Riyad Makaev/Doğruhaber

Bir gün amcam ve ben Mekke'den dönüyorduk ve arabamıza bindik. Çok uzaklara gitmeden, Mekke'nin eteklerinde, özellikle de sürücünün iyi bir hız kazandığı otoyollar boyunca birçok terk edilmiş mescidler var ve bizde onların yanından geçiyorduk, onlara giriş biraz rahatsız edici ama; her mescide mutlaka bir tane girişi var. Ancak bu mescidlerde durmak isteyen neredeyse hiç kimse olmaz.

Böyle bir mescidi geçiyorduk ki, mescidin yanında mavi bir Ford arabasının park etmiş olmasına şaşırdım ve bir adamın bu camide durmasına neden olan sebebi merak ettim. Hemen durma kararı aldım, yavaşladım, sağ şeride geçtim ve mescide doğru döndüm. Amcam beni anlamadı, çünkü düşüncelerine dalmıştı ve bana sormaya başladı: “Ne oldu? Nereye dönüyorsun?" Cevap vermedim, Ford'dan biraz daha geride durduk, mescidin koridoruna girdik ve mescidden gelen o muhteşem sese şaşırdık, Rahman Suresi okunuyordu: “Kur’an’ı rahmân öğretti. ﴾1-2﴿  İnsanı O yarattı. ﴾3﴿  Ona anlama ve anlatmayı öğretti. ﴾4﴿”... Birden mescide girmemek, koridorda durup bu muhteşem kıraati dinlemek istedim ama merak beni ele geçirdi ve içeri girmeye karar verdim ve bu kuşların bile uğramadığı harap bir mescidde kim Kuran okuyor diye bakmaya karar verdim.

Camiye girdik ve orada, önüne serilmiş bir seccade üzerinde oturan ve elinde küçük bir mushaf tutan bir gencin “Rahman” Suresini okuduğunu gördük. Tekrarlıyorum, bu mescidde ondan başka kimse yoktu. Onu yüksek sesle: "Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!" diye selamladım. Genç sanki buraya birinin gelmesine şaşırmış gibi korkudan titredi ve sonra aklı başına geldi ve "Sizin üzerinize de Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi olsun" diye karşılık verdi.

Ona sordum: "İkindi namazını kıldın mı?" "Hayır" diye cevap verdi. Sonra şunu önerdim: “Belki birlikte namaz kılarız, çünkü zamanı çoktan geldi?” Kamet getirip namazın başladığını haber verecektim ki, adamın kıbleye doğru döndüğünü ve gülümsediğini fark ettim. Aklımdan şu sözler geçti: “Kime gülümsüyor bu, neden? Anlamıyorum". Aniden beni daha da şaşırtan bir şey duydum, genç birine dönerek tek bir cümle söyledi: “Sevin, işte cemaatle namaz sana!” Sonra kenarda duran amcama baktı, ama bunu pek fark etmedim çünkü düşüncelerim şu ifadeyle meşguldü: “Sevin, işte cemaatle namaz sana!” Acaba kiminle konuştu, çünkü mescidde bizden başka kimse yoktu, üstelik mescid terk edilmiş, belki de tamamen delirmiştir, diye düşündüm. Namazı kıldırdım, selam verince ikisine döndüm, genç adam Allah'ı zikretmekle meşguldü.

Tesbihatı bitirdiğinde, "Nasılsın kardeşim?" diye sordum. O da: "Her şey yolunda, hamd olsun Allah'a" diye cevap verdi. Yine sordum: "Kardeşim, Allah sana rahmet etsin ama; namaz boyunca farklı şeyleri düşünmeme sebep oldun" "Nasıl yani?" diye sordu. Ben cevap verdim: “Namaz için ayağa kalktığımda, “Sevin, işte cemaatle namaz sana!” dedin. Güldü ve sordu: "Bu kelimelerin neresi tuhaf?" "Tuhaf değil de kiminle konuşuyordun?" dedim. Gülümsedi ve sonra bana doğruyu söyleyip söylememeyi düşünür gibi bakışlarını yere çevirdi. Cevap beklemeden devam ettim: “Deli olduğunu düşünmüyorum, normal görünüyorsun, bizimle beraber cemaatle namaz kıldın, Maşallah!” Bir süre sessiz kaldı, bize baktı ve sonra sessizce cevap verdi: "Mescidle konuşuyordum."

Bu sözler üzerimde patlayıcı bir etki yaptı ve beni daha çok düşünmeye sevk etti: "Belki bu adam gerçekten delirdi?", dedim. Ona anlayışlı bir şekilde, "Gerçekten mi? Mescidle mi konuştun? Ve sana ne dedi?", dedim. Genç adam tekrar gülümsedi ve "Deli olduğumu düşüneceğini düşünmüştüm zaten. Taşlar cevap verebilir mi? Bu mescid sadece bir tuğla ve bir sıvadan ibaret." O cevap karşısında ben gülümsedim ve sonra dedim ki: "Haklısın ama cevap verip konuşmadıklarına göre neden onlarla konuşuyorsun?" Bana daha fazla açılıp açılmayacağını merak ediyormuş gibi tekrar yere baktı

Sonra bakışını yerden ayırmadan cevap verdi: “Ben sadece camileri seven bir insanım. Ne zaman eski, terk edilmiş veya harap bir caminin yanından geçsem, bunun için endişelenmeye başlıyorum. Bir zamanlar insanların onun içinde namaz kıldığını, dua ettiğini düşünmeye başlıyorum, sonra kendi kendime şöyle diyorum: “Ey Allah’ım, bu mescid birinin içinde cemaatle namaz kılmasını, birinin içinde Allah'ı zikretmesini nasıl da özlüyordur...” Bu mescidin bütün özlemini ve sıkıntısını bütün kalbimle hissediyorum. Biri onda en azından bir Kur'an ayeti okusun! Bu mescid diğer camilere göre fakir olduğunu, duvarlarının Allah'ın kitabını okuma sesini duymaya ne kadar hasret kaldığını, içinde en az bir rek'at namazı, bir secdeyi, en azından bir yolcuyu hissetmek istediğini, birinin girip unun duvarlarını titreterek tekbir getirmesini özlediğini anlıyorum! Sonra kendi kendime diyorum ki: "Allah'a yemin ederim ki sıkıntınızı teselli edeceğim, geçmişin hislerini size geri vereceğim. Böyle bir camiye giriyorum, iki rek'at namaz kılıyorum ve Kur'an-ı Kerim'in bir cüzünu okuyorum. Bunların hepsi garip ve tuhaf diyebilirsin, sadece camileri çok seviyorum!”

Gencin derdini duyunca gözyaşlarımı tutamadım! Şimdi onun baktığı gibi yere ben bakıyordum ama benim sebebim onun sözlerine, hislerinden, yolundan ve garip hareketlerinden ağladığımı görmemesiydi. Camileri çok seven bu gençten çok memnun kaldım. Ona ne cevap vereceğimi bilemedim ve sadece “Allah seni bunun için en güzel nimetle mükâfatlandırsın!” dedim. Onunla vedalaşıp dualarında beni unutmamasını rica ettim ama beni daha da sarsacak bir durum bekliyordu. Ben mescidden çıkmaya başladığımda, peşimden gözlerini yerden kaldırmadan bana dedi ki: "Böyle terkedilmiş camilere uğradığımda namazdan sonra Allah'tan ne istiyorum biliyor musun?" Şaşkınlıkla ona baktım ve cevabımı beklemeden devam etti: “Rabbim, seni anmakla, kitabını okumakla bu mescidin hüznünü ve sıkıntısını sırf Seni razı etmek için giderdiğimi biliyorsun! Ya Rabbi, ana-babamın kabirlerindeki üzüntüyü, korkuyu ve azabı kaldır, ey merhametlilerin en merhametlisi!” O anda tüylerimin diken diken olduğunu hissettim, gözyaşlarımı tutamadım ve küçük bir çocuk gibi ağladım…

Sevgili kardeşim! Bu genç adam ne kadar güzel, ne harika bir şekilde ölmüş ana-babasına dua ediyor! Onun ebeveynler ne harika bir şekilde onu büyüttü! Biz çocuklarımızı nasıl yetiştiririz? Anne babamıza, sağ olsunlar ya da ölmüş olsun, nasıl gerektiği gibi onlara saygı göstermeyiz?

Allah'tan hayırlı bir son diliyoruz hepimiz! Aramızda kim öldükten sonra onu neyin beklediğini düşünüyor? Ölümden hemen sonra, dar bir çukur, zifiri karanlık, acıklı bir yalnızlık, hesap ve ceza, sonra ya cennet ya cehennem! Allah'ım, bu ibretlik hikayeyi okuyan herkesin üzüntüsünü gider ve bu hikayeden ibret almaktan bizleri mahrum etme. Bu sözler bana, ana-babama, sevdiklerime ve bunun için mümin erkek ve kadınlardan çaba sarf etmek isteyen herkese sadaka olsun. "Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!" (İsrâ Suresi 11/24. Ayet).