Mardin Nusaybin`de Hizbullah Cemaati ve Pkk arasında yaşanan çatışmaların şimdiye kadar kamuoyuna yansımamış ve bilinmeyen yönleri susaningulleri.biz sitesinde yayınlanan ‘Gulistana Şehida Nusaybin` isimli kitapta anlatılıyor.
Yeni yayınlanan kitapta Hizbullah Cemaati ve Pkk arasında yaşananlar, şimdiye kadar çarpıtılan birçok gerçeğin daha anlaşılır ve doğru bir şekilde ortaya çıkmasına yönelik oldukça önemli bir yere sahip. Özellikle 90 yıllarda yaşananları anlatan kitap, Mardin iline bağlı Nusaybin ilçesinde Pkk`nın Hizbullah Cemaatine yönelik saldırıları sonucu Hizbullah Cemaati`nin nasıl bir tavır takındığı ve hangi yöntemleri kullandığı bilgisi ayrıntılı olarak aktarılıyor.
Hizbullah`ın kan dökülmemesi ve bir çatışmanın yaşanmaması için elinden geldiğini yaptığına dikkat çekilen kitapta, Pkk`nin Hizbullah`ı hedef almaktan vazgeçmediği, yaşanabilecek çatışmanın çıkmaması için gösterilen çabaları zaaf ve güçsüzlük olarak algıladığı ve Hizbullah`a yönelik saldırgan tutumlarını arttırdığı bilgisine yer veriliyor.
Dönemin Nusaybin-İdil arasındaki kırsalın sorumlusu olan Suriye asıllı Bahoz`a, Hizbullah tarafından gönderilen mesajın içeriğini ve Bahoz`un verdiği cevabı da ilk defa ortaya çıkaran kitapta söz konusu olay şu şekilde anlatılıyor, “…Cemaat dağ kadrosu aracılığıyla örgüt`e haber gönderdi. Şehir kadrosu ihtimal ki mesajı farklı iletmiş veya eksik ya da kişisel konumunu hesaba katarak iletmiş olabilir ihtimallerine karşı bu defa da dağ kadrosu aracılığıyla Cemaat`ın mesajı iletildi. O dönem Nusaybin–İdil arasındaki kırsalın sorumlusu olan Suriye asıllı Bahoz (kod)`a örgüte iletmesi için haber gönderildi. Mesaj aynıydı: Cemaatle uğraşmamaları, Cemaat mensuplarını hedeflememeleri, İslami faaliyetlere engel olmamaları. Böyle bir işten sadece Devletin istifade edeceği söylendi. Bahoz mağrurane edasıyla ‘Bu işin zararlı olup olmayacağına ancak Parti karar verir` diyordu. Bir süre sonra örgüt`ten gelen cevap yine aynı oluyordu. “Bu topraklarda Parti`ye teslim olmaktan başka kimsenin hayat hakkı yok” ve meşhur üç seçeneği sunuyorlardı: “Ya teslim olacaksınız, ya bu memleketi terk edeceksiniz ya da öldürüleceksiniz.”
“Cemaat bu aşamalardan sonra sadece misliyle karşılık verme çizgisini izledi. Onlar silaha başvurmayana kadar silaha başvurmadı. Hiçbir yerde ilk saldırıyı yapan cemaat olmadı. Onlar İdil`de (Hezex) silah kullanmayana kadar silah kullanmadı. Onlar Nusaybin`de silaha başvurmayana kadar Cemaat silaha başvurmadı. Ve bütün il ve ilçelerde de durum aynı oldu. 18 Haziran 1990`da Hasan Tekin`i Şırnak`ta şehid etmiştiler. Ama düşmanın istifade edeceği bir çatışmanın yaşanmaması için sabredilmişti. Yukarıda bahsedildiği şekilde yapılan girişimlerden sonuç alınmamıştı. Onların gençlerinin Cemaat mensuplarına yönelik yaptıkları bıçaklı sopalı saldırılara sadece misliyle cevap veriliyordu. Süren bu gerginlikte tarih 8 Mayıs 1991`e dayandığında İdil`de (Hezex) Mele Sabri`nin evini, Bahoz militanlarıyla basıyor, Mele Sabri`nin oğlunu alıp götürmek istiyordu. Baskında Mele Sabri ve hanımı Hayriye ağır yaralandılar. Kaldırıldıkları Diyarbakır Devlet Hastanesinde ruhlarını teslim ettiler. Mele Sabri`nin küçük torunu da kurşunların hedefi oldu. Küçük Şehadet ayağından yaralandı.
Burada şunu belirtmekte fayda var. Örgüt`ün yerel sorumlularının ‘Serok`larına ‘birkaç sofiktiler` şeklinde bilgi verdikleri ve Cemaat`in gücünü önemsemedikleri ve hesaplamadıkları sonraki yıllarda anlaşıldı. Sonraki yıllarda ‘Serokları` feveran edip hakaretler eşliğinde, komutanlarına galiz küfürler eşliğinde ‘Hani siz diyordunuz birkaç sofiktir, birkaç günde temizleriz. Şimdi korkunuzdan dışarı çıkamıyorsunuz` diye fırça atacaktı. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktı.
Örgütün İslami Cemaati hedef almaktan vazgeçmeyeceği kesin olarak anlaşılınca Hizbullah Cemaati ileriye dönük bazı icraatlara koyuldu. 1991`de aktif örgüt militanlarını çeşitli zamanlarda takibe aldı. Böylece ilgili istihbari bilgilerini hem artırdı hem de bazı bilgilerini teyit etti. Hizbullahilerin ailelerine yönelik baskılara misillemeler yapıldı. Onların genç elemanlarının ailelerine mesajlar gönderildi. Çocuklarının cemaat ve İslami dava aleyhine faaliyetlere alet olmaya müsaade etmemeleri istendi. Ailelerin fikri yapısı ve duruma göre bu mesajlar tehdit de içerebiliyordu.
Ayrıca Hizbullahi gençler bazen aralıklarla ikişer–üçer gruplar halinde çarşıda gezerlerdi. Amaç ortamın psikolojik havasına hâkim olmaktı. Ayrıca bu vesileyle örgüt`ün aktif elemanlarının iş yerlerinin takibi sağlanıyordu. Şüpheli kimi şahısların nerelere uğradıkları da öğrenilmiş oluyordu. Cemaat fertlerine yönelik çeşitli saldırılara karışanlar da görüldüğünde Cemaat`ın verdiği plan–program doğrultusunda hareket ederlerdi. Bu dönemde örgüt, Cemaate karşı henüz silaha başvurmamış olduğundan sadece sopa vb. aletler kullanılırdı. Yani saldırı türüne, aynı saldırı türüyle misilleme.”
Kitabın diğer çarpıcı bölümlerini okumak için tıklayın...