Mehmet Güllü Bozdaş-DOĞRUHABER

HÜDA PAR Genel Merkezi, iç ve dış gündeme ilişkin haftalık değerlendirmesini yazılı olarak paylaştı.

Gündem değerlendirmesinde süresiz nafaka, dünya genelindeki yoksulluk, Türkiye'deki kötü muamele iddiaları, mültecilerin çıkar uğruna kullanılması, madde bağımlılığı ile mücadele, Pakistan’da yaşanan siyasi gerilim, Doğu Türkistan'daki zulüm ve işgal rejiminin Mescid-i Aksa baskını gibi konular ele alındı.

“MÜLTECİLERLE ALAKALI SOSYAL POLİTİKALAR DİKKATLİ BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLMELİDİR”

Suriye’de yaşanan savaşın ardından Türkiye'nin, en fazla mülteci barındıran bir ülke haline geldiğinin hatırlatıldığı açıklamada, bir ülke için mülteci barındırmanın ekonomik, siyasi ve sosyal sonuçları da beraberinde getiren bir süreç olduğu bildirildi.

Açıklamada, "Sürecin siyasi ve sosyal sorunlar doğurmasının engellenebilmesi için eğitim, istihdam ve barınmaya kadar her alanda mültecilerle alakalı sosyal politikalar dikkatli bir şekilde yürütülmelidir. Özellikle mültecileri sahiplenen, kültürel farklılıklara rağmen onlarla kaynaşan halkımıza mülteci düşmanlığı körüklemeye çalışan kesimlere karşı yasal tedbirler ivedilikle alınmalıdır. Bu durumun göz ardı edilmesi, toplumsal birçok soruna kaynaklık edecektir." ifadeleri kullanıldı.

“MÜLTECİ KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN SİYASİ RANT DEVŞİRME ÇABALARI KABUL EDİLEMEZ”

Açıklamanın devamında, "Bu anlamda bazı siyasi partilerin mülteci karşıtlığı üzerinden siyasi rant devşirme çabaları ve akla ziyan açıklamalarda bulunmaları, kabul edilemez bir durumdur. Savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan bir topluma karşı aşağılayıcı, horlayıcı, küçük düşürücü bir söylem geliştirmek hiçbir siyasi partinin işi olmamalıdır. Siyasi partiler daha insani ve daha ahlaki söylemler geliştirmeli, ülkenin ekonomik, siyasi ve toplumsal hassasiyetlerini göz ardı etmemelidir. Hükümet, mülteci düşmanlığı üzerinden ülkeyi kaosa sürükleme girişimlerine karşı her türlü tedbiri almalıdır" görüşlerine yer verildi.

"NAFAKA MESELESİ DAHA FAZLA ÖTELENMEMELİ"

Kamuoyunun uzun zamandır süresiz nafaka ile genç yaşta evlenenler hakkında hakkaniyete uygun bir düzenleme yapılması beklentisi içinde olduğu belirtilen açıklamada ancak Adalet Bakanı’nın; "Şu anki önceliklerimiz arasında bu sorunlara ilişkin bir adım atmak yoktur." şeklindeki ifadelerinin çözümün bir kez daha ertelendiğini gösterdiği ifade edildi.

Açıklamada, "Bu mesele daha fazla ötelenmemeli ve ilgili mevzuat, toplumun inancı ve hassasiyetleri esas alınarak suiistimallere mahal vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Nafaka ödemeleri için makul bir süre sınırı getirilmelidir. Nafaka süresi bittikten sonra muhtaç durumda olanlara ise devlet el uzatmalı; özel fonlar oluşturarak destek olmalıdır." denildi.

Genç yaşta evlendikleri gerekçesiyle kocaları cezaevine giren kişilerin durumuna işaret edilen açıklamada, "Karşılıklı rıza ve ailelerinin onayı ile genç yaşta yuva kuranlar, uzun süredir mağduriyet yaşamaktadırlar. Binlerce kişi bu nedenle cezaevine girmiştir. Kadını korumak için getirildiği iddia edilen düzenlemeler uygulamada en çok kadınları mağdur etmektedir. Erkek, istismarcı suçlamasıyla hapsedilmekte kadın ise çocukları ile birlikte zor bir hayata mahkûm edilmektedir. Genç yaşta evliliklerin kanunen suç sayılmasının ahlaki ve sosyolojik açıdan bir dayanağı yoktur. Neslin muhafazası ailenin varlığına bağlıdır. Gençleri korumanın yolu evliliği suç saymak değil bilakis teşvik etmektir. Meşru evlilik ile istismarı aynı kategoride değerlendirmek cinayettir. Süresiz nafaka ve genç yaşta evlilik nedeniyle yaşanan mağduriyetler için acil bir kanuni düzenleme yapılmalıdır. Siyasi ikbal kaygısı da dâhil hiçbir gerekçe bu meseleyi ötelememelidir." ifadelerine yer verildi.

"BİRİLERİ HAKSIZ KAZANÇ İLE KASASINI DOLDURURKEN KİTLELER DE AÇLIĞA MAHKÛM EDİLMEKTEDİR"

Uluslararası bir yardım kuruluşu tarafından yayınlanan son rapora göre tedbir alınmaması durumunda mevcut ekonomik gidişatın fakirler için bir felakete yol açabileceğine dikkat çekilen açıklamada, raporda bu gidişle aşırı yoksulluk sınırı altında kalacak kişi sayısının 860 milyona, yoksulluk sınırı altında kalacakların sayısının da 3,3 milyar kişiye ulaşacağının bildirildiği aktarıldı.

Raporda, milyarderlerin son krizlerde servetlerini katladıklarına dikkat çekildiğine de işaret edilen açıklamada, "Dünyadaki servetin yüzde 90’ından fazlasının yüzde 10’luk bir azınlığın tekeline geçmiş olması, sayıları milyarları bulan aç ve yoksul bir kitle oluşturmuştur. Bu durum, küresel sömürü sisteminin önümüzdeki yıllarda insanlığı ne büyük felaketlere sürükleyeceğinin de bir işareti olmuştur. Gelir adaletinin bir türlü sağlanamaması, belirli zümreler elinde toplanan servetin siyasi iktidarlar üzerinde tahakküm aracına dönüşmesi nedeniyledir." değerlendirmesinde bulunuldu.

Açıklamada, "Büyük konsorsiyumlar şeklinde örgütlenen servet sahipleri, siyasi iktidarlara hükmederek kamu malını servetlerine katabilmektedirler. Dayattıkları özelleştirme mekanizması ile üretim, dağıtım ve fiyatlandırmayı kendileri yaparak kamuyu işlevsiz bırakmaktadırlar. Çok kazanandan daha çok vergi alınması, bu çıkar çevrelerinin baskısı nedeniyle uygulanamamakta, çoğu kez bunların büyük vergi borçları silinmektedir. En çok kazanan onlar, en az vergi ödeyenler yine onlar olmaktadır. Bu küresel bir sorundur. Birileri haksız kazanç ile kasasını doldururken kitleler de açlığa mahkûm edilmektedir. Bu durum sürdürülebilir değildir. Kamu yararı, özel teşebbüs için feda edilmemeli, adil bir bölüşüm mutlaka sağlanmalıdır." denildi.

KÖTÜ MUAMELE İDDİALARI

Bir toplumun huzur ve refahının, hukuk düzeni ve adalete erişimle doğrudan ilişkili olduğuna dikkat çekilen açıklamada, hukuki güvenlik ve öngörülebilirliğin olduğu, idarenin denetlenebildiği, temel hakların korunduğu, hukuksuzluğa müsamahanın gösterilmediği bir toplumun, huzur ve barış içinde olabileceği belirtili.

Açıklamada, fakat haksızlıkların yaşandığı ve telafi edilmediği, hukukun sadece kâğıt üzerinde kaldığı ve devletin kurumlarının güven kaybettiği bir ülkede maddi gelişmişlik hangi seviyede olursa olsun huzurdan söz edilemeyeceği vurgulandı.

MADDE BAĞIMLILIĞI İLE MÜCADELE

İslam'daki "akıl emniyetini" tehdit eden uyuşturucu madde kullanımının, her geçen gün arttığına dikkat çekilen açıklamada, uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımı arttıkça toplumun üretkenliğini, hayallerini, gençliğini; kısacası geleceğini yitirdiği ifade edildi.

Açıklamada, "Bu illetin kullanımı, kamusal alanlarda geniş bir yaygınlığa ulaşmış, Adana ve Şanlıurfa gibi illerde her üç haneden birine kadar girmiştir. Bu durum, uyuşturucu ile mücadelede bir zafiyet olduğunun da göstergesidir.  Ülkemizde birçok alanda olduğu gibi uyuşturucu ile mücadele alanında da sorunun asıl kaynağına inilmemekte, sokak satıcıları ve kullanıcılar gibi sadece küçük figüranlar ile uğraşılmaktadır. Oysa büyük sermaye sahipleri, güvenlik bürokrasisi başta olmak üzere imtiyazlı kurumlarda görevli bazı isimler ile diğer bir kısım devlet görevlilerinin büyük uyuşturucu sevkiyatlarını organize ettiklerine dair ciddi iddialar zaman zaman medyada yer almaktadır. Bu uyuşturucu baronları servetlerine servet katarken tüm ülke gençliği ateşe atılmaktadır." denildi.

Açıklamanın devamında şu çağrıda bulunuldu:

Uyuşturucu ile mücadelede, ancak bataklık kurutulursa başarı kazanılır. Bu nedenle sokak başlarında torba tutan figüranlardan ziyade baronlar hedef alınmalı, özellikle yüksek mevkilerde olanlara asla iltimas gösterilmemelidir. Uyuşturucu ile mücadelenin çok boyutlu olduğu gerçeğinden hareketle; emniyet, yargı, eğitim, aile ve sosyal politikalar ile Diyanet İşleri Başkanlığından yetkililer arasında bu konuda güçlü bir eşgüdüm sağlanmalıdır.

Pakistan’da yaşanan siyasi gerilim

Dış gündemin değerlendirildiği açıklamanın devamında, Pakistan parlamentosunda 10 Nisan'da yapılan güven oylaması sonucu İmran Han’ın hükümetinin düştüğü ve yerine Şahbaz Şerif'in Başbakan seçildiği hatırlatıldı.

DOĞU TÜRKİSTAN SAHİPSİZ BIRAKILMAMALIDIR

Açıklamada, Doğu Türkistan'daki Çin zulmüne ilişkin şu ifadelere yer verildi:

Çin Devleti tarafından Uygur Müslümanlarına yönelik yıllardır uygulanan asimilasyon, aile yapısına müdahale, mesken masuniyetini ihlal, ev ve işyerleri üzerinde tahakküm kurma, ibadet hakkını engelleme gibi devlet terörü tüm şiddetiyle devam etmektedir. Asya’nın Filistin’i haline gelen Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm görmezden gelinmekte, ilkeler çıkarlara feda edilmektedir.

Özellikle İslam ülkelerinin, Müslüman bir halka yapılan bu zulme çekimser kalması anlaşılabilir değildir. Filistin’de olduğu gibi Mazlum Doğu Türkistan halkı zorba rejime karşı sahipsiz bırakılmaktadır. ABD ve Çin arasına sıkışmış, bağımsız ve ilkeli bir politika izleyemeyen İslam dünyasının hali içler acısıdır. Adalet çıkarlara feda edilmemeli, Müslümanların maruz kaldığı zulme ve soykırıma karşı pasif politikalardan vazgeçilmelidir. İslam dünyası başta Doğu Türkistan olmak üzere zulme uğrayan mazlumlara el uzatarak zalim yönetimlerin karşısında duruş sergilemelidir. (İLKHA)