İşte böyle de Allah’a davet yolunda çekilen zorluklar, insanı birtakım içinden çıkılmaz durumlara sevk edebiliyor. Gâh karşıt fikirli despot kişi ya da sistemlerin baskısıyla gâh birebir ailesel sorunlarla yüzleşmek, İslam davasını güden kişi için kaçınılmaz oluyor. Bunun şüphesiz ki; en yoğun olanını Hz. Peygamber (SAV) yaşadı. Hz. Peygamber (SAV), gerek akrabalarından gerek bulunduğu toplumdan gerekse çevre şehirlerdeki halklardan sözlü ve fiili baskılar gördü. Fakat bu, Rabbinden gelen bir emirdi ve onu geri çeviremezdi…
Takdir edersiniz ki; üst rütbeli birinin memuruna verdiği vazifeyi deklare etmesi, izin beyannamesini imzalaması, desteğini ona verdiğini bildirmesi gerekir. Bu sayede memur, işini güvenle, saygı çerçevesinde yapabilecektir.
Kuşkusuz Allah Rasulü (SAV) de Allah-u Teâlâ tarafından yeryüzüne atanmış bir kurtarma memuruydu. Bunca eziyete ve tüm dünyayı karşısına almasına karşılık, Rabbi Onu yalnız bırakacak değildi. Ve şu ayetler nazil oldu:
“Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de Ona salât ve selâm edin.” (Ahzab / 56)
Ayette buyurulan “salat edin” emri birçok mana ihtiva ediyor olabilir. Selam/güven vermek, saygı duymak, hürmet göstermek, destek olmak, sırt vermek gibi… Bu manalar üzerinden ayeti tekrar tefekkür ettiğimizde derin manalar karşımıza çıkıyor. Bunları da sıra sıra açalım…
Bu ayetin üç cephesi vardır. Birincisi; Allah’a, ikincisi; Peygambere (SAV), üçüncüsü; Müslümanlara bakan yönlerdir.
Allah-u Teâlâ’ya bakan yönünde: Rabbi, Hz. Muhammed (SAV)’i çetin bir vazifeyle vazifelendirdi. Türlü eziyetlerin, dikenlerin, çetrefillerin dolu olduğu zorlu bir yolu Ona tevdi etti. Yanı sıra yukarıda bahsettiğimiz memur ve üst rütbe ilişkisinin de ötesinde bir destekle kulunu destekledi. Tabiri caizse; Biz sana bu ağır yükü verdik fakat seni desteksiz, dayanaksız, güvensiz bırakacak da değiliz. Bizim tarafımızdan güven, selamet ve hürmet sana gösterilmiştir, buyurulmuş.
Ayetin Peygambere bakan yönünde: Canı pahasına hatta ölmekten daha zor olan yaşamın içindeki her anını feda etme pahasına, bu emre gönül verdi. Ancak her insanın olduğu gibi Hz. Peygamber’in de desteğe, Allah’tan gelecek selamete, güvene ihtiyacı vardı. İşte bu muazzam destek, yine muazzam vazifeyi veren Rabbi tarafından kendisine verilmiş oldu.
Öte yandan Peygamber (SAV), çevresindekilerin iftiralarına, hakaretlerine maruz kalabiliyor, yer yer bu nedenle gönlü kırılabiliyordu. Allah ve meleklerinin hürmeti, saygısı, sevgisi ile gönlü mutmain kılınan zorlu yolun yolcusu Hz. Peygamber (SAV)’in, bu şekilde onuruna onur katılmış oldu. Bununla da kalmayıp Rabbi, Onu (SAV) Müslümanların da desteklemesini emir buyurmuş, gökyüzü halkının desteğine yeryüzü halkının desteğini de eklemiştir.
Ayetin Müslümanlara bakan yönünde ise: İlk olarak Peygambere salat ve selam okunması gerektiği akıllara ilişiyor. Yanı sıra bunu, ismi her anıldığında yaparken Peygambere (SAV) olan bağlılık sözü tazeleniyor. Kişi bu sözü salavat okuyarak ilkin kendisine hatırlatıyor. Fiile dökmesi ise kulun sözünü kuvvetlendirmesi anlamına geliyor.
Ayet-i kerime üzerine düşünürken küçük (!) bir soru akıllara takılıyor: Allah bir kişiye desteğini, selamını, hürmetini, güvencesini verdikten sonra o kişinin bir başkasının desteğine, selamına, hürmetine ve güvencesine ihtiyacı kalır mı? İşte burada ayetin Müslümanlara bakan yönü ortaya çıkıyor. Evet, o Peygamber (SAV)’in Allah (CC)’tan başkasına ihtiyacı kalmaz. Lakin Allah, Peygamberini öylesine yüceltiyor ki; her kim Ona selam eder, destek verir, saygı duyar, sevgisini yüreğinde ve hayatında taşırsa işte o kul Allah ile aynı taraftadır, buyuruyor.
Bu durumda Müslüman kişiye düşen bir görev daha var ki; böyle yüce bir Peygamberin ümmeti olma şerefinin kendisine bahşedilmiş olmasını tefekkür edip şükretmektir.
Yüce Allah, Onun (SAV) hayatını öğrenip hakkıyla salat etmeyi, insanları bu nurla buluşturmayı, liva-i hamd sancağı altında buluşmayı cümlemize nasip etsin…
Nisanur Dergisi