İslam, Medine’de bu gelişigüzelliği nihayete erdirdi. Mekânı ve zamanı kullanmakla ilgili kıstaslar getirdi.

Zaman, Kur’an-ı Kerim’in kılavuzluğunda dilimlendi, her dilim için bir “mü’min programı” kondu. İslam’a inananlar için zaman, çizgisiz bir beyaz perde, bir okyanus ortası boşluğu ya da bir kum çölü değildir. Ne büsbütün bütünleşik ne sınırsız ne bitmez tükenmez bir sahadır mü’minin zamanı.

Ünlü şair Ahmet Haşim, “Müslümanın Saati” başlıklı yazısında Müslümanların zamanla ilişkisini edebî bir dille ifade eder. Ondan birkaç cümleyi sadeleştirilmiş hâliyle aktarmakla yetinelim:

“İstilâların en gizlisi ve en tesirlisi, yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. Saatten kastımız, zamanı ölçen âlet değil fakat bizzat zamandır.”

“Eskiden kendimize göre bir hayatımız ve bu hayat tarzımıza göre de saatlerimiz ve günlerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını, şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi.”

“Fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır. Müslüman yüzü; kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir.”

“Şimdi heyhat, eski saatle beraber akşam da fecir de bitti. Birçoklarımız için fecir, artık gecedir… Artık geç uyanıyoruz…

Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.”

Ünlü şairin kesip kırparak aldığımız yazısı, veciz ve sanatsal bir dille, Müslümanların zamanı nasıl bildiğini ve nasıl kullandığını anlatır.

Hakikaten İslam ve zaman, hep birlikte anılması gereken iki kavramdır. Zamanın çizgilerini sildiğinizde İslam’ı yaşamanız mümkün değildir.

Mü’minin İşleri

Mü’min, “Medenî” bir disiplin içinde işlerini kişi, zaman, mekân bağlamında organize edebilen bir insandır. İnanmış bir şahsiyet olarak, hangi işi, kiminle, ne zaman ve hangi mekânda gerçekleştirebileceğini bilir ve planlar.

Mü’min; imkânlarını kişi, zaman ve mekânda planlar; niyeti belli, nizamı sağlam, gidişatı pâk, neticesi hayr olan bir iş düzeni meydana getirir. İşlerinin başında Bismillah’la dillendirilen ihlas, ortasında “Ya Allah!” ile sığınılan sabır, sonunda elhamdülliah ile ifade buyrulan şükür ve esteğfirullah ve etübü ileyh ile dile gelen tövbe istiğfar vardır.

Mü’min; insan olduğunun farkındadır, hammaddesine yapılan üfleyiş onu sair tabii varlıklardan ayırmıştır. Mü’minin o üfleyişle gelen ruhu, vahiyle uyanmış, nurlanmış, yolunu bulmuştur.

Mü’min, tabii varlıkların sabit bir döngü içinde kalmalarını, onlara irade verilmemiş olmasına ve onların ubudiyetten başka bir seçeneğinin bulunmayışına bağlar. Onları daima itaat hâlinde kabul eder.

Kendisine ise irade verilmiştir. İrade, ona farklılık oluşturma, değişim meydana getirme sorumluluğu da yükler. O esasta hep sadık bir kuldur, hep o sahadadır ama “tabii bir varlık” misali hep aynı hâl üzere kalmayı Allah’a isyan kabul eder. O kimi zaman farzları icra ile meşgul, kimi zaman dünyayı mamur etme vazifesiyle. Bütün hâlleri, biri diğerinin işleyişine katkı sağlayacak şekilde birbirini tamamlar.

Oysa “Medenî” olmayan kadim insan, bir yanı ile “tabii insan”dır; yani bitkisel ve hayvansal hayattan uyanmış değildir. Tabiatla uyum içinde yaşar. Onun davranışlarını sadece tabiatın hâlleri belirler. Programını tabiat oluşturur. Gün aydınlanınca yol alır, kararınca durur. Kış olunca dinlenir, ilkbahar gelince çalışır. Karada iken gezip dolaşır, denizle karşılaştığında ona hayretle bakar.

El ürünlerini keşfetmiş hatta teknoloji ile buluşmuş ama mü’min olmayan sözde “gelişmiş insan”ın ise zaman ve işlerini ihtiyaç, hırs, çıkar ve korkuları belirler. Önüne dünyevi bir mükafat veya ceza konmadığında harekete geçme ihtiyacı duymaz. Günümüzde “modern insan” da denen bu insan tipi, aslında kadim insan tipinin imkân bulup iman bulmayan türüdür. İkisi arasındaki ana fark, modern insanın, kadim insandan daha ürkek olması, hayatına daha düşkün olması ve bu düşkünlüğün onun için kurallar koymayı getirmesidir.

Mü’minin işlerini; sadece ihtiyaç, hırs, çıkar ve korkular belirlemez. O “tabii” kalmayı reddettiği gibi özünden bir kopuşa yol açacak tabii olmaktan uzaklaşmayı da bir sınırsızlık, hadsizlik olarak görür.  Bunun için hayatında bir denge vardır. Hayatında evreler birbirini tamamlayacak şekilde biçim bulmuştur.

Mü’min hayatının iki hususiyeti vardır: Bütünlük ve denge. Bu iki hususiyet onu “tabii” kalan insandan ayırdığı gibi, “modern insan”dan da farklı tutar. Onun çalışma tarzı her iki kesimin de çalışma tarzından farklıdır.

Günümüzde kişinin tatili, onun kimliği gibi kabul edilir. Kişinin tatiline bakılarak inancı ve hayat tarzı anlaşılmaya çalışılır. Mü’minin yaşam tarzı modern insanın yaşam tarzından farklı olduğu gibi mü’minin tatili de modern insanın tatilinden farklıdır.

Modern İnsanın Tatili

Tabii kalmış insan için tatili, tabiat koşulları ve kendisinin temel ihtiyaçları belirlerdi. Tabii kalan insan kar yağdığında acilen yiyeceğe ihtiyacı yoksa genel manada, gıda üretmeyi sürdürmezdi. Onun seraları yoktur.

Modern insan ise ihtiyacı varsa da yoksa da daha çok kazanma hırsıyla bütün zamanını çalışmakla geçirebilir ya da bir geçim kaynağı varsa zevkini bozuyor diye çalışma hayatının tamamen dışında kalabilir. Çalışmaya ihtiyacı yok diye ömrünü eğlencelerde, gezip tozmalarda heba edebilir.

Modern insanın mesai ve tatili; hırs ve zevk düşkünlüğü bağlamında sınırlara tabi tutulmuştur. Mesai, onun zevkini sınırlar; tatil, onun zevkine hitap eder.

Modern Batı’nın arka planında yer alan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta çalışmanın tamamen yasak olduğu birer gün vardır. Yahudi, cumartesi günü asla çalışamaz hatta temel ihtiyacı için bile bir uğraş içinde olamaz. Günümüzün fanatik Yahudileri dahi bunu öylesine abartıyorlar ki asansörün düğmesine basmayı bile iş sayıp reddediyorlar.

Hıristiyanlık da pazar günü çalışmayı şiddetli bir şekilde yasaklar. O gün sadece ibadete ayrılmıştır ve o gün oyun olsun diye çekiç sallayan çocuklar dahi kınanır.

Modern yaşamda seküler bir dünya tasarısı yapılırken insanı rahatlatan, sükûnete erdiren ibadetin alternatifi “eğlence” olarak düşünülmüştür. “Eğlence”, ibadetin yerine konmuştur. Bu planlamada Yahudilerin ibadet günü cumartesi nispeten kayrılırken Hıristiyanların ibadet günü pazar tamamen eğlenceye ayrılmıştır. Haftanın altı günü, kurulu bir makine gibi çalışan modern insan, Batı örneğinde, cumartesi akşam vaktinden pazar günü akşama kadar yirmi dört saatlik bir süreyi çılgınca eğlenip yemeye, içmeye verir.

Pazar günü eğlencesi, çalışanı sadece eğlendirmez, aynı zamanda onu kiliseden de alıkoyar ki planlama galiba özellikle bu şekilde yapılmıştır.

Batı’da II. Dünya Savaşı’na kadar düzen, bu hâl üzere işlerdi. Savaş, bitkinlik getirdi ve aynı zamanda muktedir güçleri zayıflattı. Çalışanlar, onlara karşı mücadelede başarıya ulaşarak yeni haklar kazandı. İşte o haklar bağlamında ihdas edilen yıllık tatiller ve diğer tatiller de icra şekli bakımından pazar eğlencesine dönüştürüldü.

Çalışanlar, nüfus planlamaları ile hane başına düşen fert sayısının azalması, buna karşı ücretlerinin iyileştirilmesiyle bir ekonomik güce ulaştılar. O ekonomik güçle icra ettikleri yıllık tatillerini ve diğer tatilleri de turizm faaliyeti adı altında çılgınca eğlenmeye ayırdılar. Bu tatillerde haram, yasak, ayıp sınırlarına takılmamayı; tatillerde “kurallar çerçevesinde yaşayan havyan” tarzı vakit geçirmeyi, tatilin bir gereği gibi görmeye başladılar. Tatil boyunca işinden feragat bir tür zorunluluk gibi görüldü, bunu yapmayanlar kınandı hatta kimi zaman işverenlerince cezaya dahi tabi tutuldu.

Müslümanın Tatili

İslam dünyasında çalışma hayatının modern bir görünüme bürünmesiyle iki tür tatil anlayışı yayıldı: Hıristiyanvari tatil ve dinden uzaklaşan modern insanın tatili.

Kimi Müslümanlar, hafta tatillerini ve diğer tatilleri bir tür boş kalma ve uyku günleri gibi düşünürler. Günlerinin tamamına yakınını uyuyarak veya özellikle boş kalarak geçirmeyi tatilin bir gereği kabul ederler.

Modern yaşam tarzının dayatılmasıyla kendilerini özellikle Batı’ya benzeten farklı bir kesim ise tatili bir tür eğlence günleri gibi düşünmeye başlamıştır. Müslümanın hayat tarzında her fırsat, Allah indinde yükselmek için bir imkân iken, bu ithal anlayışta tatil,  “günah işleme mevsimi” olarak tahayyül edilir. Haftanın veya yılın tatil günleri, eğlenceye ayrılarak diğer günlerinden tamamen ayrılır.

Hâlbuki Müslüman için, hayatın bütün evreleri hem bütün hem farklıdır. Mü’min çalışırken ibadetten uzak kalmaz; ibadet, onun için yük değildir, onu rahatlatır.

Mü’min, dinlenirken de insan ve mü’min olma sıfatını unutmaz. Mü’minin çalışma hayatı ile dinlenme günlerini bütünleştiren, büyük hedeflerine doğru yürüyüşünde birleştiren itaat hâli ve ibadet icraatlarıdır. Hayat, o ana zemin üzerinden çalışma veya dinlenme ile geçer. O ana zemin üzerinden anlam bulur.

Bununla beraber, çalışmanın gittikçe yoğunlaştığı bir dünyada mü’min için tatil, hedeflerine yoğunlaşmak için bir fırsattır. Her fırsat bir imkândır ve her imkân, sorumluluğu artırır. Dolayısıyla bugünün dünyevi yaşam tarzında tatil, mü’minin kendisini manasına vermesi ve manevi hedefler için çalışması için ihmal edilemeyecek bir fırsattır.

Mü’min, tabii insan olarak kalamayacağı gibi modern insana da benzeyemez. Ey mü’min! Eğer senin çalışma hayatın gibi sana ayrılan tatil tarzını da modern muktedir güçler belirleyecek ise senin imanın nerede?

Sen, çalışırken onun kurallarına zoraki tabi tutulmuşsun, tatil yaparken de onun tarzına gönüllü tabi olursan seni sen yapan ne kalır?

Yüce Allah, Resûl-i Ekrem sallahü aleyhi vesellem’in şahsında, insanların işlerinden boşaldığın zaman  Rabbine rağbet et, diye bize emrediyor.

İslam uleması bilittifak “lehv” denen başıboş eğlenceyi reddetmiştir. Bununla birlikte İslam medreselerinde tarih boyunca tatil vardır. Zira insanın öğrenme faaliyeti, özümsemeyi gerektirir. İnsan, dinlenirken hatta uyurken o özümseme faaliyeti devam eder. Tatil, İslam medreselerinde özümseme ve tatbik etme için bir fırsat olarak düşünülmüştür.

Bunun için her hafta perşembe günü ikindi vakti ile cuma günü ikindi vakti arasındaki yirmi dört saat tatil zamanı olarak düşünülmüştür. O vaktin perşembeye dahil saatleri, faydalı oyunlar oynamak, helal eğlence gibi sosyalleşme faaliyetlerine, cuma günü sabah saatleri ise haftalık değerlendirme ve cuma namazına hazırlık olarak değerlendirilmiştir. Yaz mevsiminin bir bölümünde de talebelerin hem ihtiyaçları varsa işlerinde çalışmaları hem toplumun içine karışıp irşad faaliyetlerinde yer almaları için genellikle dersler iptal edilmiştir. Talebe tatilden, yeni bir birikimle dönmüş ve gelişmiştir. Hatta talebenin gelişme safhaları genellikle onun tatil sonrası durum ve tutumlarındaki olumlu değişimiyle  değerlendirilmiştir.

Bundan bizim için bugün de güzel bir misal vardır.

DR. ABDULKADİR TURAN - İNZAR DERGİSİ