Evlilik şartları hiç olmadığı kadar ağırlaşmış, zorlaşmış. Bu resmen toplumu ayakta tutan aile bağlarının gevşemesi anlamına gelmektedir. Kız tarafı resmen damat adayını mülakata alıyor. Dindar olsa, soylu olsa, ahlakı güzel olsa da zenginlik-fakirlik mülakatında kaybedebiliyor, elenebiliyor. Dindarlık+yakışıklık+soyluluk=95 Puan. Fakirlik: 7 puan→Evlenemediniz…
Olagelenleri insan görüp düşününce bu dünyadan, bu memleketten, bu diyardan sıkılıyor. Gidecek başka bir yeri de olmayınca daha da sıkılıyor. Hani Kürtçe’de şöyle bir deyim var; “Meriv ji eyarê xwe aciz dibe”) (İnsan içinde yaşadığı derisinden sıkılıyor). Şu evlilik konusuyla ilgili ne dramatik hikâyeler duyuyoruz.
Nasıl bir dönemde yaşıyoruz arkadaş? Nasıl bir süreçten geçiyoruz? Nice gencin hayalleri vardı, yine resmen diyelim; kız tarafının evlilik yoluna döşediği mayınlar nedeniyle damat adaylarının adım atacağı yer kalmıyor, hayalleri suya düşüyor…
İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Beni çok seven bir öğretmenimiz vardı. Ama yanlış severdi. Yüzüm kendisine dönük olduğu halde her iki ayağıma basar beni iterdi. Ben de düşmemek için onun ceketini tutardım. Artık dayanamıyor, ağlıyordum. Bana; “Tahtada bir türkü söyleyene kadar seni bırakmam“ derdi. Ben de gözyaşları içinde o zamanların en popüler türkülerinden “Ayağında kundura, yar gelir dura dura” türküsünü söylerdim. Bir yandan melodi, bir yandan yanağımdan akan gözyaşlarım. Şu evlilik konusunda damat da kendisine bindirilen yük nedeniyle neredeyse evlendiği zaman benim gibi gözyaşları içinde düğün türkülerini söyleyecek. Sevinç ve hüznü orijinal olarak bir arada yaşayacak.
Damat tarafı kız istemeye gittiğinde adet olduğu üzere kızınıza ne alalım, ne istersiniz, anlamında: “Ka barê me li me bikin.(haydi bize yükümüzü bindirin. Bize yükümüzü yükleyin)” derler. Arkadaş! Gelin tarafı yük yüklemeyi yanlış anlar, eşeğe yüklemeyeceği yükü yüklemeye çalışır. İki çift küpe –bir tane yedek-, on adet yüzük-nişan yüzükleri hariç-, 30 gr’lık sekiz bilezik, 2,5 metre altın, kolye û gûla nava wê,(İçinde gülü olacak) araba ve ev… Böyle bir yükü yüklemeye çalışanı duydum. Tabi yan giderleri, istenen diğer ufak tefek (!) şeyleri yazmadım.
Geçenlerde asgari ücretli bekâr bir gençle evliliği konuşuyorduk. Bana şunu dedi: “Hesap kitap ortada. Topluyorum, çıkarıyorum, bölüyorum, çarpıyorum, elimde hiçbir şey kalmıyor.” Yaptığı dört işlemin sağlamasını ne kadar yaptıysam da aklına yatmadı. Haklı olarak şunu dedi; “İnsan evlendikten sonra Allah’ın yardım ettiğine inanıyorum. Ama işte sorun evlilik kapısından içeri girmede. Şu an evlenmeye çalışsam bana minimum 200 milyar lazım”
Kanayan ve bir türlü sarılamayan yaraya o da bir neşter vurdu.
Geçenlerde yine şu evlilik konusunu konuşuyorduk. Bir arkadaş şöyle dedi: “Bizim buralarda eğer damat adayı memur ise indirim uygulanıyor” Yüzdeliği söylemedi ama durum bu. De were û safî bike” (Gel de işin içinden çık)
Fıkra değil gerçektir notuyla devam edelim; imam, evliliğin kolaylaştırılması gerektiği konusunda vaaz veriyormuş; dinleyicilerden bir kadın arkadaşına şöyle fısıldamış; “Valla mella çi jî bêje min keça xwe bi sêvîtî neda(!)(Walla imam ne söylerse söylesin ben kızımı yetim-öksüzler gibi vermeyeceğim!)
Bundan sonra bu konuda vaaz verecek imamlarımızın heybelerinde bu notumuz da olsun.
Albert Einstein arılar yok olursa insanlık yok olur, demiş. Aslında evlilik müessesi yok olursa insanlık yok olur desek daha doğru olur sanırım. Çünkü insanın oğul verdiği temel alan evlilik müessesesidir…
Geniş bir perspektiften hayata baktığımızda hayatın ayarlarının bozulduğunu görürüz. İster istemez aklımıza peki neden? Sorusu gelmektedir. Cevap şu ayeti kerimede gizli. اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ Bu ayeti kerimeyi Kürtçe “Bi eyara tişta nelîzin” Türkçe olarak da “Kurulu sistemin ayarlarıyla oynamayın” şeklinde tercüme etmek mümkün. Birçok şeyin ayarıyla oynayıp bozduğumuz gibi evlilik hayatının da ayarlarıyla oynamışız.
Nerede o “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, nikâhın en hayırlısı en kolay olanıdır” diye buyuran peygamberin ümmetinin mensupları? Veya en azından “Hîro nabe dar, keç nabe war. (Hatmî çiçeği ağaç olmaz. Kız çocuğu evde kalıcı olmaz)” diyen kadim geleneğimizin o saf ve temiz mensupları? Ka ew mêrên bere? (Nerede o eski babayiğitler?)
Size tarihten bir olay anlatarak bitireyim diyecektim ama hikâyemi inşaallah diyerek gelecek aya bırakacağım. Zaten mevzu anlaşılmıştır. Aslında herkes anlıyor ve biliyor da millet kızlarını yetim-öksüz(!) gibi vermiyor…
Mehmet Ziya Gümüş - İnzar Dergisi