Libya’nın doğusundaki silahlı güçlerin lideri Halife Hafter ve Temsilciler Meclisi (TM) Başkanı Akila Salih’in desteğiyle Başbakan seçilen Fethi Başağa ile mevcut Başbakan Abdulhamit Dıbeybe arasında başlayan güç mücadelesi, ülkeyi yeni krizin içine sürükledi.
Peki, iki hükümetli kriz nasıl başladı?
Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde Cenevre’de gerçekleştirilen müzakereler ve yapılan oylamanın sonucunda Dıbeybe liderliğinde geçici hükümet oluşturulurken, ülkenin 24 Aralık 2021’de seçimlere gitmesi kararlaştırıldı.
Ancak seçimlerin anayasal taslağı bir türlü çıkarılamadı. Libya Yüksek Seçim Kurulu, 24 Aralık’ta seçimlerin yapılmasının mümkün olmadığını duyurdu. Seçimlerin gerçekleştirilememesi yeni krizin en önemli sebeplerinden biri oldu.
Akila Salih önderliğindeki TM, mevcut hükümetin görev süresinin dolduğunu ve ülkeyi seçimlere yeni bir hükümetin götürmesi gerektiği konusunu gündeme getirdi. Başbakanlık için Başağa’dan başka adaylar olsa da seçim gününe kadar hepsi çekildi.
Ülkenin batısındaki milletvekillerinin çoğunun katılmadığı oturumda tek aday olan Başağa'yı başbakan seçen TM, 1 Mart'ta da Başağa hükümetine güvenoyu verdi.
Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ise görevinin başında olduğunu vurguluyor.
Temsilciler Meclisini Cenevre Anlaşması'nda belirlenen yol haritasından ayrılmakla suçlayan Dibeybe, görevi ancak seçilmiş bir hükümete teslim edeceğini tekrarlarken, Başağa da her fırsatta görevini başkent Trablus’ta devralacağını ifade ediyor.
Trablus’ta çatışmanın eşiğinden dönüldü
Her geçen gün artan gerginlik 10 Mart’ta hat safhaya ulaştı ve Trablus’ta yeni bir çatışmanın eşiğinden dönüldü.
Başağa’yı destekleyen bazı askeri oluşumlar, Trablus’un doğusundaki Humus kentine kadar geldi. Öte yandan ülkenin doğusundaki silahlı güçlerin lideri Halife Hafter’in memleketi ve destekçilerinin yoğun şekilde yaşadığı Terhune kentinde de askeri hareketlilik yaşandı.
Bu kaygı verici gelişmelerin ardından uluslararası kuruluşlar harekete geçti. Libya Birleşmiş Milletler Destek Misyonu (UNSMIL), “başkent Trablus'ta ve çevresinde güvenlik konusunda yaşanan gelişmelerin yakından takip edildiğini” belirterek, taraflara sükunet çağrısında bulundu.
ABD’nin Libya Büyükelçisi ve Özel Temsilcisi Richard B. Norland ise, Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Fethi Başağa ile telefonda görüştü. Akil adamların araya girmesi ve yapılan uzun görüşmelerin ardından gerginlik sonlandırıldı.
Başağa'nın aynı gece yaptığı, "Trablus’a yönelen askeri gücün çatışma değil, vatanperver insanların daveti üzerine ve güvenlik hedefiyle hareket ettiği ve yakın gelecekte çalışmalarına yasalar gereği Trablus’ta başlayacağı" şeklindeki açıklaması da dikkati çekti.
BM girişimi
BM Özel Temsilcisi Stephanie Williams, 4 Mart'ta, Libya'yı seçimlere götürecek anayasal zemini belirlemek üzere bir komite kurulmasını istemiş ve bunun için Tobruk kentindeki Temsilciler Meclisi (TM) ve Devlet Yüksek Konseyine altışar temsilci seçme çağrısında bulundu.
Williams'ın girişimi, 15 Mart'tan itibaren 14 gün içinde oluşturulacak 12 üyeli komitenin, Libya'yı en kısa sürede seçimlere götürmesini öngörüyor.
Ancak BM girişimine şu ana kadar taraflardan herhangi bir cevap verişmiş değil.
Petrol ve doğalgaz zengini Kuzey Afrika ülkesinde yaşanan gelişmeleri, Türkiye’nin tutumunu ve Ukrayna krizinin bölgeye yansımalarını İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Veysel Kurt ile konuştuk.
Libya’da halihazırda iki hükümet var. Türkiye’nin iki aktörle de ilişkisinin iyi olduğu biliniyor. Söz konusu güçlerin çatışması veya uzlaşması durumunda Türkiye’nin pozisyonuna nasıl bir değişiklik olur?
Öncelikle iki önemli aktörün çatışması, Türkiye için iyi bir seçenek olmayacaktır. Zira bir tarafta BM’nin oluşturduğu bir zeminde seçilmiş ve Türkiye’nin tanıdığı meşru bir hükümet var, diğer tarafta ise, iç savaşın yaşandığı yıllarda hem terör örgütü DEAŞ’e karşı hem de Hafter’in Trablus saldırılarına karşı etkin şekilde mücadele etmiş Fethi Başağa var. İç savaş sırasında Türkiye’nin ilişki kurduğu önemli aktörlerden biri Başağa. Dolayısı ile iki aktörün çatışmasını Türkiye istemeyecektir.
Son krizle ilgili en erken açıklamayı yapan ülkelerden biri Türkiye oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, krizin tırmanmaması için iki aktörü de Türkiye’ye davet edeceğini ve adı konulmasa da iki aktör arasında arabuluculuk yapılabileceğine dönük açıklamalar yapmıştı.
Libya’da halihazırda tarafları bir araya getirebilecek, ortak zeminde buluşturabilecek ve iki aktörün de güvenebileceği ülkelerin başında geliyor Türkiye. Öte yandan şunu da unutmamak lazım. Türkiye Hafter’i destekleyen ülkelerle de ciddi anlamda müzakereler yürütüyor. Birleşik Arap Emirlikleri ile yeniden bir yakınlaşma sürecine girildi. Mısır ile diplomatik görüşmeler devam ediyor. Dolayısıyla süreç içerisinde Hafter tarafınının da ikna edilmesi noktasında yukarıda zikrettiğim müzakereler oldukça önemli.
Tabi şunu da belirtmek lazım. Evet, uluslararası aktörler önemli ama artık Libyalı aktörlerin insiyatif alması gerekiyor. Bu geçiş sürecini nasıl yönetecekleri konusunda ciddi bir karar vermeleri gerekiyor. Zira şu anda oluşmuş de facto bir durum söz konusu.
İstikrar sağlayıcı güç: Türkiye
Bu arada Dıbeybe hükümetinin icraatlarından da bahsetmek gerekiyor. Dıbeybe hükümeti kısa zamanda önemli işler başardı. Libya iç savaşın yaşandığı dönemlerden bir hayli uzak. 3 sene önce tam da bu dönemde Hafter liderliğindeki silahlı milisler Trablus önlerine dayanmıştı.
Ülke çok kanlı bir iç savaşın eşiğine getirilmişti. Hem Misrata ve Trablus’taki grupların direnci hem de Türkiye’nin dengeleyici bir aktör olarak oyuna girmesi, büyük bir iç savaşı önledi. Askeri denge, görece istikrarlı bir dönemin de başlamasını sağladı. Türkiye’nin istikrar sağlayıcı rolünü iyi tespit etmek gerekiyor.
“Büyük problemler hala çözülebilmiş değil”
Bugün Libya’nın dünden daha iyi olduğundan bahsedebiliyoruz ancak bu, her sorunun çözüldüğü anlamanı da taşımıyor. Sadece seçime odaklanılması, ülkenin sağlam bir zeminde, istikrarlı bir yapıya kavuşmasına tam anlamıyla hizmet etmez. Örneğin silahlı grupların akıbetinin ne olacağı konusu hala tartışılabilmiş ya da müzakere edilebilmiş değil. Resmi güvenlik güçlerinin haricindeki grupların silah bırakması için de bir program uygulanması gerekiyor.
“İç içe geçmiş bir krizler yumağı”
Güvenlik sektöründe çeşitli reformlar yapılırken, bir yandan da seçim hazırlıklarının yürümesi gerekiyor. Seçim bir hedef olarak konulmuştu ancak seçim yapılsa bile belki de seçimi boşa çıkaracak gelişmeler yaşanabilirdi. Çünkü Hafter elindeki silahlı gücü tutmaya devam ediyor.
Hafter dışında da çeşitli silahlı gruplar var. Dolayısıyla ülkede seçim gerçekleşse bile her an bir çatışma ihtimali var, iç içe geçmiş bir krizler yumağından bahsediyoruz. Aslında pratik olarak baktığımızda Dıbeybe Hükümeti’yle beraber bu süreçlerin yürütülmesi için bir zemin oluşmuştu. Her bir meseleye ilişkin belki de her taraftan küçük çalışma grupları kurularak bir ilerleme sağlanabilirdi veya bir yöntem olarak benimsenebilirdi. Fakat seçimlere çok fazla odaklanarak diğer sorunlar bir nevi göz ardı ediliyor.
Dıbeybe Hükümeti’nin, ülkeyi seçimlere hazır hale getirmek yani seçim kanunu oluşturmak, seçim prosedürlerini ortaya koymak vs. gibi bir görevi vardı. Fakat, öte yandan Hafter’e, Temsilciler Meclisi’ne, silahlı gruplara da düşen görevler vardı. Bu anlamda bütün yükü hükümete yüklemek bir nebze haksızlık içeren bir tutum.
Bunu da göz önünde bulundurmakta yarar var. Seçimler evet en önemli meselelerden birisi fakat seçim ülkenin bütün sorunlarına çare değil. Yani eğer Dıbeybe Hükümeti Haziran’da seçimi yapmayı tartışıyorsa ve Haziran’da seçim yapmak istiyorsa o zaman diğer o bahsettiğimiz “silahlı gruplar ne olacak” meselesiyle de uğraşmak zorunda. Bir şekilde petrolün satışının durmaması gerekiyor. Merkez Bankasının çalışmaya devam etmesi gerekiyor. Bunların garanti altına alınması lazım. Aksi takdirde seçimin sonucunda iş başına gelen aktörün ülkeyi normal koşullar altında yönetip yönetemeyeceği sorunsalını yine tartışıyor olacağız.
Bir de Batı açısından bakalım istiyorum. Trump döneminde John Bolton’ın özellikle batılı basına yansıdığı kadarıyla Hafter’e yeşil ışık yaktığı yönünde haberler çıkmıştı. Ukrayna meselesini de göz önünde bulundurarak Batının Libya’daki duruma bakışını değerlendirir misiniz?
Batı yekpare değil. Bunu vurgulamakta fayda var. Çünkü İtalya’nın tavrı farklı, Fransa’nın farklı, Almanya’nın farklı. Eğer iki bloktan bahsedeceksek burada, Fransa Hafter yanlısı bir tavır sergiliyordu eskiden. Fakat görüşmeler başladıktan sonra artık uluslararası kamuoyunun ortak tutumuna yaklaşmaya başladı.
İtalya Hafter’le de bazı meseleleri görüşüyordu fakat daha çok Hafter karşıtı gruplarla ve hükümete yakındı. Almanya daha nötr gözükse de çözümden yana bir tavır takınmaya çalıştı.
Dolayısıyla burada Batı’nın ortak bir şeyi yok. Özellikle Türkiye konusunda, Türkiye’nin Libya ve Rusya’yı durdurabilecek yegâne güç olduğu ortaya çıktı ve Batı bunu gördü. Bunu ne kadar ister? Yani gerçekten Türkiye’nin Hafter’i durdurmasını ister mi? Tabi burada meselenin tek başına Hafter olmadığı ortaya çıktı. İşin içinde Rusya var.
Diğer kriz bölgeleriyle birlikte düşündüğümüzde, Suriye’yle birlikte, Irak’la birlikte, Doğu Akdeniz’le birlikte ve Libya’yı üstüne koyduğumuzda aslında Rusya’nın neredeyse Avrupa’yı güneyden çevrelemeye dönük ciddi imkanlar elde ettiğini görüyoruz. Avrupa muhtemelen bu jeopolitik sıkışmışlığı istemeyecektir. Bu anlamda Türkiye’nin Rusya’yı dengeleyici rolü Avrupa için fazlasıyla önemli. Ama Avrupa'nın Türkiye’yi kabulleneceği, Türkiye’nin oradaki adımlarına ses çıkarmayacağı anlamına gelmiyor. Bir yandan Türkiye’yi yormaya devam etseler de, orada Rusya’nın dengelenmesini bence önemseyeceklerdir.
"Wagner'in çekilmesi sahada değişiklik yapabilir"
Rusya-Ukrayna meselesi noktasında ise, şu sorular soruluyor artık. Wagner gerçekten Ukrayna’ya çekiliyor mu? Hatta sadece Wagner değil, yine Hafter ile birlikte çatışan, Afrika’dan gelen grupların da Rusya tarafında savaşmak üzere Ukrayna’ya taşınması meselesi var. Mesela bu sahadaki durumu değiştirebilecek unsurlardan bir tanesi.
Çünkü aslında Wagner bir taraftan Hafter yanlısı olmakla birlikte, doğrudan kendisinin kontrol ettiği bölgelerde vardı. Özellikle çöl bölgesindeki çeşitli petrol bölgeleri….Hatta bir iki tane askeri üssü kontrol ettiği biliniyor. Dolayısıyla Wagner oradan gerçekten çekilirse burada oluşacak boşluğun doldurulması noktasında hükümet güçleri ve hükümetle birlikte çalışan gruplar avantajlı duruma gelecek diye düşünüyorum.
Uluslararası aktörlerin özellikle de krizi kışkırtan aktörlerin sahadan çekilmesi buradaki çözümü de hızlandırabilir. Fakat bunun etkisi, bütünüyle bir çözüme ulaşılması noktasında sınırlı olacaktır. Uluslararası aktörlerin girişimleri, bu sürecin uzaması anlamına gelir. Libyalıların insiyatifi ellerinde tutması gerekiyor. Kendi aralarında kuracakları ve bütün sorunları konuşabilecekleri bir masa, onları uluslararası güçlerle de müzakere edebilecek bir seviyeye çıkaracaktır.
Önümüzdeki dönem Libyalıların mutlaka kullanması gereken bir dönem. Önümüzdeki dönem Fransa Hafter’i daha güçlü tutmak isteyecektir. Hafter daha güçlü olmak için Fransa’ya yaklaşmak isteyecektir. Bu tarz gelişmeler sorunları çözmedi. Bunu Libyalılar da görüyor, uluslararası aktörler de.
Statükoya dönüşen çözümsüzlük
Aslında meselenin çözümsüzlüğünü sürekli kılan şu: çözümsüzlük…Çözümsüzlük çözümün kendisine dönüşüyor. Silahlı gruplar meşru veya gayri meşru yollarla kendilerini finanse etmeye devam ediyor. İşte, petrol bir şekilde satılıyor ve bu petrol parası hem hükümetin yerine getirdiği gündelik hizmetleri hem de grupların finansmanını, Hafter tarafının finansmanını sağlayabiliyor.
Dolayısıyla çözümsüzlüğün kendisi daha fazla bir statükoya dönüşmeden artık bir çözüm bulunması gerekiyor. Aksi takdirde özellikle de bu son gelişme yani Başağa’nın bir hükümet kurması, Hafter’in bunu desteklemesi, Temsilciler Meclisinin bir kısmının bunu desteklemesi durumun vahametini ortaya koyuyor. Çünkü, her iki tarafın da bir siyasal temsilcisi var. Bir yürütme organı var. Başağa Hükümeti kurduğunu iddia ediyor. Aynı şeyi Trablus Hükümeti için söyleyebiliriz. Zaten meşru bir hükümet Birleşmiş Milletler ve bütün uluslararası aktörler tarafından tanınan, kendine ait bir bürokrasisi ve yine kendine ait bir güvenlik organizasyonu olan yapı var.
Bu durum fiili olarak iki askeri kanat oluşturmadan, bölünme senaryolarını yeniden gündeme getirmeden, çözüm masasında veya müzakere masasında meselelerin çözümünün konuşulması lazım.
“Savaş döneminde bile petrol Avrupa’ya akmaya devam etti”
Avrupa’da Fransa’da daha çok nükleer enerjiye, Almanya daha çok alternatif enerjiye yatırım yapıyor. Ancak son krizle birlikte ortaya çıktı ki Avrupa enerji arzı konusunda kısa vadede bunlar çözümler üretmiyor. Bu enerji krizi, Libya’ya olumlu anlamda yansır mı sizce?
Avrupa’yı besleyen bir petrol kaynağı Libya. Fakat savaş sırasında dahi, bazı istisnai dönemler olsa da, petrol Batı’ya doğru akmaya devam etti. Kaddafi döneminde de akmaya devam etti. Kaddafi sonrasında da, hükümet kurulduktan sonra da… Bazen Hafter’in çözümü sabote etmek için petrolü kestiğini veya kundaklama işlemlerinin yapıldığını biliyoruz. Ama çok büyük oranda, bu petrolün akmaya devam ettiğini görüyorduk.
Dolayısıyla Ukrayna kriziyle birlikte ortaya çıkan yeni gerçeklik, Libya’nın petrol ve doğalgaz zengini olmasının avantajını yaşayabileceği bir fırsatlar penceresi açacak gibi durmuyor. Zira petrol akmaya devam ediyor ve Batı için önemli meselelerden birisi de bu.
Batılı güçlerin, Libya’da hükümetin kurulmasından ziyade dikkat kesilecekleri şeylerden bir tanesi petrolün akmaya devam etmesi ve Libya üzerinden Avrupa’ya mülteci akımı olmaması.
Belirtmek gerekir ki, bu iki mesele de her ne kadar Libya’daki istikrara bağlı olsa da, istikrarsızlık dönemlerinde dahi Avrupa’nın şikayet etmediği konular olarak öne çıkıyor.
TRT Haber