HÜDA PAR, haftalık gündem değerlendirmesinde iç ve dış konulara ilişkin açıklamalarda bulundu.

TÜİK’e göre Türkiye'nin, 2022’nin ilk çeyreğinde yüzde 7,3 oranında büyüme kaydettiği belirtilen açıklamada, salgınla birlikte başlayan ve hâlâ etkisi devam eden küresel ekonomideki durgunluğa rağmen, Türkiye ekonomisinin açıklanan verilere göre büyümede adeta rekor kırdığı ifade edildi.

Ancak bu büyümeye rağmen halkın alım gücünün düştüğü, fakirleşmenin daha fazla artığına dikkat çekilen açıklamada, "Bu denli büyümenin neden halka yansımadığı, dar gelirli ve sabit ücretlilerin neden enflasyona ezdirildiği sorusu ise bir türlü cevabını bulamıyor." denildi.

"Açlık ve yoksulluk sınırları altında bir gelirle geçinmeye çabalayanların sayısının her geçen gün artıyor"

Dolayısıyla bazı çevrelerin, mevcut şartlar karşısında açıklanan rakamlara kuşkuyla yaklaştığına işared edilen açıklamada, "Kuşkuları bir tarafa bırakıp rakamlara itibar etsek bile bu durumda büyümenin sağlıklı bir büyüme olmadığı, gerçekleşen büyümeden sadece belli zümrelerin faydalandığı, halkın ezici çoğunluğunun bundan yararlanamadığı gerçeği ortada duruyor." ifadelerine yer verildi.

Açıklamada, "Gelir adaletinin bir türlü sağlanamadığı, ekonomiyi düzlüğe çıkarma adına atılan birçok adımın nihayetinde servet transfer araçlarına dönüştüğü, alım gücü her geçen gün artan bir avuç zengin karşısında açlık ve yoksulluk sınırları altında bir gelirle geçinmeye çabalayanların sayısının her geçen gün daha fazlalaştığı bir süreçten geçiyoruz. Gelir adaletinin en az büyüme kadar önemli olduğu aşikârdır. Büyüme kadar gelir dağılımında da adaletin sağlanması ve artan büyümeden halkın tümünün faydalanmasının tesis edilmesi her zamankinden daha önemlidir." denildi.

"Zamlarda bir kısır döngü oluşmuş, bir türlü aşılamıyor"

Halkın artık  zamlarla uyanıp zamlarla yattığı, piyasada fiyat istikrarı adına bir şeyin kalmadığı belirtilen açıklamada, başta gıda olmak üzere temel tüketim maddelerinde fiyat takibi yapmanın neredeyse imkânsız hale geldiği kaydedildi.

Açıklamada, "Bu vaziyet, piyasalar üzerinde kontrol mekanizmasının da kalmadığını gösteriyor. Üretim ve ihracatta gözle görülür artışlar olsa da daha büyük bir hızla artan ithalat ve döviz kuru karşısında arzulanan istikrar bir türlü sağlanamıyor." değerlendirmesinde bulunuldu.

Özellikle enerji ve akaryakıt zamlarının, diğer tüm ürün ve hizmetlerde tekrarlanan yeni zamlara kaynaklık ettiği belirtilen açıklamada, "Bu alanda bir kısır döngü oluşmuş durumda ve bu bir türlü aşılamıyor. Sonuçta oluşan güvensizlik duygusu, çeşitli kontrol mekanizmalarına rağmen çoğu zaman fahiş fiyatlar şeklinde kendini gösteriyor. Seçim sürecinin yaklaşması nedeniyle hükümet birçok alanda uygulaması gereken tasarruf tedbirlerinden kaçınırken muhalefet cephesi ise durumun daha fazla bozulmasını arzulayan bir strateji izliyor. Öyle görünüyor ki siyaset cephesinin gündeminde seçimlere kadar etkili bir çözüm perspektifi ve gidişata dur diyecek bir irade bulunmuyor." denildi.

"Bir İslam ülkesi olan memleketimizde İslamî değerler her geçen gün çok daha fazla saldırılara maruz kalıyor"

İnancın herkesin bireysel tercihi olduğu ve hiç kimse bir inanca zorlanamayacağı gibi herkesin inanç hürriyetinin de İslam’ın garantisi altında olduğuna dikkat çekilen açıklamada, bir ahlak toplumu tahayyül eden İslam'ın, bireylerin gerek iç dünyalarına gerek toplumsal hayatlarına bir çerçeve oluşturduğu belirtildi.

İslam’ın düşünsel, hukuki, bilimsel ve ahlaki mirası bin yılı aşkın bir süredir aşılamamış, insanlığın medeniyet tasavvurunun en önemli kilometre taşlarını oluşturduğu ifade edilen açıklamada, bu anlamda Türkiye toplumunun da yerleşik ahlaki duvarının çimentosunun İslam olduğu vurgulandı.

Açıklamada, şunlar kaydedildi:

Bir İslam ülkesi olan memleketimizde İslamî değerler her geçen gün çok daha fazla saldırılara maruz kalmakta, toplum kendi köklerine yabancılaştırılmaktadır. Bir hayat nizamı olan İslam’ın birtakım ibadetlerle sınırlandırılarak dar bir çerçeveye hapsedilerek toplumsal hayattan soyutlanması İslamî şiarların değersiz görülmesine neden olmaktadır.

Tesettür İslam’ın farzlarındandır ve herkesin inancının gereğini yerine getirmesi, ibadet etmesi, giyinmesi din hürriyetinin esaslarındandır. Türkiye toplumunun tamamına yakınının mensup olduğu bir dinin emri sayılan tesettürü aşağılamak, doğrudan dinin aşağılanmasıdır. Bu bağlamda gerek kültürel gerekse de geleneksel olarak bugün İslam’ı çağrıştıran çarşaf, sarık, cübbe gibi alametlerin hedefe konulması kabul edilebilir değildir. İslam’a ve İslamî şiarlara yönelik saldırılar hiçbir surette ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Bunun aksine olacak her tutum ve davranış mahkûm edilmelidir.

"Hükümet, yolsuzluk yapanlar hakkında gerekli her türlü adımı ivedilikle atmalı"

Açıklamanın devamında, Avrupa Konseyi bünyesinde bulunan Yolsuzlukla Mücadele Grubu’nun (GRECO), "yolsuzlukla mücadeleye ilişkin yapılan tavsiyelere karşı Türkiye’nin tutumu"nu değerlendiren 2021 yılına ait raporunun açıklandığı hatırlatıldı.

Rapora göre Türkiye'nin, GRECO tarafından yolsuzluğun önlenmesine ilişkin yapılan tavsiyelerin sadece yüzde 9,7’sini tam olarak uygularken yüzde 38,7’sini kısmen uyguladığı, yüzde 51,6’sını ise hiç uygulamadığı aktarılan açıklamada, "Raporda belirtilen tavsiyelerin milletvekilleri, hâkimler ve savcılar arasında yolsuzluğun önlenmesine yönelik olması raporu daha önemli kılmaktadır. Buna paralel olarak Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2021 yılı ‘yolsuzluk algı endeksi’ sıralamasında da Türkiye’nin, on yılda 42 sıra gerileyerek son on yılın en düşük seviyesine indiği ifade edilmişti. Söz konusu raporlar ve mevcut tablo, iktidarın ülke ekonomisinin ağır bunalımlar geçirdiği bir süreçte bile ekonominin kara deliklerinden olan yolsuzlukla mücadelede sınıfta kaldığını göstermektedir." denildi.

Açıklamada, "Özellikle ülke yönetimine şekil veren milletvekillerinin ve adaletin tesisi için yetkilendirilen hâkim ve savcıların yolsuzluk konusundaki karnelerinin kötü olması işin vahametini ortaya koymaktadır. Her kademesiyle ülke yönetiminde bulunanlar, bir an önce inancımızın emri olan siyasi ahlaka, dürüstlük ve erdeme dönmelidir. Hükümet, konuya ciddiyetle eğilmeli, makam ve rütbeleri ne olursa olsun yolsuzluk yapanlar hakkında gerekli her türlü adımı ivedilikle atmalıdır." ifadelerine yer verildi.

"Batı, bu kez sürgünle yeni bir insanî kriz oluşturmaktadır"

İngiltere'nin, ülkedeki göçmenlerin Ruanda'ya gönderilmesi planını hayata geçirdiği belirtilen açıklamada, Ruanda’yla 120 milyon sterlinlik anlaşma yaparak göçmenleri sürgün eden İngiltere'nin, sorumluluktan kaçmayı hedeflediği ifade edildi.

Gönderilme korkusu yaşayan göçmenler arasında intihar vakalarının görülmeye başladığına dair haberlerin endişe verici olduğu belirtilen açıklamada, "Göç meselesinde mültecilerin botlarını batıran, mültecilerin hayatlarını kurtaranları cezalandıran Batı, bu kez sürgünle yeni bir insanî kriz oluşturmaktadır. İngiltere’nin sürgün hamlesi, her fırsatta sorumluluğu üzerinden atmak isteyen Avrupa ülkeleri için de örnek teşkil edecek ve göçmenlerin 3. ülkelere rüşvet karşılığı sürgünü yaygınlaşacaktır. Bu sebeple uluslararası iş birliğiyle acilen kapsamlı bir göç politikası oluşturulmalı, öncelikle göçe neden olan sebeplerin ortadan kaldırılması için çalışılmalıdır." diye belirtildi.

"İş birlikçi yönetimlere Siyonist rejimle tüm ilişkiler kesilene kadar baskı yapılmalıdır"

Açıklamada, işgal parlamentosunun, üniversiteler de dâhil olmak üzere işgal rejiminin desteklediği ve finanse ettiği kurumlarda Filistin bayraklarının asılmasını yasaklayan yasa tasarısına onay vermesine ilişkin şu değerlendirmede bulunuldu:

Sadece bayrağı değil, bayrakla birlikte tüm Filistinlileri yok etmeyi hedefleyen işgal rejimi gerçekleştirdiği yıkım ve katliamın dozunu her geçen gün artırmakta, gencecik Filistinlileri katletmektedir. Sivil görünümlü teröristler ise Mescid-i Aksa’ya yönelik provokasyonlarına devam etmektedir.

İşgalcilerin zulmüyle birlikte Müslümanların sessizliği de doruk noktaya ulaşmış, Filistinliler işgalcilerin insafına terk edilmiştir. İşgal rejimiyle sözde normalleşme sırasına giren yöneticiler bugün yaşanan zulmün temel sorumlusudur. Siyonistlerin zulmüne karşı tüm dünyada Müslüman kamuoyu ivedilikle harekete geçmelidir. İş birlikçi yönetimlere Siyonist rejimle tüm ilişkiler kesilene kadar baskı yapılmalıdır. Aksi halde işgalcilerin katliamlarının önüne geçmek mümkün olmayacak, Müslümanlar sessizleştikçe, zalim işgalciler daha da azgınlaşacaktır.

Petrol ambargoları en çok yoksul ülkeleri etkileyecek

Emperyal güçlerin, hegemonyalarını ve maddi refahlarını devam ettirmek için halkları birbiriyle savaştırarak dünya genelinde gerginlikler ve kutuplaşmalar oluşturduğuna işaret edilen açıklamada, bu kirli planın son örneğinin devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’nda görüldüğü hatırlatıldı.

ABD ve AB'nin, Rusya’ya yönelik ambargolar kapsamında petrol alımını bitirmeye yönelik adımlarını hızlandırdığına atıfta bulunulan açıklamada, "Deniz veya boru hattı yoluyla Rus ham petrolünün altı ay içinde, rafine ürünlerin ise yıl sonuna kadar ambargo kapsamına alınması önerisi Avrupa Birliği Komisyonu’na zorlu müzakerelerden sonra geçen hafta içinde sunuldu. Bu kararın uygulanmasıyla enerji alanında yaşanan kriz daha da büyüyecek, petrol fiyatları tavan yapacaktır. Rusya ise AB ülkeleri dışında petrolünü satacağı yeni müşteriler bulmakta zorlanmayacaktır. Olan fakir ve sömürülen ülkelere olacaktır. Afrika ülkeleri başta olmak üzere yoksul bırakılan ülkeler, gelirlerinin önemli bir kısmını petrole vermek zorunda kalacak, halkların yaşadığı ekonomik sıkıntılar daha da büyüyecektir." denildi.

Açıklamada, "Mevcut yapılarıyla Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların bu sömürü çarkını ortadan kaldıramayacağı aşikârdır. Bu durumda adil bir dünyanın inşası için, sömürülen halklar ve ülkeleri artık ayağa kalkmalı ve kendi aralarında kuracakları yeni teşekküllerle sömürüye karşı güç birliği yapmalıdırlar." ifadelerine yer verildi. (İLKHA)