Huseynisevda.biz adlı internet sitesinde yayınlanan yazının tamamı;
CEMAAT YAPISINA HAKİMDİ, ÇALIŞMALARI İYİ TAKİP VE KONTROL EDİYORDU
Biz bir Cemaatiz, büyük bir mücadele veriyoruz, düşmanımız güçlü ve imkan sahibidir. Faaliyetlerimize müsaade etmez ve boş da durmaz. Eğer güzel bir şekilde örgütlenmez, sıkı disiplin ve düzen içerisinde sistemli bir şekilde çalışmaz, takip ve kontrolü iyi yapmazsak yapıda başıboşluk meydana gelir ve neticede düşmanımızın bizi kontrol altına alması kolaylaşır.
Şehid Rehber bu şekilde düşündüğünden, Cemaat bünyesinde başıboşluğa, düzensizliğe ve kontrolsüz bir şeye asla fırsat vermezdi. Cemaat bünyesinde veya etki alanında olup kontrol dahilinde olmayan noktayı, ölü nokta olarak kabul ederdi. Bu yüzden, Cemaatin bütün elemanlarını, faaliyetlerini, faaliyet alanlarını ve bu alanlardaki ortamı takip ve kontrol edecek, gerekli müdahaleleri yapıp yönlendirecek bir işleyiş mekanizması oluşturmuştu. Özellikle de sorumlu düzeydeki bütün elemanları mutlaka sıkı kontrol eder, kitap okumalarına, ibadetlerine, günlük yaşantılarına, aile yapılarına ve yaptıkları maddi işe kadar bütün durumlarını yakından takip ederdi. Bu işleyiş mekanizması neticesinde, Cemaat tabanından çok yönlü ve çok çeşitli geniş bilgi akışı oluşmuştu.
Ancak bu takip ve kontrol, kuru bir disiplin ve katı bir denetim ile kesinlikle mukayese edilmemelidir. Cemaatin sorumlu elemanları, Şehid Rehber’in bu çalışma düzeninden ve onları yakından takip edişinden büyük bir haz alıyor ve güven duyuyorlardı. Öyle bir hale gelmişti ki, sorumlu elemanlar her şeylerini Şehid Rehber ile paylaşıyor, söylemedikleri hususları ona bir an önce söylemek veya ulaştırmak için fırsat kolluyorlardı. Çünkü Şehid Rehber ile konuştukları, paylaştıkları ve aktardıkları her konuda, onun eğitici ve yönlendirici muamelesini görüp istifade ediyor, sahiplenip desteklendiklerini hissedip manen güç alıyorlardı.
Şehid Rehber, Cemaatin bütün çalışmalarını bizzat görmek hatta elinden gelse kendisi bizzat yapmak isterdi. Güvenlik gerekçeleriyle bile olsa çalışma ortamından uzak kalmak, hele hele uzaktan idare etmek kendisine ağır geliyordu. Onun için çalışmalarla iç içeydi. Cemaatin gizlenmiş sorumlu arkadaşlarının kalmaları için bir ev mi ayarlandı, kırsal alanda bile olsa bir sığınak mı yapıldı, imkan olduğu müddetçe kendisi bizzat gidip görür, imkan olmazsa çok detaylı bilgi alır veya kamera çekimleri yaptırarak bunları inceler böylelikle varsa güvenlik açıklarını tek tek izah ederek müdahale ederdi.
İ. H. Adlı Cemaat mensubu hatıratlarında şöyle söylüyor: “Şehid Rehber, beraber çalıştığı arkadaşlarını, özellikle de yakın arkadaşlarını çok iyi tanırdı. Diğer Cemaat mensuplarını, hususen sorumluluk almış olan arkadaşları iyi tanımaya çalışırdı. Onun için bilgi akışının kesintisiz gelmesine önem verirdi. Kimin ne iş yapabileceğini, kapasitesinin ne olduğunu çok iyi bilirdi. Şehid Rehber, gelen dokümanı tek tek incelerdi, hiçbir şeyi geçiştirmezdi. Cemaat ve faaliyetleri gözlerinin önünde gibiydi. Bazen fiziki olarak Cemaat çalışmalarının yoğun olduğu bölgelerden uzaktı, ancak kurmuş olduğu Cemaatsel irtibat yollarıyla adeta bu fiziki mesafeyi ortadan kaldırmıştı. “
KENDİNİ TAMAMEN DAVAYA ADAMIŞTI
Şehid Rehber, İslam davasını kendisine öncelikli dert ve meşguliyet, hatta meslek edinmişti. Onun için İslami davadan başka bir meşgale yoktu. İnsanlara ve olaylara bu pencereden bakıyor, bu açıdan değerlendiriyordu. Bütün söz ve fiillerinde bu hali kendisini hemen gösteriyordu. Müslüman birini değerlendirirken hep bu özelliklerine dikkat çekiyordu. Kendisi fena fil Cemaat olduğu gibi arkadaşlarının da öyle olmasını istiyordu. Son derece enerjikti. Gece gündüz çalışmaktan, notları okuyup değerlendirmekten bıkmaz, usanmazdı.
A. Ş. adlı Cemaat mensubu bu konuda şunları nakletmektedir: “ Hizmete odaklıydı. Kişinin şahsiyeti yanında daha çok yaptığı hizmete bakıyordu. Hizmetteki kaliteye ve hizmet edenin maharetine, becerisine çok önem veriyordu. Sonraki görüşmelerimizde de onun bu seçiciliğini bariz bir şekilde müşahede ettim. Bir cevher arayıcısıydı. Bu arayışın tabiatında riskler ve zahmetler de vardı. Ama cevherin kokusu alındıktan sonra, o zahmetlere katlanılmalıydı. Bu benzetmeyi ondan öğrenmiştik. Yıllar sonraki bir yazışmamızda bir kardeşimizin sosyal kapalılığını biraz da şikâyetimsi bir dil ile yazmıştım. Verdiği cevap çok orijinal ve çok hoşuma gitmişti. Arkeologlar demişti, bir yerde bir cevheri tespit ettiklerinde onu ortaya çıkarmak için toz içinde bin bir zahmetle çalışıp didinirler… Onlar gibi olmak lazımdı, bana çok güzel bir ders vermişti. “
Şehid Rehber için İslam davası, dünyevi hiçbir makam ve meslekle mukayese edilemeyecek kadar kutsaldı. Kendisini tamamıyla ona vakfetmişti. Hiçbir şeyin onun önüne geçmesine fırsat vermiyordu. Bu yüzden Cemaat kavramının arkadaşlar arasında ve toplum içinde yer etmesini, Cemaatin şahs–i manevisinin öne çıkmasını ve telaffuz edilmesini istiyordu. İsminin asla öne çıkmasına ve hele hele Cemaatin şahs–i manevisinin önüne geçmesine asla fırsat vermiyordu. Sorumlulara talimat gönderse, herhangi birine veya birilerine selam gönderse, bir yerde bir sorun olduğunda orayla ilgili çözüm gönderse, hep Cemaat tabirini kullanır; “Cemaatin talimatı budur”, “Cemaat selam gönderdi”, “Cemaatin çözümü şu şekildedir” diye söylenmesini ister, kendi isminin veya yanındaki üst düzey sorumlulardan herhangi birinin isminin telaffuz edilmesini kabul etmezdi. “Cemaat” kavramının oturup yer etmesini ve bunun için gayret sarf edilmesini isterdi.
M. S. adlı Cemaat mensubu, konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Onu tanıdık tanıyalı, illaki Cemaat derdi, yani falan şöyle dedi, filan şöyle yaptı yerine, Cemaat şöyle yaptı, böyle dedi denilmesi için çok çaba sarf ettiğine şahit oldum. Bir kardeşin önemli bir sorunu vardı ve bu iş için de bizatihi Şehid Rehber’in konuyla ilgilendiğini biliyordu. Tabi ki bu onu çok memnun edip rahatlatıyordu. Bir gün Şehid Rehber kendi el yazısıyla bir not yazdı ve o kardeşe vermemi istedi, ayrıca sözlü olarak da ona iletmem için bana bir şeyler söyledi. Bunun üzerin ben de: “Ağabey, bu notu sizin gönderdiğinizi söyleyeyim mi? Dedim. “ O da: “Yok, gerek yoktur” dedi. Bunun üzerine ben: “Ağabey, bu kardeşimiz bu notu sizin yazdığınızı ve ileteceklerimi de sizin bana söylediğinizi zaten biliyor, siz onun sorunuyla bizzat ilgileniyorsunuz, saklamaya gerek var mı” dediğimde şu ders dolu ifadeleri kullandı: “Kendisi bilse de biz doğrudan söylemeyiz. Cemaat ismi ve kavramı hepimizin isminden daha büyük ve manevidir. Bu kardeşimiz ve hepimiz, Cemaat kavramını aramızda oturtmalıyız. Şahıs isimlerinden çok Cemaat ismini öne çıkarmalıyız. Cemaat dendiği zaman binlerce kardeşin manevi gücünü, şefkatini, kararlılığını, meseleye bakışını ve en önemlisi de şahs–i manevisi ortaya konmuş olur. Ama birinin veya benim ismim telaffuz edildiği ya da öne çıkarıldığı zaman, bu isimler bu kadar güzellikleri içinde barındırmaz. Dolayısıyla çok cılız kalır. Ayrıca bu gün ben varım ya da sizler varsınız, yarın hepimiz bu dünyadan göç edeceğiz. Ama Cemaatin şahs–i manevisi kalıcıdır.”
B. V. Adlı Cemaat mensubu da Şehid Rehber’in bu özelliği konusunda şu notu düşmektedir: “…Dünya namına hiçbir şeyi yoktu. Dünya namına hiçbir hesap ve endişesi de yoktu. Sadece İslam davasının endişesindeydi. Yirmi dört saat onun için çalışıyordu ve bütün ömrünü ona vakıf etmişti. Sabit bir yeri ve mekanı yoktu. Mücadelenin şartları nereyi gerektiriyorsa oraya göç ederdi. Bütün ev eşyaları bir traktörü doldurmazdı. Günün yirmi dört saati onun için çalışma ve mesai saatiydi…”
İ. H. Adlı Cemaat mensubu da konuyla ilgili şu hususlara dikkat çekmektedir: “…Çalışmada tükenmek bilmez bir enerjisi vardı. Onun çalışma temposuna ayak uydurmak çok zordu. Bazen günlerce ara vermeksizin çalışırdı. İstirahati ise genellikle akşam namazını kıldıktan sonra bir koltukta uzanıp kestirmesiydi. Günlük uykusu üç buçuk dört saati geçmezdi. Ondan sonra uyanır, beraber yatsı namazını Cemaatle kılardık ve çalışmasına ara verdiği yerden başlayıp sürdürürdü. Bir rahatsızlığı vardı, ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyat konusunda birtakım alternatifler sunmaya çalışıyorduk. Onu bu konuda ikna edemedik. “Benim şahsımdan dolayı çalışmaların aksamasına ve Cemaate en küçük bir zararın gelmesine razı olamam. Sabredebildiğim kadar sabredeceğim, eğer tahammülü mümkün olmayan bir hal alırsa mutlaka Rabbim bir çare lutfeder. “ diyordu…”
D. Y. adlı Cemaat mensubu şu bilgileri aktarmaktadır: “Şehid Rehber için hayatta İslam asıl, diğer uğraşılar ise taliydi. İslami esaslar hayat şartlarına göre eğilip bükülmemeli, hayat ve şartları İslam’a göre şekillenmeliydi. Hele İslam davası, bir hobi olarak boş zamanların tahsisi ile sürdürülecek bir uğraş değildi ona göre. “
M. Ö. adlı Cemaat mensubu şöyle bir anı aktarmaktadır: “Bir seferinde ekip olarak Şehid Rehber’in ziyaretine gitmiştik. Çalışma ekibimiz beş kişiydi, yaklaşık bir ay çalışma alanımızdan uzak kalmıştık. Kendisiyle yaptığımız görüşmede, bazı arkadaşların kendi çalışma alanlarına tam vakıf olmadığını ve detaylı bir şekilde tanımadığını fark etmiş olacak ki, bir yemek sırasında bir iki arkadaşa kaç kilo olduklarını sordu. Arkadaşlar normal kilolarını söyleyince cevaben: ‘Yok, öyle düşünme. Senin alanında yüz kişi varsa, senin manen ağırlığın on tondur, çünkü üzerinde o arkadaşların her birinin ağırlığı vardır. Her kalkış oturuşunda bunun ağırlığını manen hissederek kalkıp oturmalısın. Gece ve gündüzün, kısacası tüm vaktin üzerindeki ağır yükü taşıyabilme endişesiyle olmalı ve işlerin sana meleke olmalı ki alanını tanımada, hizmet etmede ve işleri geliştirmede verimli olabilesin’ dedi. “
Cemaat içinde bir kural ve kaide yerleştikten sonra kendisini de bu kurallara karşı sorumlu görüyor ve öyle hareket ediyordu. Hatta bu kurallara diğer arkadaşlardan daha fazla riayet etme gayretini kendisinde buluyorduk. Diğer insanlara normal görülen bir takım şeylerin bizlere caiz olmadığını söyler ve örnekler verirdi. “Bizler bir Cemaatin mensuplarıyız, Cemaatin kural ve kaideleri vardır, bunları dikkate alarak hareket etmek zorundayız, dışımızdaki bir insan istediği zaman istediği işi yapmaya yönelebilir, kendisini bir şeye bağımlı hissetmez ama bizler aklımıza estiği gibi hareket edemeyiz, bir şey yapmak istediğimizde bağlı olduğumuz bir yapı olduğunu ve bu yapı içindeki sorumluluğumuzu hesaba katarak hareket etmek zorundayız” der ve bunları sürekli bize hatırlatırdı.