HÜDA PAR Genel Merkezi, iç ve dış konulara ilişkin haftalık gündem değerlendirmesini yazılı olarak paylaştı.

TÜİK verilerine göre toplumda hızlı bir bireyselleşme ve aile ortamından uzaklaşma sürecinin devam ettiği ifade edilen açıklamada, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre Türkiye’de hane halkı büyüklüğünün hızla küçüldüğü belirtildi.

"Geleceği inşa etmek, aile kurumunu korumak ve geliştirmekten geçiyor"

"2021 yılında 3,23 kişiye kadar düşen hane halkı sayısı 2018 yılında 4 kişi idi. Doğu ve Güneydoğu illerinde 5 kişi ve üzeri olan hane halkı sayısı batıya gidildikçe düşerek 2,57’ye kadar inmektedir. Yalnız yaşama kültürü arttı. 5-6 yıl önce yüzde 14’lerde olan yalnız yaşayanların sayısı şimdilerde neredeyse yüzde 20’lere dayandı." bilgilerine yer verilen açıklamada şu değerlendirmede bulunuldu:

Bu rakamlar, toplumumuzun temel dinamiği olan aile kurumunun zayıflatılmasına yönelik bilinçli ve organizeli bir sürecin işlediğini göstermektedir. Böyle devam etmesi durumunda 15-20 yıl sonra çocuklu aile sayısı istisna bir durum olacak, toplum neredeyse tamamen 1 veya 2 kişilik hane halkından müteşekkil bir duruma gelecektir. Yani yeni nesil diye bir şey kalmayacak, doğal olarak da bir “gelecek”ten söz edilemeyecektir. Bir taraftan yürürlükteki mevzuat diğer taraftan ise televizyon programları, sinema filmleri, diziler ile internet ortamlarındaki çirkeflikler aile kurumunu bitirmek için adeta yarış halindedirler.

Hükümetin, evliliğin teşvik edilmesi ve aile kurumunun güçlendirilmesine dair bir stratejisinin, bir hedefinin olmaması da kötü gidişatı hızlandıran önemli bir unsurdur. Bilmek gerekir ki geleceği inşa etmek, aile kurumunu korumak ve geliştirmekten geçiyor.

İş barışı ve ücretlendirmede adalet

Kamuda iş bölümü ve ücretteki adaletsizliğin, öteden beri Türkiye’de tartışma konusu olduğu belirtilen açıklamada, bu sorunun giderilmesinin kamuda ciddi bir beklentiye dönüştüğü kaydedildi.

Ancak 3600 ek göstergenin kapsamının ne olacağına dair belirsizliklerin devam ettiği belirtilen açıklamada, "Çalışanların bir kısmını kapsayıp bir kısmını kapsamayacağı yönündeki beyanatlar kamu çalışanlarında endişelere ve motivasyon eksikliğine sebep olmaktadır. Bu nedenle, yapılacak düzenlemenin tüm kamu çalışanlarının gelirlerini makul bir oranda artıracak şekilde olması gerekir. Ancak bu şekilde yapılacak bir düzenleme kamu çalışanlarının beklentilerini karşılayacak ve iş barışına katkı sunacaktır." denildi.

Açıklamada, "Özellikle sağlık çalışanlarının uzun süredir beklediği gibi 375 Sayılı KHK uyarınca yapılan sabit ek ödemeler bir an önce maaşa eklenip emekliliğe yansıtılmalıdır. Her geçen gün artan enflasyon oranı ve buna bağlı hayat pahalılığı ve alım gücündeki düşüş göz önünde bulundurularak performans ödemelerinin kat sayıları artırılarak tabiplerin dışındaki personellerin de döner sermayeden gerektiği gibi faydalanması sağlanmalıdır." ifadelerine yer verildi.

Şiddeti oluşturan sebepler kaldırılmalıdır

Geçtiğimiz hafta TBMM’ye sunulan, kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin kanun teklifinin Meclis Genel Kurulunda kabul edildiğinin hatırlatıldığı açıklamada, şiddetin toplumda yayılmasını önleyecek her türlü mekanizmanın değerli olduğu  ve bu konuda mutlaka inisiyatif alınması gerektiği vurgulandı.

Gerek kadınlar gerekse de sağlık çalışanların, şiddetin her türlüsünden muhafaza edilmesi ve toplumun, şiddete başvurmaktan uzaklaştırılması çağrısında bulunulan açıklamada, bu anlamda söz konusu teklifin kanunlaşmasına partinin önem verdiği belirtildi.

Açıklamada, "Ancak şiddet suçlarının sadece cezaları artırmakla engellenemediği bir vakıadır. Cezalar hiçbir suçu tek başına ortadan kaldıracak güçte değildir. Yapılması gereken suça götüren nedenleri ortadan kaldırmak, psikolojik, sosyolojik ve ahlakî zemini ıslah etmektir. Kadına yönelik şiddetin artış göstermesinde Türkiye toplumunun dinî, ahlakî ve kültürel yapısına uymayan hukuki modellerin baskın hale getirilmesinin önemli bir rolü vardır. Aile kurumunu önemsemeyen, evlilikleri bir formaliteye, boşanmayı ise bir çocuk oyuncağı haline getiren, ailenin fertlerini menfaatleri çatışan rakipler konumuna sürükleyen kanunların elden geçirilmesi elzemdir. Bu anlamda 6284 sayılı Kanun’un da suçlara zemin hazırlayan yıkıcı yönleri tespit edilmeli, ülfet ve birlikteliği güçlendirecek şekilde yeniden değerlendirilmelidir." denildi.

"İthalat-ihracat dengesi söylenenlerin aksine bir seyir içerisinde"

Kur şoku ve yükselişe geçen enflasyon karşısında hükümetin, aylar önce “Yeni Ekonomi Modeli” olarak isimlendirdiği bir süreci başlattığı ifade edilen açıklamada, "Bir taraftan kur korumalı mevduat sistemi devreye sokulurken diğer taraftan kısaca 'üretim ekonomisi' şeklinde tanımlanabilecek bir söylemle piyasanın rahatlatılacağı açıklandı. Buna göre üretime ağırlık verilecek, istihdam ve ihracat artacak, ithalat azalacak, buna bağlı olarak cari açık kapanacaktı. Dolayısıyla enflasyon aşağılara çekilerek belli bir rahatlama sağlanacaktı. Ancak son beş aylık sürece bakıldığında ithalat-ihracat dengesi söylenenlerin aksine bir seyir içerisindedir. Aralık- nisan dönemini kapsayan süre içinde cari açık 39 milyar doların üzerine çıktı. Artan cari açık, enflasyonda yükselişe neden oldu." değerlendirmesinde bulunuldu.

Açıklamada, "İhracat rakamlarında rekor kırıldığı gerçeğinin yanında ithalatın da rekor düzeye çıkmış olması, iddiaların aksine üretim ekonomisi yerine ithalata dayalı modelin sürdüğünün göstergesidir. Ayrıca dövizi dengeleme amaçlı ihdas edilen kur korumalı sistem hazineye ekstra bir yük getirdiği gibi paranın üretim yerine mevduat hesaplarına kaymasına neden olmakta, paradan para kazanmanın cazibesini artırmaktadır. İthalat-ihracat dengesini oluşturmanın yolu, kaynakların üretime tahsisini ve ithal edilen ürünlerin ülkede üretilmesinin alt yapısını oluşturmayı gerektirmektedir." denildi.

Konuttaki kriz ve artan maliyetler

Ekonomik krizin derinleşmesi ve artan maliyetlerin sonuçlarından bir tanesinin de ciddi boyutlara çıkan konut sorunu olduğu belirtilen açıklamada, "İnşaat sektöründe maliyetler arttıkça konut arzı yarı yarıya düştü. Kısıtlı konut arzı artan maliyetlerle birleşince konut kiralarının ve fiyatlarının katlanmasına neden oldu. Bu sorunu çözmek adına hükümet geçen hafta ilk defa konut alacaklara düşük faiz ile kredi yolunu açtı. Faiz oranlarının düşürülmesi, mevcut kısıtlı konut stoklarında belli bir hareketlilik oluşturabilir. Ancak maliyetler nedeniyle katlanan konut fiyatlarına karşın yüksek enflasyonun erittiği alım gücü ortada dururken piyasaya bir rahatlamanın gelmesi mümkün değildir. Nitekim açıklanan haliyle aylık taksit tutarları, çoğu kesimin aylık toplam gelirini bile aşmaktadır. Kaldı ki paket açıklanır açıklanmaz, daha uygulama başlamadan fiyatlarda yüzde 20’lik bir artış oldu. Yani paket piyasayı daha da içinden çıkılmaz hale getirdi." denildi.

Açıklamada, "Konutta kalıcı çözüm için maliyetler düşürülmeli ve TOKİ üzerinden makul fiyatlarla yeteri kadar konut inşa edilmelidir. Ancak bu yolla konutta arz sıkıntısı aşılabilir." çağrısında bulunuldu.

Değerlere yönelik saldırılar ve bahar şenlikleri

Son dönemlerde inanca ve manevî değerlere yönelik saldırıların ayyuka çıktığı belirtilen açıklamada, Ankara Üniversitesinde düzenlenen bir etkinlikte İslamî değerler hedef alındığı ve dinî sembollerle hayâsızca dalga geçildiği  hatırlatıldı.

İlim ve irfan yuvası olması gereken üniversitelerde yaşanan bu tür çirkinliklerin asla tasvip edilemeyeceği vurgulanan açıklamada, "Sözde ifade özgürlüğü ve mizah adı altında yapılan bu çirkin eylemleri şiddetle kınıyoruz. Eğitim kurumlarında inancımıza ve manevî değerlerimize yönelik sözlü ve fiili saldırıların gerçekleşmesi, eğitim müfredatının ve topyekûn eğitim anlayışının sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Halkımızın inancını ve kutsallarını hedef alan çirkinliklere karşı tedbir almak, vukua gelen olaylarla ilgili etkili soruşturmalar yapmak ve caydırıcı müeyyideler koymak idare makamında olanların en temel vazifelerindendir."

Açıklamanın devamında şunlar kaydedildi:

Her yıl üniversitelerde düzenlenen bahar şenlikleri ile kimi belediyeler ve özel şirketler tarafından organize edilen etkinlikler gençlerin zihinlerini idlal etmektedir. Gençlerin maddî ve manevî gelişimlerine katkı sunmak amacıyla çeşitli etkinlikler tertip etmek gayet tabiidir. Ancak eğlence adı altında ahlakî değerlerin hiçe sayılarak gençliğin ifsat edilmesi asla kabul edilemez. Söz konusu programların kamu kaynakları kullanılarak icra edilmesi, ayrı bir garabettir. Kamu kaynakları nesillerin ifsat edilmesi amacıyla kullanılamaz. Toplumun ciddi bir ahlakî yozlaşma ile karşı karşıya olduğu günümüzde masiyet ve ifsat yayan etkinlikler yerine; meşru dairede gezi programları, çeşitli sportif, ilmi ve kültürel çalışmalar yapılmalıdır. Böylece genç nesillerin manevî gelişimleri desteklenerek akıl ve nesil emniyeti sağlanmış olur.

HÜDA PAR'ın gündem değerlendirmesinin dış konularında Suriye'deki insani dram, işgalci siyonist rejimin saldırıları ve Irak'ın işgalci rejimle ilişkileri yasaklaması ele alındı.

"Suriye'de şartlar henüz geri dönüş için oluşmadı"

Açıklamada, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF), Suriyeli 12,3 milyondan fazla çocuğun insani yardıma muhtaç olduğu uyarısında bulunduğu ve 2022'de Suriye'ye yardım için 10,5 milyar dolar toplanması çağrısı yaptığı belirtildi.

2011 yılından bu yana iç savaşın devam ettiği ülkede insani krizin her geçen gün derinleştiğine dikkat çekilen açıklamada, "Ukrayna savaşı nedeniyle gıda da dâhil olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının hızla yükselmesi Suriye’de yaşayan ve komşu ülkelere sığınanların durumunu daha da kötüleştirmektedir. Şartlar henüz geri dönüş için oluşmuş değildir. Suriyeli sığınmacıların güvenli ve onurlu geri dönüş yolları oluşturulmadıkça belirsizliğin ortasına itilmeleri vicdansızlıktır. Suriye’de yaşanan insani dramın sona ermesi için siyasi çözüm süreci ön şartsız olarak başlatılmalıdır. Bunun yanı sıra uluslararası iş birliğiyle ülke içerisindeki ve komşu ülkelerdeki sığınmacılara gereken ekonomik destek sağlanmalı, ülkenin yeniden inşası için ortak bir fon oluşturulmalıdır." denildi.

İşgalci rejimin Şirin Ebu Akile cinayeti

Siyonist işgal rejimi zulüm ve katliamlarında hiçbir sınır tanımadığı belirtilen açıklamanın devamında, geçen hafta içerisinde Cenin Mülteci Kampı’ndaki Siyonistlerin baskın ve saldırılarını görüntülemek isteyen 51 yaşındaki El Cezire muhabiri Şirin Ebu Akile'nin katledildiği hatırlatıldı.

Ebu Akile'nin, üzerinde büyük harflerle ‘Press/Basın’ yazan mavi yelek, başında kask olmasına rağmen boynundan hedef alınarak vurulduğuna dikkat çekilen açıklamada, "Bütün dünyada, savaş ortasında dahi basın mensuplarının dokunulmazlığı vardır. Şirin Ebu Akile, Siyonistlerin katlettiği ilk basın mensubu değildir. FKÖ Kamu Diplomasi Birimi, siyonist israilin 2000 yılından bu yana 55 Filistinli gazeteciyi katlettiğini, 16’sını da hapiste tuttuğunu belirtti. Siyonist işgal rejimi, katlettiği muhabirin cenazesine katılımın olmaması için bölgeyi abluka altına alarak cenaze konvoyuna cop, plastik mermi ve gaz bombalarıyla saldırmıştır. Cenazeye saldırmak tam bir barbarlık ve vahşettir. Bu durumu lanetliyoruz. BM ve bütün uluslararası kurum ve kuruluşlarını bu menfur olay için bağımsız bir soruşturma açmaya çağırıyoruz." denildi.

"Irak Meclisi’ni tebrik ediyoruz"

Komşu ve kardeş ülke Irak Meclisi'nin, geçen hafta içiresinde Siyonist İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi yasaklayan bir kararı onayladığına değinilen açıklamada, "Kabul edilen yedi maddelik yasaya göre işgalci İsrail ile normalleşme yönünde adım atan kişi ve veya kurumlar, idam cezası ile yargılanabilecektir. 'İşgalci Siyonistlerle ilişkileri normalleştirmeye yönelik her türlü girişim kabul edilemez. Siyonistlerle ekonomik, diplomatik, kültürel, askeri veya diğer her türlü ilişki kurulması yasaktır.' hükümlerini barındıran bu kanunu onaylayan Irak Meclisi’ni tebrik ediyoruz. Irak Meclisi’nin bu kararının, bütün İslam ülkelerine örnek olmasını temenni ediyoruz." diye belirtildi. (İLKHA)