya saldırdı. Bugün Cenin’e saldırıyor. Saldırınca da geriye kalan bölgeler susuyor. Cenin'e saldırırken diğer yerlerde bunu kınayan barışçıl gösteriler bile göremedik. İşte bu, Filistin toplumsal bilincine karşı işgalcinin en büyük tehdididir. Zira kendisi Filistin halkının dağınık bir halk olduğunu ve onları sadece bulundukları mekanların bir araya getirdiği fikrini yerleştirmek istiyor.

İkincisi: Kudüs Kılıcı Savaşı ve bunun Filistin halkının vahdetiyle alakası

Geçen yıl Ramazan ayında (Gazze Şeridi'ndeki Filistin direnişiyle işgal rejimi arasında meydana gelen) Kudüs Kılıcı Savaşı'nın en büyük kazanımlarından biri, Filistin halkının her nerede olursa olsun işgale karşı bir yumruk haline gelmesiydi. 1987 yılında meydana gelen büyük intifada gibiydi. Bunu El-Ludd, Yafa, En-Nasıra şehirlerinde ve Yeşil Hat içinde kalan daha başka Filistin şehirlerinde gördüğümüz gibi Kudüs ve Batı Şeria’da, Londra ve Şikago’da da gördük. Her yerde gösteri ve yürüyüşler vardı. 

Tam da burada şu soruyu sormak istiyorum: Peki, Kudüs Kılıcı Savaşı'nın çizdiği bu durum neden sürmedi? Cevabı çok basit ve açıktır. Çünkü biz her şeyde bölünmüşüz. Düşman bulmada oldukça mahiriz. Birbirimize karşı kaslarımızı göstermede oldukça ustayız. Halkımızın tarihinde (bu halkın içinde meydana gelen) acı ve karanlık olanı hep yâd ediyoruz. Zafer ve güç konusunda konuştuğumuzda ise, bazılarının hoşuna gitmiyor. Bu durum, yenilginin kanımıza kadar girdiğini gösteriyor. Bu maskaralığın durması için hastalığın makyajdan uzak, açık ve net bir şekilde ortaya konması gerekir. O nedenle şu tespitleri paylaşıyorum:

1.İşgal altında bir yönetim kurduk. Artık işgal bizim velinimetimizdir. Refahımıza, ekonomik kalkınmamıza karar veren odur. Uluslar arası yardımlar da işgalcinin kindar yönlendirmelerinin esiri haline gelmiştir. 

2.Filistin Yönetimi'ndeki liderler çıkarcı bir tayfa haline gelmiştir. Doğrudan ve dolaylı, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde işgalcinin çıkar ve güvenliğini gözetiyorlar. Çünkü bunlar çıkarlarının devamı için gereklidir. 

3.İşgalcinin uyguladığı havuç-sopa politikası. Sopayı kendisine karşı gelen direniş akımına karşı kullanıyor. Onları tutukluyor, infaz ediyor veya birçok şeyden mahrum bırakıyor. Havucu ise, kendisiyle barışan, başını eğen ve (kendisine göre) sükûneti tercih edenlere veriyor. Onlara çalışma izinleri ve devlet büyüklerine VIP kimlikleri vermektedir. Bunlar arasında Filistin halkına ve özellikle direniş kanadına karşı psikolojik savaş sürdüren işgalciye destek veren değişik çevreler de var. Bunların arasında işgalci gibi direniş akımına mensup olanlara karşı olan ve aynı politikayı uygulayan da var. Bunlar direnişçileri hedef almakta, yolculuk yapmalarını engellemekte ve yardımları kesmektedir. 

4.Bizim iç bölünmelerimiz birçok şekil almış durumda. Şu anda ondan kurtulmak, işgalcinden kurtulmaktan daha zor hale gelmiştir. Bizde coğrafi, siyasi ve ideolojik bölünme var. Bölünmelerimiz eksen ve ittifak politikalarının bir parçası haline gelmiş. Mesela direniş cenahının bir eksen ve ittifak ağı var. Bu eksenin, her tarafın çıkarıyla ilgili hedefleri var. Mesela İran nükleer projesini tamamlamak için İsrail’i meşgul etmek ve Amerika’ya baskı kurmak için direniş gruplarını finanse ediyor. Geri kalan gruplar ise, İsrail ile barış isteyen taraflarla birlikte hareket ediyor, teröre karşı savaş adı altında direniş eksenine karşı savaşta diğer çevrelerle gücünü birleştiriyor.

5.Filistin siyasi liderleriyle Filistin halkı arasında büyük bir uçurum var. Filistin halkı şu anda üç cepheye bölünmüştür: Bir kısmı İsrail içinde çalışmak istiyor. Bu onun en büyük hayalidir. Diğer bir kısmı şuradan buradan gelen yardımlarla yaşamını sürdürüyor. Bunun da en büyük arzusu ve rüyası sosyal işlerden gelen çekten veya Katar’dan gelen yardımlardan kurtulmaktır. Üçüncü bir kısım ise Filistin Yönetimi'ne bağlı kurum ve kuruluşların sofrasında beslenenlerdir. Bunlar bedel ödeyen halkın hesabı üzerine dolgun maaşlarla makamları doldurmuşlardır. Ulusal projeye salt ekonomik bir proje gözüyle bakıyorlar. 

Sonuç:

Filistin halkının tarih boyunca ortaya koyduğu bedeller, bizim bu halk için ilgililerin kapısını çalmamızı hak ediyor. Bu halkın söz sahibi olması gerekir, Bizim grup ve isimlere kul olmamamız gerekir. Hata edene ‘hata ettin’  diye bilmemiz gerekir. Filistin siyasi sistemin bünyesinde büyük ıslahatların yapılması için baskı kurmamız, bunu yapmak isteyenlere de yardım etmemiz gerekir. Bu konuda şu adımlar atılabilir:

1.’Nerede hata ettik?’ sorusunu bulmak için siyasi süreci değerlendirmek amacıyla ulusal bir konferansın düzenlenmesi gerekir. Burada geçmişin hatalarını göz önünde bulunduracak ve geleceği tesis edecek, herkesin üzerinde uzlaşacağı ulusal bir strateji formunun tamamlanması gerekir.

2.Siyasi bütün kurum ve kuruluşlarda, sendikalarda, belediyelerde ve öğrenci hareketlerinde kapsamlı bir seçime girmek.

Bütün bunlar hepimizin (oturup işi başkasına havale edip) kanepe(lerde oturanlar) partisine mensup olduğumuz bir dönemde asla olmaz. Herkesin çapına göre hareket etmesi gerekir. Vatan çok iyi bir yerde değildir. İsrail’in zevali ile ilgili söylenenlerin,  doğrusu dayandığı referanslar açısından ne kadar isabetli olduğunu da bilemiyorum. 

Realiteye bakarak şunu söyleyebilirim: İsrail ilerlerken biz geriliyoruz. Bunun nedeni işgalcinin mahareti değildir, aksine liderlerimizin başarısızlığı, bağımsız olmayan kararlarımızda dışa bağımlı olmamızdır.

Filistin Enformasyon Merkezi