Çakar'ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
Enflasyonu üç temel boyutuyla değerlendirmek lazım. Birinci boyut maliyet enflasyonu. Gerek pandemi ve devamında petrol fiyatında ciddi anlamda sıçrama olmuştu. 2021 yılına başladığımızda dünyada enflasyon, ticaret hacmine yönelik beklentiler vardı. Büyüme hızı yüzde 3,5'tu. Bu sene yüzde 4 civarında bir öngörü vardı. Küresel ekonomi farklı süreçlerden geçiyor. Şubat ayında Rusya-Ukrayna savaşı oyunun dengesini bozdu. Doğalgaz, petrol, enerji açısından, gıda ürünleri açısından hakikaten çok büyük potansiyel. Euro bölgesinin Rusya'dan enerji alımı yüzde 38'di. 4 ülkenin enerjisinin yüzde 100'ünü Rusya karşılıyor. Zaten enerji fiyatlarındaki artış, savaşın getirdiği tedarik zincirindeki bozulma arzı negatif etkiledi. Bu bütün dünyaya enflasyon olarak yansıdı.
Biz Euro bölgesinde olsaydık enflasyonumuz yüzde 70 mi olacaktı? Hayır. Her ülkenin kendisine göre gerçekliği farklı. ABD'de son 40 yılın enflasyonu var. Gelişmiş olan ülkelerde 1993'den bu tarafa en yüksek enflasyon var. Gelişmekte olan ülkelerde 1983 yılından bugüne en yüksek enflasyon var. Biz net enerji ithalatçısı ülkeyiz. Geçen sene yıl boyunca ülkemizin faturası 51 milyar dolardı. Biz cari fazla veriyoruz. Enerji girildiğinde işin rengi değişiyor maalesef. Enerjiden kaynaklanan ciddi cari açık çıkınca net olarak kur üzerine baskı yaratıyor. O kadar yabancı parayı bulmanız lazım. Kur enflasyon anlamına gelir. Enerji fiyatlarındaki artışın maliyetler üzerinde etkisi, özellikle kur üzerindeki baskısı dikkate alındığında ciddi bir maliyet enflasyonunu yurt dışından ithal etmiş oluyoruz.
Hem maliyet enflasyonu hem enflasyon birleştiğinde fiyat mekanizması öngörülebilirin dışında çıktı. Enflasyon enflasyonu doğuruyor. Ben enflasyonun yıl sonunda yüzde 50'ler seviyesine düşebileceğini öngörüyorum. Turizm gelirleri dolayısıyla cari açığın gerektirdiği likiditenin bulunabileceğini düşünüyorum.
Biz ithalat yaparak ihracat yapan bir ülkeyiz. İthal ettiğimiz her ürünün fiyatı artmaya başlıyor. Enflasyon enflasyonu doğruyor. Fiyatlama mekanizmasını bozuyor. Olmaması gereken fiyatlar etiketlere yansımaya başlıyor. Bu rasyonel bir fiyatlama değil aslında. Yüzde 78 seviyesindeki beklenti enflasyonunun yüzde 40'dan aşağı olmadığı kanaatindeyim. Yıl sonunda enflasyonun düşüş eğilimine geçeceğini ve yüzde 50 oranında görebileceğimizi düşünüyorum. Yıl sonuna doğru aşağıya doğru evrileceğini düşünüyorum. Geçen sene Ekim ayında yüzde 2,5 ayında, Kasım ayında yanılmıyorsam yüzde 3,5, Ocak'ta da yüzde 11'di. Artık aşağı yönde olacağı kanaatindeyim.
Enflasyon aslında cari açığın sonucu olan bir durumdur. Kur değişimi Türkiye'de her zaman enflasyonu doğurmuştur. Yeni ekonomik modelde üretimin, arzın, ihracatın artırılması öngörülüyor. Katma değerli arzı arttığınızda cari fazla verirseniz. Arz talebi karşılayacağı için orada bir enflasyon sonucunu doğurmayacaktır. 2019 yılında dünyada ekonomik kriz vardı, 2020'de pandemi geldi. Pandemi sonrası hafif toparlanma olurken savaş üstüne bindi. Cari açık makası açıldı. Savaş değil, enerji fiyatlarında artış olmasaydı cari fazla verecektik ve enflasyonla karşılaşmayacaktık. Yeni ekonomik model cari fazlayı yakalamak için olmazsa olmaz. Bu sene yüzde 7.3 civarında büyüdük. Bu dönemde istihdamı arttırdık. 34 milyon civarında istihdama ulaştık. Biz dünya gelirinden pay almak zorundayız, insanımızın refahını arttırmak, istihdam yaratmak zorundayız. Altyapı yatırımlarında çok ciddi mesafe aldığımızı düşünüyorum. Enflasyon, yüksek faiz oranlarıyla bu yatırımları yapabilme şansınız yok. Üretim fazlası vererek büyümeyi sağlayabilirsiniz.
Bugün itibarıyla faiz oranlarıyla enflasyon arasındaki bağ bütün dünyada koptu. Gelişmekte olan ülkelere bakın faiz oranı artışına gittiler; ancak bundan sonra da agresif bir şekilde faiz artırımına gidemeyecekler. Euro bölgesinde resesyon net olarak görülmeye başlandı. Bizde durgunluk veya resesyon anlamında herhangi bir şey sözkonusu değil. Biz makul finansmanla ülke ekonomisini büyütmeye devam ediyoruz. Bugün faiz oranlarını yüzde 70-80'lere getirirseniz ekonominin tamamen tepetaklak olması anlamına gelir. Bizim ülkemizde bunun olması sözkonusu olamaz. Biz cari fazla verecek şekilde firmaların yatırım, üretimlerine destek olacak, finansman maliyetinin yönetilebilir kılmak adına makul faiz oranıyla kredilendirme yapıyor olmalıyız.
Arzı artırmak durumundayız. Bunun için de ülkede sanayi çok ciddi gelişim içerisinde. Turizme bakıldığında 2019 yılında 35 milyar dolar gelire sahipti. Geçen sene 24 milyardı. Bu sene 6.6 milyar dolar. 2019 yılındaki turizm gelirini geçiyor olacağız. Turizm gelirimizle enerji faturamızı ödeyebiliyorduk. Bugün itibarıyla o korelasyon koptu. İmalat, turizm, tarım ve diğer sektörlerin tamamında ciddi canlanma sözkonusu. Gerek BDDK, gerek Merkez Bankası'nın krediyle ilgili kararlara bakıldığında, kur üzerindeki baskıyı azaltması açısından en son BDDK'nın firmaların kredi kullanımına ilişkin düzenleme oldu. Bunların tamamı bir taraftan da talebin yönetilmesine ilişkin kararlar. Biz beklentileri de bu paralelde yönetmek durumundayız. Bütün etkileri ve parametreleri bir arada düşünmek lazım; faiz, kur, enflasyon, büyüme, ödeme dengesi, istihdam. Bugün itibariyle ülke ekonomisi canlı, 800 milyar dolarlık büyüklük içerisinde, ihracat rekorları kıran dönemden geçiyoruz. Bunun mutlaka bir neticesi olacak.
Bu sene kredi büyümesi TL cinsinden 993 milyar TL oldu. Geçen sene 103 milyar TL'ydi. Enflasyon ve maliyet artışların getirdiği bir tablo vardı. Firmaların kredi ihtiyacı hasıl oldu. Yeni ekonomik modelde temel parametre selektif kredi politikası. Doğrudan ihracat, tarım, katma değere gidiyor olması lazım. Bankacılık sektörü olarak hiç olmadığı kadar kredinin akıbetinin sorgulandığı bu dönem gibi bir dönem olmamıştır.
Kredi kullandırırken önce 'bu parayı ne yapacaksın' diye sorarız. Sonra takibi yaparız. Bütün kredilerin gittiği mecrasını takip ederiz. Bir miktar öngörülmedik cari işlemlerde kullanılmak üzere kredi veririz. 1,5 yıl önce kredilerin yüzde 23'ü bireysel yüzde 75 kurumsal krediler. Bugün itibarıyla yüzde 81 kurumsal, yüzde 19'u bireysel; yani konut, taşıt vs. İkinci sırada ticaret var yüzde 16, daha sonra inşaat var. Enerji yüzde 9'a çıktı. Krediler selektif olarak kullandırılmaya devam ediyor.
Bu düzenlemenin amacı kredilerin selektif olarak doğru mecralarda kullanımını sağlanması. Varlıkların içinde dövizi varken Uygun maliyetli TL cinsinden kredi kullanarak döviz alınmasını önlemek. Cari denge dolayısıyla kur üzerindeki baskıları azaltacak önlemleri almak zorundayız. Kur üzerinde sürekli yukarı yönlü küresel baskı var. Bu amaçla bazı kararlar aldı. Bu kararlarda şöyle bir şey öngörülüyor; bu firmalar bağımsız denetime tabi olacak. İkincisi TL cinsinden yabancı para varlıkları altın ya da bankada yer alan mevduatları TL üzerinden 15 milyon TL'nin üzerinde olacak. Şirketin aktif büyüklüğü ise 11 yıl içerisinde net satış hasılatından hangisi yüksekse onun yüzde 10'undan fazla yabancı para, varlık bulunduramayacak. Bu üç şartın birarada olmasının zorunluluğu var. Yabancı para kredi konusunda sıkıntı yok. O kapsamda herkes alabiliyor. 32 sayılı karar kapsamında olmasa bile yabancı para pozisyon açığı olan, yani döviz cinsinden yükümlülüğü olan ödemesi olan firma o pozisyon kadar döviz alma şansı var. Kamu Gözetim Kurumu'nun yayınladığı veriye göre Türkiye'de 13 bin 900 potansiyel firma var. Bu kriteri sağlayan firma sayısı 350 civarında. Bu dinamik bir süreç, pekala artabilir.
Burada bağımsız denetim firma sayısı 360 civarında. Bu firmaların kredi kullanma aşamasında bağımsız denetim raporunu ibraz ediyor olması lazım. BDDK Başkanımız geçen hafta şunu söyledi; biz süreci değerlendiriyoruz. 360 civarında bağımsız denetim firması var demiştim. Bu kuralı esnetiyorlar. Yeminli müşavirler de dahil olacak. Daha önce kurumsal kredi kartları, tedarik finansman sistemi kapsamındaki krediler de onlar da matraha dahil ediliyordu. Bunlar da matrahtan çıkarılıyor. Özetlersek; Yeminli mali müşavir onayı geldi. DBS, kurumsal kredi kartı, tedarik finansmanı kapsamındaki krediler istisna oldu. Factoring kurumlarının verdiği krediler matrah değerlendirilmesine tabi oldu. Buradaki temel amaç, doğrudan kur üzerindeki baskıyı azaltmak. Şahsın yabancı parası varken, TL kredi alıp tekrar dövize dönmesini engellemek.
Biz olağan bir dönem yaşamıyoruz, bütün dünya için konuşuyorum. Kuru, enflasyonu, diğer ekonomik parametrelerin sıklıkla yer değiştirdiği bir dönemde otoritenin benzer kararlar alıyor olması olağandır. Zamanın ruhu bunu zorunlu kılıyor. 360 firma diyoruz ama bunların ciddi yabancı para varlıkları var. Bunu engelliyor olmak lazım. Süreç itibarıyla yabancı para döviz alan firma için hiçbir kısıt sözkonusu değil. Ancak bir firma yabancı para varlığı var olduğu halde kredi alıp onu dövize dönüyorsa, kur üzerinde ciddi baskı yaratıyor. Kredilendirmenin dövize ve altına dönüyor olmasını sanıyorum hiçbirimiz istemiyoruzdur. Türkiye'de yatırım iştahı çok canlı. Ciddi anlamda yatırıma giden kredi var.
Türkiye'de mal, hizmet sermaye hareketleri her zaman serbest olmuştur. İsteyen her türlü ticareti yapabilme hürriyetine sahiptir. Bugün yabancı paranın yurt içi, yurt dışı her türlü sirkülasyonu serbesttir. TL cinsinden kredi verip yabancı para alması engellenmiştir. Dolayısıyla yabancı para almak serbesttir. Ülke ekonomisi kadar, bankacılık sektöründeki serbestiyet kadar emin olun başka ülkelerde bu kadarı yok. İngiltere, Almanya'da Türkiye'deki kadar hızlı hesap açabilme şansınız yok. Parasal sirkülasyonunuzu bu kadar hızlı yapamazsınız. Her paranın akıbetini izah etmek zorundasınız. Burada yapılan TL cinsinden kredi kullandırılıp, bunun dövize dönmesini engellemektir.
Bir şirketten beklenen faaliyet kârlılığı, sermaye artışıdır. Bir şirket TL cinsinden ya da yabancı para cinsinden pozisyonu korumasını kısmen anlayabilirim. Ama bir şirket bu amaçla döviz tutmaması lazımdır. Herhangi bir şekilde döviz yükümlülüğü yok, gelir, gider TL cinsinden. Ancak parasını dolarda tutmaması, euroda tutmaması lazım.
BLOOMBERG HT