Peygamberimiz ve ashâbı, Allah’ı pek şiddetli bir sevgiyle sevmişler ve ihlâs üzere Allah’a ibadet etmişlerdi. Sevginin gereği Allah’a râm olmaktı. Peygamberimiz, Allah’a şükreden bir kul olabilmek için ayakları şişene kadar namaz kılmış, “Sevdiklerinizden infak etmedikçe iyilerden olamazsınız.” (Âli İmran 3/92) emrince hareket etmiş, kendisine getirilen birkaç dinarı dağıtamayıp, o dinarlarla geceleyince huzuru kaçmış, sabah ihtiyaç sahiplerine dağıtınca ancak rahatlamış, kendisinden isteyeni asla geri çevirmemişti. Sahabe de Allah’a iman edip, “Anam- babam sana feda olsun Ya Resûllallah!” diyerek Peygamberimize itaat etmişti. Çünkü Peygamber’e itaat Allah’a itaat demekti.

Rahmet kapılarının her gece açıldığı ve Allah’ın katında müstesna bir yeri olan ramazan ayını Peygamberimiz ve ashâbı nasıl ihyâ etmişlerdi? Bu yazımızda buna cevap bulmaya çalışacağız.

Davet Eder ve Davetlere İcâbet Ederdi!

Allah Resûlü (sas) çok misafirperver bir insandı. Sofrasında misafir eksik olmaz, bizzat kendisi onlara hizmet eder ve misafirini kapıya kadar geçirirdi. Ramazan geldiğinde kendisi iftara çağırmakla kalmaz ashâbını da bu konuda teşvik ederdi. Suffe talebelerinden Vâsile bin Eskâ anlatıyor:

“Ramazan aylarından birinde Suffe’de bulunuyordum. Sahâbîler bizi aralarında bölüştürerek misafir ederlerdi. İftara yakın yanımıza gelir, bizi birer ikişer alıp evlerine götürür, yemek ikram ederlerdi. Ramazanın ilerleyen günlerinde bir akşam nasılsa hiç kimse bizi iftara götürmedi. Ertesi gün aç karnına oruç tuttuk. İkinci akşam yine gelen olmadı. Açlıktan bitap düşünce Allah Resûlü’ne giderek durumumuzu anlattık. Halimize çok üzülen Allah Resûlü tek tek bütün eşlerinin evine haber göndererek evde yiyecek olup olmadığını sordurdu. Eşleri yemin ederek, yiyecek hiçbir şey olmadığını hatta kendilerinin bir lokma dahi yemediklerini söylediler. Allah Resûlü bize:

-Toplanın! buyurdu. Bir araya toplanınca:

-Allah’ım! Senin fazlın ve rahmetinden istiyoruz. Her şey Senin elindedir. Senden başkasının hiçbir şeye gücü yetmez, buyurarak bizim için dua etti. Çok geçmeden bir adam Allah Resûlü’nün huzuruna girmek için izin istedi. İçeri girdiğinde onun kızarmış bir koyun ve et getirdiğini gördük. Allah Resûlü adamdan koyunu bizim önümüze koymasını istedi. Biz de oturup doyana kadar yedik. Hz. Peygamber (sas) bize dönerek:

-Allah’ın fazlı ve rahmetinden istedik. Zira o rahmetini katında bizim için saklamıştır, buyurdu.

Oruçlular Sofranızda İftar Etsin!

Zaman zaman Ashâb-ı Kirâm Allah Resûlü’nü iftara çağırır O da davetlerine icâbet ederdi. Abdullah bin Zübeyr anlatıyor:

“Sa’d bin Muaz Allah Resûlü’nü iftara davet etti. İftarı Sa’d’ın yanında yapan Allah Resûlü yemekten sonra: ‘Oruçlular sofranızda iftar etsin, yemeğinizi iyi insanlar yesin, melekler size salât etsin!’ diye dua buyurdu.”

Ramazan Ayını İbadetle İhyâ Ederdi!

Ashâbın hayatında Kur’an’ın ayrı bir anlamı vardı. Onlar Kur’an’ı anlamak, hayatlarına tatbik etmek için okurlardı. Kur’an okumadan bir günün geçmemesini arzuluyorlardı. Bu arzuyla yaşayan sahabe ramazan ayında daha fazla Kur’an okumuşlardır. Hz. Osman çok okumasından dolayı iki Mushaf yıpratmıştı.

Abdullah bin Ömer de ailesi ile ilgilenmesinin dışında sürekli Kur’an okurdu. Kur’an’ı hep açıktı. Her vakit namaz için abdest alır, öğle ile ikindi arasını ilim, irfan, ibadetle ihya ederdi. Kur’an-ı Kerim’i hatmedeceği zaman, son sûreye geldiğinde eşini, çocuklarını ve ev halkını yanına çağırır, onların huzurunda hatmeder, onlara dua ederdi.

Daha Fazla İbadet Ederdi!

Resûllullah (sas) ramazanda diğer aylardan daha fazla kulluk yapmaya çalışır, sevabını Allah’tan bekleyerek ramazanı ibadetle geçiren kimsenin geçmiş günahlarının bağışlanacağını bildirirdi. Farz namazlardan sonra en kıymetli namazın gece namazı olduğunu belirtir, gece namazı için de kaylule (öğlen uykusu)  uykusundan destek alınmasını tavsiye ederdi. Kaylule uykusunu kendisi de ihmal etmezdi. Ramazan ayının son on günü girdiğinde başka zamanlarda olmadığı kadar çok ibadete ağırlık verir, geceyi ihya eder, ailesini gece ibadetine uyandırırdı. Ashâbını da bu konuda teşvik ederdi. Bir defasında “Abdullah ibni Ömer, ne iyi adamdır! Keşke bir de geceleyin namaz kılsa…” diye arzusunu belirtince Abdullah geceleri pek az uyur olmuştur.

Çok Hayır ve Hasenât Yapardı!

İnsanların en cömerdi olan Resûlullah (sas) cimrilikten sakınmayı emretmiştir. O’nun cömertliği ramazanda daha da artar, -az olsun, çok olsun- kendi yanında bulunan bir şeyi, biri istemeye görsün muhakkak istediğini ona verirdi. Hep başkalarını düşünür, kendi ev halkına “Ben ihtiyaç sahiplerine vermeden size hiçbir şey vermem.” derdi. Hangi sadaka daha faziletlidir? diye sorulunca da, “Ramazan ayında verilen sadaka” buyurmuştur.

Her zaman ashabını sadaka vermeye teşvik etmiş, cömert kimsenin Allah’a, cennete ve insanlara yakın olduğunu belirtmiş, herkesin verme hazzını duyması için sadakanın anlamını geniş tutmuştur. Ashâbı’nın “Sadaka veremiyorum, hayırdan mahrum mu kalıyorum?” diye düşünmelerini istememiştir.

Bayram Namazı Kılar ve Ashâbıyla Bayramlaşırdı!

Peygamberimiz (sas) bayram gecesini ibadet ederek geçirir; “Kim bayram geceleri kalkıp karşılığını Allah’tan bekleyerek namaz kılar, geceyi ihyâ ederse, kalplerin öldüğü o günde kalbi ölmez.” buyururdu. Resûlullah (sas) oruçluları boş ve çirkin sözlerden temizlemek, yoksullara yiyecek temin etmek için fıtır sadakasını emrederdi. Kendisi bayramdan bir iki gün önce fıtır sadakası verirdi. Kişinin ancak bayram namazından önce verdiği fıtır sadakasının geçerli olduğunu; bayram namazından sonra verilen sadakanın ise herhangi bir sadaka olduğunu belirtirdi. Ebû Said el- Hudrî, Allah Resûlü (sas) hayatta iken küçük büyük, hür köle herkes için fıtır sakası verirdik, demektedir. Sahabilerini bu konuda teşvik eden Peygamberimiz bir gün Zeyd bin Sâbit’e (ra) “Ey Zeyd! Verecek bir şeyin yoksa bir parça ip ile dahi olsa halkla birlikte fıtır sadakasını ver!” diye tavsiyede bulunmuştur.

İçtimâi yönden birçok faydası olan bayramlar asr-ı saadette ayrı bir coşkuyla kutlanırdı. Resûlullah (sas) bayram namazına gitmeden önce yıkanır, güzel koku sürünür en güzel elbiselerini giyer, birkaç hurma yer ve bayram namazına öyle giderdi. Enes bin Mâlik O’nun bu hurmaları tek sayılı olarak yediğini rivayet etmiştir. Peygamberini örnek alan sahabe de aynı şekilde davranırdı. Resûlullah (sas) bayram namazına giderken bir yoldan gider, dönerken başka bir yoldan dönerdi. Böylece birçok kişiyle bayramlaşmış, çok sayıda kişinin de bayramlaşmasını sağlamış olurdu.

Asr-ı saadette halk, sabah namazını mescidlerde kılar, akabinde önceden temizlenerek hazır hale getirilen musallâ (namazgâh) denilen genişçe bir alanda toplanırdı. Peygamberimizin (sas) kızları ve hanımları da musallâya giderdi. Bayram gününe, Peygamberimizin kıldırdığı bayram namazı ile başlanırdı. Namaza sadece erkekler iştirak etmez, genç kızlar, kadınlar da katılırdı. Hatta hayız gören kadınlar da bayram namazına gelir, onlar namaz kılmaz, hayırda ve Müslümanların dualarında hazır bulunurlardı.

Bayramlarda Eğlenmeye İzin Verirdi!

Ramazan; oruç tutarak gönül gözümüzü aydınlatmak, dillerimizdeki zikirle kalplerimizi huzura kavuşturmaktır. Ayrıca yaptığımız hayır ve hasenâtlarla sahip olduklarımızın asıl sahibini hatırlamaktır. Ramazan ihtiyaç sahiplerine uzanan sıcacık bir eldir. Bir ay boyunca herkes ile coşku içinde aynı ibadetleri yaparak tek bir yürek olabilmektir. Bayramlar; Allah Teâlâ’nın rahmet bakışıyla baktığı bir ayı, ibadetle ifâ edebilmenin hazzını hissedebilmektir. Onun için de neşe ve sevinç günleridir.

Peygamberimiz (sas) bayram günlerinde sevinç ve coşkunun ifadesi olan eğlencelere müsaade etmiştir. Hz. Âişe (ra) bayram günüyle alakalı bir anısını bizlere şöyle aktarıyor:

“Bir bayram günü Allah Resûlü (sas) eve geldiğinde yanımda iki cariye vardı. Def çalıp, Medinelilerin yaptıkları Buas Savaşı’nı anlatan şiirler söylüyorlardı. Cariyeleri gördüğü halde hiçbir şey söylemeden bir örtüye bürünüp yattı ve sırtını bize döndü. Biraz sonra babam Hz. Ebu Bekir geldi:

-Allah Resûlü’nün (sas) yanında şeytanın çalgısı ha! diye kızdı. Allah Resûlü yüzünü açarak ona döndü:

-Onları kendi hallerine bırak, Ey Ebû Bekir! Her milletin bir bayramı vardır, bugün de bizim bayramımız, buyurdu. Ben de babam bir şeyle meşgul olunca, kızlara işaret ettim, onlar da dışarı çıktılar.

Çocukları Sevindirirdi!

Çocukların dünyasında bayramların başka bir yeri vardır. Sevinç de hüzün de küçük yüreklerinde derin izler bırakır. Bunu bilen Peygamberimiz (sas) her zaman olduğu gibi bayramlarda da onlarla ilgilenmiştir. Bir bayram sabahı bir sokaktan geçerken çocukların gülüp oynadıklarını fakat kirli, eski elbiseler giyinmiş bir çocuğun oyuna katılmadığını gördü. Mahzun bakışlı çocuğa yaklaşıp, yumuşak bir ses tonuyla:

-Sen niçin oynamıyorsun oğlum? diye sordu. Çocuk:

-Benim babam şehid oldu. Annem de evlendi. Üvey babam beni evinde istemiyor! diye cevap verdi, şefkatle soran sese.

Peygamberimiz, çocuğun üzgün, masum yüzünü, avuçlarının içine aldı ve sordu:

-Benim baban, Âişe’nin annen, Hasan ve Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?” Çocuk, Sevgili’nin mübarek boynuna atıldı. Peygamberimiz, onu minik ellerinden tutup kendi evine götürdü, yedirdi, içirdi, giydirdi.

Kaynat: Siyer-i Nebi