Zekat, varlıklı Müslümanları ihtiyaç sahibi Müslümanlara ulaştıran önemli bir köprü ve değerdir. Diğer taraftan zekat, toplumda dini ve ahlaki değerleri yücelten, sosyal yapıyı güçlendiren ve ekonomik hayata canlılık getiren sosyal bir ibadettir.

Rahmet ve bereket kapılarının sonuna kadar açıldığı ve yapılan her ibadetin karşılığının binlerle ifade edildiği Ramazan ayının ortasına doğru yaklaşılırken, elinde imkân olanlar hayır ve hasenat yapmaya çalışıyor. Özellikle de Ramazan ayında yapılan amellerin daha makbul olması inancından dolayı birçok kişi, İslam'ın beş şartından biri olan zekat ibadetini bu ayda yapmaya çalışıyor.

Zengin olanların her yıl nisap miktarına ulaşan malının kırkta birini zekat olarak vermesi, toplumda zengin ile fakir arasında karşılıklı bir muhabbet oluştururken, zekat ile diğer taraftan da zengin olan kişinin malından belli bir kısım alındığı için aşırı zenginleşmenin, maddi durumu iyi olmayan fakirlerin de daha çok fakirleşmesinin önüne geçilmiş oluyor.

Hem bolluk bereket hem de temizlik demektir. Mümin kullar, kazandıkları parayı ve malları Allah yolunda harcamak için ihtiyaç sahibi kişilerle paylaşırlar. Bu paylaşım onları aç gözlülükten, mal ve mülk hırsından arındırdığı için manevi bir temizlik olarak adlandırılır.

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doçent Doktor, Mustafa Ünverdi, genelde Ramazan ayında verilen ve Kuran'ı Kerim'de namazdan sonra en çok bahsedilen ibadetlerin başında gelen zekat ve halk arasında “fitre” diye bilinen fıtır sadakasının (sadaka-i fıtır) önemi hakkında açıklamalarda bulundu.

“Zekat mali bir ibadettir”

Zekatın İslam'ın beş şartından birisi olduğunu anımsatan Ünverdi, “Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde İslam'ın 5 şey üzerine bina edildiğini haber verir. İslam'ın beş şartı olarak bilinen maddelerden bir tanesi zekattır. Zekat mali bir ibadettir. Kişinin kendisinin bizzat ya da bir vekaletle yerine getirebileceği bir ibadettir. Aslında kişinin nisab miktarına ulaştığı andan itibaren sahip olduğun malın üzerinden bir yıl geçtikten sonra yerine getirmesi gereken bir vecibedir.” dedi.

“İnsan ancak bir emanetçidir”

Zekatın hikmetleri olan bir ibadet olduğunu ifade eden Ünverdi, “İslam geleneğinde ve İslam'da mülkün sahibi Allah'tır. Her şeyin sahibi Allah'tır. Dolayısıyla insan ancak bir emanetçidir.  Bedeninden tutunda sahip olduğu her şeye kadar aslında gerçekte sahibi olan Allah'tır. Dolayısıyla Allah ilmi çalışana rızkı dilediğine verir. Bu söz Kur’an-ı Kerim'in ayetlerinden süzülmüş özlü bir sözdür. Kişi ilmi ancak gayret ederek, okuyarak, çaba sarf ederek tahsil eder. Fakat rızık ise tabi ki onunda belli sebepleri vardır. Fakat bu Allah'ın takdir ettiği bir lütuftur. Allah kullarına sahip oldukları malların gerçekte kime ait olduklarını bilmeleri mahiyetinde aslında zekatı, sadakayı, fitreyi emretmiştir. Bütün bunar bizim elimize bulundurduklarımızın sahibi değil, emanetçisi olduğumuz bilincini uyandırır.” ifadelerini kullandı.

“Zekat zengin ile fakir arasında köprü görevi gören bir ibadettir”

Zekatın kelime anlamının, arınmak ve arındırmak olduğunu bildiren Ünverdi, “Yani kişi malını mülkünü kazanıyor, çalışıyor, elde ediyor; Allah da ona nasip ettiğinde belli bir sermayeyi elde ediyor. Bu elde edilen sermayeyi de Kur’an-ı Kerim ‘yoksula hakkını ver’ ifadesini kullanır. Demek ki malın tamamının bize ait olmadığını dini anlamda kabul ediyoruz. Bize ait olmayan kısmını çıkartarak ihtiyaç sahiplerine verdiğimizde malımızı bir defa arındırmış oluyoruz. Bize ait olan ve olmayanı birbirinden arınmış, ayırt edilmiş oluyor. Bir de belki hata ile helal olmayan bir yolla elde edilmiş mal varsa onun da onun sadakası verilmiş oluyor. Kişinin malı böylece temizlenmiş oluyor. Gönlümüz kibirden temizlenmiş oluyor. İhtiyaç sahibi ile paylaşma ve malımızı arındırmış oluyor. Bu dünya bir geçim dünyasıdır. Allah bazılarına zenginlik bazılarına da yoksulluk takdir etmiştir. Bunu bir açıdan söylüyorum; çünkü bu tamamen bir takdir işi değildir. İnsanların gayretiyle, ilmi ve mücadelesiyle de ilgili bir durumdur. Kimileri zenginlikle, bollukla imtihan edilirken, kimileri de yoklukla ve darlıkla imtihan edilmektedir. Yoklukla imtihan edilen sabır, diğeri ise infak ile imtihan edilir. Yoksulların geçimini sağlamak bir bakımdan mal varlığı iyi olan zenginlerin sorumluluğundadır. Bu  başkasının sırtından geçinmek gibi bir anlama asla gelmez. Zekat sadece insanların ihtiyaçlarının karşılanmasında imkan sahibi olanların bir sorumluluğunun olduğu bilincini ifade eder. Yani ‘beni ilgilendirmez’ tutumu, yaklaşımı Kur’an-ı Kerim'de ‘müşrik tutumu’ olarak ifade edilir. ‘Mal benimdir, kimse bana karışamaz’ diyen müşriklerin tutumu gibidir. Bu yüzden zekat aslında bir kulluk bilinci olarak zengin ile fakir arasında köprü görevi gören hem manevi bir duygusal bağı kuran hem de yoksulların geçimine katkı sağlayan bir dini görevdir.” şeklinde konuştu.

“İnsan paylaşmayı unuttu”

Sanayileşme ve endüstrileşmenin bütün toplumun yapısını değiştirdiğine dikkat çeken Ünverdi, şunları söyledi:

“Sanayileşme ve endüstrileşme zenginlere çok daha zengin olma imkanı sağladı. Sermayesi olmayanların ise ancak belli bir seviyede kalmasına neden oldu. İnsanların mali durumları belki eski şartlarda, tarım ve hayvancılık toplumunda dağılım biraz daha eşitliğe yakındı. Fakat sanayi toplumundan sonra artık zenginlik belli ailelerde toplandı. Onun da ötesinde insanların bir kısmı çeşitli şekillerde gerek faiz lobisi gerek farklı yollarla zenginliği kendi bünyelerine aldılar. Bu tabi iman ile bütünleşmeyince insanın biriktirdiği tamamen kendi hanesine kaldı. Böyle olunca da insan paylaşmayı unuttu. Bilakis sahip oldukça daha çok cimrileşti ve daha çok korumaya çalıştı. Bir başkasına da ya vergiden muaf olmak için verdi ya da kendi vicdanını rahatlatmak için kendi ideolojisi doğrultusunda belli yapılar inşa etti. Fakat bizzat yoksulun hayatına temas edecek, yoksula yardımcı olacak, yardımları İslam’daki zekat müessesesinde olduğu gibi açıkçası görmedik.”

“İslam tarihinde zekat devletin kontrolünde yürütülen bir ibadetti”

Zekatın en güzel sosyal yardımlaşma olduğundan dolayı toplumsal bir ibadet olduğuna işaret eden Ünverdi, “İslam tarihinde gerek dört halife döneminde gerek asrı saadet döneminde, Emeviler, Abbasiler Selçuklular ve Osmanlılar döneminde zekat devletin kontrolünde yürütülen bir ibadetti. Bir defa mutlaka kayıtlı yoksullara devletin kontrolünde bir dağılım söz konusuydu. O yüzden belki makas da bu kadar açık değildi. Fakat gerek sanayileşmenin bütün dünyaya hakim olması gerek ‘sekülerleşme’ dediğimiz dünyevileşme, insanların benlik duygusunun ön plana çıkması, zenginliklerini tamamen kendi konforları lehine kullanmaya başlamaları, yoksulları da göz ardı etmeleri ile beraber zengin ile fakir arasındaki makas iyice açıldı. Çünkü bunları insanlara hatırlatan ya vicdandır ya da imandır. Eğer iman yoksa sadece iş vicdana kalıyor. Vicdanda sönmüşse böyle bir makasın olması tesadüf değil. Maalesef günümüze geldiğimizde özellikle son bu salgın hastalıktan sonra yaşanan ekonomik darboğaz, krizler, bazı para birimlerinin değer kazanması bazılarının değer kaybetmesi, birtakım insanları daha çok yoksullaştırdı. Bazılarını da daha çok zenginleştirdi.” diye konuştu.

“Zekatı daha çok arttırarak daha fazla vermeliyiz”

Yoksulluğun yaygın olduğu durumlarda zekatın miktarını arttırmakta fayda olduğunu ifade eden Ünverdi, şunları aktardı:

“O halde bugün bizim zenginlere, durumu yerinde olanlara bir çağrımız olsun; İslam her ne kadar zekatı kırkta bir olarak belirlemiş olsa da bugün bunu daha çok arttırarak daha fazla vermeliyiz. Zaten kırkta birini kesinlikle vermeliyiz, kırkta birden hiç ödün vermemeliyiz. Ama zenginlere, durumu yerinde olanlara imkanları ölçüsünde bu kırkta biri arttırarak ihtiyaç sahiplerine vermelerini tavsiye ediyoruz. Çünkü bu dünyadan ne zenginler geldi geçti. Ancak bir kefenle toprağın altına girdiler. Biz onlardan iyi olanları rahmet ile anarken, malını sadece kendisi için harcamış olanları, başkalarına hiçbir şekilde yardımı olmamış olanları ise başka şekilde anlıyoruz. O yüzden imkan eldeyken yoksullara yardımcı olalım. Paylaşmayı unutmayalım ve yaygınlaştıralım. İslam dini sahip olduğumuz servetlerin, malların, sahip olduğumuz nimetlerin hakkını vermeyi de emretmiştir.” (İLKHA)