HÜDA PAR, yaptığı haftalık gündem değerlendirmesinde iç ve dış konulara ilişkin görüşlerini ve önerilerini paylaştı.
"İstanbul Sözleşmesinden kaynaklı uygulamalar devam ediyor"
HÜDA PAR Genel Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, son zamanlarda adeta toplumun sinir uçlarıyla oynayan sapkın grupların ahlaksızlıklarına devam ettiği ifade edildi.
Bu çevrelerin en önemli dayanağının ise nikahsız, ailesiz ve cinsiyetsiz bir toplum modeli öngören bazı uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmelerden kaynağını alan sözde yerli mevzuat olduğuna işaret edilen açıklamada, "Her ne kadar Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olsa da sözleşmenin yol açtığı tahribat ortadadır. Fıtrata ve aile yapımıza aykırı olan İstanbul Sözleşmesi, gelen tepkiler üzerine yürürlükten kaldırılmış olsa da gelinen noktada sözleşmenin yol açtığı tahribatı onarmak için somut adım atılmamıştır. Teoride sözleşme her ne kadar yürürlükte olmasa da pratikte sözleşmeden kaynaklı uygulamalar devam etmektedir." denildi.
Hali hazırda sözleşmenin tekrar yürürlüğe konulması için Danıştay 10. Dairesinde görülen dava sürecinin devam ettiği hatırlatılan açıklamada, hükümette yer alan bazı isimler ile kimi muhalefet partilerinin sözleşme yanlısı açıklamalarının endişe verici olduğu ifade edildi.
"Değerlerimizle uyuşan yasal düzenlemeler yapılmalı"
"Feshedilen sözleşmenin geri getirilmesini isteyen kesimlere karşı, hükümetin aldığı fesih kararının arkasında durması kamuoyunun beklentisidir." ifadesine yer verilen açıklamada, "Aile ve toplum yapısını tehdit eden tüm bu olumsuzluklar karşısında geç kalınmadan ciddi adımlar atılmalıdır. Bu bağlamda söz konusu sözleşmeden beslenen ve aynı amaca hizmet eden yasa ve uygulamalar bir an önce yürürlükten kaldırılarak yerlerine değerlerimizle uyuşan yasal düzenlemeler yapılmalıdır." çağrısında bulunuldu.
"Batı endeksli Kemalist Eğitim Modelinin yol açtığı tahribat ortadadır"
Bir eğitim ve öğretim yılının daha geride kaldığı belirtilen açıklamada, bu yılın sevindiren tarafının yüz yüze eğitim ve öğretimin aksamadan kesintisiz olarak devam etmesi olduğu kaydedildi.
Ancak iki yıllık uzaktan eğitimin oluşturduğu tahribatın henüz giderilemediğine işaret edilen açıklamada, "Salgın nedeniyle sosyal hayattan uzak kalan öğrenciler, okullarda ciddi iletişim sorunları yaşamaktadırlar. Bu da etkisi uzun süre devam edecek öğrenme eksikliklerine yol açmaktadır." denildi.
Açıklamada, "Bununla birlikte eğitim sisteminin yapısal sorunları da devam etmektedir. Çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyen Batı endeksli Kemalist Eğitim Modelinin yol açtığı tahribat ortadadır. Uygulanan müfredat öğrenci yetiştirmediği gibi Batı hayranı, kendi kültür ve inancına düşman bir nesil yetiştirmektedir. Diğer taraftan üniversite sınavına giren öğrencilerin sayısı her yıl yüzbinlerce kişi artarken buna bağlı olarak işsiz üniversite mezunlarının sayısı da katlanmaktadır. Ayrıca öğretmen yetiştiren okullarımız nitelikli öğretmen yetiştirmenin çok gerisindedir." değerlendirmesinde bulunuldu.
Göreve gelen her bakanın, eğitim sisteminden şikâyet etmesine rağmen, bazı pansuman tedbirler dışında sistemin değişmesi için çaba sarf edilmemesinin ayrı bir sorun haline geldiği ifade edilen açıklamada, "Karma eğitim ve on iki yıllık zorunlu eğitimden vazgeçilmelidir. Mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmelidir. Özel eğitim desteklenmeli ve denetimi artırılmalıdır. Eğitim müfredatındaki inancımıza ve kültürümüze aykırı bölümler çıkarılmalı, müfredat yeniden hazırlanmalıdır. Okulların fiziki şartları düzeltilmeli, sınıf mevcutları makul seviyeye düşürülmelidir. Tüm okullara yeteri kadar öğretmen ve personel atanmalıdır." önerileri sıralandı.
"Asgari ücret insanca hayat standardının da çok altında kaldı"
Ekonominin büyük bir darboğazdan geçtiğine işaret edilen açıklamada, tüm dünyada hissedilen bu darboğazın, maalesef Türkiye’de kendisini daha fazla hissettirdiği belirtildi.
Buna rağmen gerek ihracatta gerekse büyüme rakamlarında Türkiye'nin bariz bir şekilde öne çıktığı ifade edilen açıklamada, "Ne var ki ihracat ve büyüme rakamlarındaki artışa rağmen şahlanan enflasyon karşısında alım gücü iyice törpülenmekte, dar ve sabit gelirlilerin aldıkları ücretler kısa sürede buharlaşmaktadır. Bunun en bariz örneğini de asgari ücretliler oluşturmaktadır." denildi.
Açıklamanın devamında, "Bu duruma dikkat çeken hükümet yetkilileri gerek asgari ücretliler gerekse diğer ücretli çalışanlar ve emekliler için sıklıkla açıklamalarda bulunarak henüz netlik kazanmamış çalışmalar yürüttüklerini belirtmektedirler. Açıklamalar, yılın ikinci yarısı için belirlenmiş zam oranı ve enflasyon farkına ek olarak 'refah payı' üzerine odaklanmış durumdadır. Bu açıklamalarla çalışanlar bir beklenti içine girerken aynı zamanda her açıklama kamuoyunda bir taahhüt olarak algılanmaktadır." görüşlerine yer verildi.
Asgari ücretin artırılması çağrısında bulunulan açıklamada, "Kadrolu/sözleşmeli ve emekliler her hâlükârda temmuzda zamlı ücret alacakken ücret artış dönemi itibarıyla asgari ücretlilerin durumu ise hükümetin insafına kalmış durumdadır. Yaşanan bu tablo karşısında asgari ücretlilere yeni bir iyileştirme yapılması kaçınılmaz hal almıştır. Yüzde 70’leri aşan yıllık enflasyon karşısında asgari ücret hâlihazırda sarf edilen emeği karşılayamadığı gibi insanca hayat standardının da çok altında kalmıştır. Oluşan beklentileri karşılamak artık ilgili tarafların kaçamayacakları bir sorumluluk olmuştur." ifadelerine yer verildi.
"Siyasi irade, vatandaşlarını suskunluğa değil eleştirel özgürlüğe teşvik etmelidir"
Açıklamada, dezenformasyonla mücadele yasası olarak da adlandırılan ve Basın Kanunu’nda değişiklikler öngören kanun teklifinin Meclis Adalet Komisyonunda geçtiğimiz günlerde kabul edildiği hatırlatıldı.
Basın ve sosyal medyanın, dijitalleşme ve küreselleşmenin bir sonucu olarak toplumların günlük yaşantısını her anlamda dizayn edebilme gücüne eriştiğine dikkat çekilen açıklamada, bu platformların amaçları dışında kullanımının ise maalesef platformları operasyonel bir role sürüklediğine işaret edildi.
Bu anlamda toplumun algı operasyonlarına ve sosyal dizayn girişimlerine karşı korunması gerektiğine vurgu yapılan açıklamada, "Fakat burada en önemli ölçüt insan hakları ve hukuktur. Nitekim ifade hürriyeti bu bağlamda önemli bir temel hak konumundadır. Toplumu dezenformasyondan korumak için hazırlanan kanun teklifi, bireylerin inanç ve düşüncelerini özgürce paylaşmalarına engel olacak, ifade hürriyetini kısıtlayacak ve her an fişlenme korkusu ile karşı karşıya bırakacak bir tehlike barındırmaktadır. Özellikle 'halkı yanıltıcı bilgi' ifadesi oldukça geniş bir bağlamda değerlendirilebilir. Burada suç oluşması için kesin sınırlar belirlenmeli, kişilerin ifade hürriyetinin bu bağlamda değerlendirilmemesi için yasal önlem alınmalı ve suç için dezenformasyon amacının kesin bir şekilde ispat şartı aranmalıdır. En küçük bir bilgi yanlışının, hiciv veya eleştirinin de değişiklik bağlamında suç olarak değerlendirilmesinin önü açıktır. Bu tür bir olumsuzluğa mahal verilmeden lafzi anlamda kanun metni düzeltilmeli, sınırları çizilmeli ve insan hakkı ihlallerinin önüne geçilmelidir. Siyasi irade, vatandaşlarını suskunluğa değil eleştirel özgürlüğe teşvik etmelidir." denildi.
"İntihar, akl-ı selimin alacağı bir karar değildir"
Açıklamanın devamında, Antalya’da son bir ayda üç üniversite öğrencisinin intihar etmesi dikkatleri bir kez daha bu tür vakalara çevirdiği ifade edildi.
İntiharın sebeplerine değinilen açıklamada, "Yapılan araştırmalara göre inanç ve ibadette gevşeme, zayıf aile bağları, gelecek kaygısı, hayattan zevk almama, işsizlik ve psikotik bozukluk gibi hususlar intiharı tetiklemektedir. İntihar haberlerinin medyada sık sık yer alması da vakaların artmasına neden olmaktadır." diye belirtildi.
Açıklamada, "İnsanları intihara sürükleyen ana etken, sorunlarla baş edememe acizliği değildir. Esas sorun küresel şer odaklarının modernite üzerinden insanlığa empoze ettiği hazzı kutsama, hayatı değil eşyayı tercih etme ve gününü gün etme hezeyanının intihar olgusunu beslemesidir." görüşüne yer verildi.
"İntihar, akl-ı selimin alacağı bir karar değildir. Bütün intihar vakaları da birer sonuçtur." tespitinde bulunulan açıklamada, şunlar kaydedildi:
Bilinmelidir ki Allah ve ahiret inancı intiharı önlemede, alınabilecek her türlü tedbirden daha etkilidir. Bununla birlikte sağlam aile bağları ile iyi arkadaş ortamı oluşturmak ve toplumsal bir hassasiyet geliştirmek elzemdir. Bu hususta en önemli vazife devleti idare edenlerindir. Geçim zorluğu ile mücadeleye destek vermek ve istihdam olanakları oluşturmak, eğitim-sağlık ve sosyal hizmetlere erişimi kolaylaştırmak başta olmak üzere bütün alanlarda adil bir düzen tesis etmek sosyal devlet olmanın da bir gereğidir. Bu vazife can, akıl ve nesil emniyetini temin etme açısından da bir zorunluluktur. Hükümetin ilgili kurumlar başta olmak üzere âlimler ve STK’larla iş birliği yaparak daha etkili çalışmalar yapması gerekmektedir.
HÜDA PAR açıklamasının dış gündem konularında, Suriye konulu Astana Zirvesi ve siyonist işgal rejiminin Filistin'de artan saldırıları ile rejimin Türkiye'ye yönelik seyahat uyarılarına ilişkin görüşler yer aldı.
"Mültecilerin güvenli geri dönüşü sağlanmalıdır"
Açıklamada, Suriye krizine çözüm amaçlı oluşturulan Astana görüşmelerinin garantörleri olan Türkiye, Rusya ve İran heyetlerinin, Kazakistan’ın başkenti Nur Sultan’da 18'inci kez bir araya geldiği hatırlatıldı.
Açıklamada, "Yayınlanan ortak bildiride Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün önemi vurgulanırken ne yazık ki ülkede 11 yıldır devam eden iç savaşın sona ermesine yönelik önemli bir ilerleme sağlanamadı." denildi.
Bugün Türkiye başta olmak üzere komşu ülkelere sığınan Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesine dair çalışmaların yürütüldüğü ancak dönüşten sonraki sürece dair bir planlama yapılmadığı ifade edilen açıklamada, "Suriye’de hâlâ sivil yerleşim alanları bombalanmakta, çatışmalar devam etmekte, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık hayatı felç etmektedir. Garantör ülkeler bugüne kadar Suriye’de istikrarın sağlanması için sorumluluklarını yerine getirmemiş aksine çatışmasızlık bölgeleri bile defalarca bombalanmıştır. Suriye’de istikrarın sağlanması için siyasi çözüm çalışmaları hızlandırılmalı, taraflara sunulan destek ivedilikle sona erdirilmelidir. Ülkenin yeniden inşası için ekonomik destek verilerek mültecilerin güvenli geri dönüşü sağlanmalıdır." ifadelerine yer verildi.
"Siyonist rejim, nihai bir işgalin zeminini hazırlıyor"
Siyonist rejimin Filistin’deki işgal, yıkım ve katliamlarının durmadan devam ettiği belirtilen açıklamada, "Hemen her gün Filistinliler genç yaşlı, kadın erkek ayrımı yapılmaksızın Siyonistlerce hedef alınarak şehit edilmekte, yaralanmakta ya da esir edilmektedir. Ayrıca Mescid-i Aksa’yı zaman ve mekân olarak bölmeye çalışan siyonist rejim, böylece nihai bir işgalin zeminini hazırlamaktadır. Gazze’ye uygulanan abluka da gerçekleştirilen hava saldırıları eşliğinde ve olanca şiddetiyle devam etmektedir." değerlendirmesinde bulunuldu.
Açıklamada, "Siyonist işgal rejimi yalnızca Filistin için değil, bütün bölge ülkelerinin güvenlik ve istikrarı için büyük bir tehdittir. Siyonist rejim bir taraftan İran’da bilim insanlarına suikastlar gerçekleştirirken diğer yandan Suriye’ye yönelik hava saldırılarına da devam etmektedir. Ayrıca Lübnan’ın uluslararası sulardan doğan haklarını gasp etmekte, kendince Lübnan ile deniz sınırında 'tartışmalı' olduğu belirtilen bir alanda doğal gaz arama çalışmaları yürütmektedir. Kaldı ki burada iddia ettiği gibi bir hak var ise bu hak tamamen Filistin halkınındır. Bu durumda İslam ülkeleri Kudüs davasına daha çok sahip çıkmalı hem Filistin halkının hem bölgedeki halkların huzuru ve güvenliği hem de Siyonist işgalin sona ermesi için iş birliği yapmalıdır." şeklinde görüşlere yer verildi.
Siyonist rejimin Türkiye’ye seyahat uyarısı
Siyonist işgal rejiminin, son günlerde sözde vatandaşlarına yönelik yaptığı Türkiye’ye seyahat etmeme uyarısına dikkat çekilen açıklamada, "Türkiye’nin işgal rejimi ile ilişki geliştirdiği bir dönemde, Türkiye’deki Siyonistlere yönelik sözde suikastları engelleme bahanesiyle MİT ve MOSSAD ortak operasyonlar gerçekleştirmektedir. Bu, egemen bir devlet için kabul edilebilir bir durum değildir." denildi.
Açıklamanın sonunda şunlar kaydedildi:
"Siyonist rejim, bu yolla terör örgütü MOSSAD’a Türkiye’de alan açmaya çalışmaktadır. MOSSAD’ın ülkedeki operasyonel etkisinin giderek artması en başta Türkiye’nin kendi güvenliği ve istikrarı için bir tehdit oluşturacaktır. Türkiye bu bağlamda siyonist rejimin elini güçlendirecek ve Türkiye’yi de hedef alan kirli emellerine katkı sunabilecek adımlardan kaçınmalıdır.
Siyonist işgal rejimi sadece Filistin, Kudüs ve Aksa için bir tehdit ve tehlike değildir. Türkiye ve bütün coğrafyamız için bir tehdit ve tehlikedir ve öyle muamele görmelidir." (İLKHA)