Yaşam ve hayat programını belirleyen Allah'ın adıyla....

İslam ilahi nizam'ın en önemli özelliği onun ideolojisinin ilahi ve Rabbani olmasıdır. Bir hayat ve yaşam programı olarak İslam ilahi nizam tüm verileri ile Allah'tan gelmedir. Hiç bir beşeri ideoloji, ideolog, filozof, düşünür ve topluma önderlik eden liderler, Allahın kulları ile ilgili konularda kanun, yasa, ilke ve prensip belirleme yetkisine sahip değildir. Çünkü bu yetki ve özellikler ilahidir ve ancak alemlerin rabbi olan Allah'a ait bir özelliktir.

Müslümanca yaşamanın en önemli özelliği, Allah'ın kulları konusunda Allah ne emrettiyse onu yapmalarıdır. Allah, namazı, orucu, zekatı, hac gibi ibadet çeşitlerin emrettiği gibi yine Kur'an'da ve Resulullah efendimizin sünnetinde beyan edildiği üzere siyasi, ekonomik, sosyal, hukuki, ceza kanunları ve eğitim müfredatı gibi hayatı ilgilendiren kanun ve yasalar, Müslüman iddiasını taşıyan birey, aile, toplum, hükümet ve devlet için itaat edilen ve kulluk edilen tek merciidir. çünkü bunlar da aynı namaz ve oruç gibi Allah'ın emrettiği ibadet çeşitleridir. Bu ilahi konular konusunda Müslümanlar bir seçim ve tercih yapmaları söz konusu bile olamazlar. ister lehimize ister aleyhimize olsun müslümanca kala bilmek adına Allah ve resulü yaşam ve hayat programı ile ilgili ne emretmiş ise bu konuda itaat edeceğiz ve hiç bir sıkıntı duyamayacağız.

Nitekim yüce Allah şöyle buyuru;

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً

Bir mümin erkek veya bir mümin kadının, Allah ve resulü bir emir ve hüküm verdiklerinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları olamaz. Allah’ın ve resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır. Ahzap:36

Müslüman kalmanın en önemli özelliği bir Müslümanın Allah'ın istediği gibi iman ve amel bütünlüğünde yaşamasıdır.

Rabbimiz olan Allah bizim için neyi beğenmiş ise biz de onu beğeniriz, neyi bize yasak kılmış ise o da bizim için yasaktır. Bizim için iyi-Kötü, çirkin-güzel, doğru-yanlış ve yasak-serbest gibi değer yargılarını belirleyen makam ilahlık makamıdır. O da alemlerin rabbi olan Allah'a ait bir makamdır ve bu konuda hiçbir beşeri ideoloji, hiçbir kurum ve kuruluş Allah'ın kulları konusunda ilahi makama çıkarılamaz ve bu ilahi konularda söz sahibi bile olamazlar. Bize düşen itaat ve peygamberimizin örnekliğinde uygulamak olmalıdır.

kılık-kıyafet, yeme-içme ve düğün-dernek gibi hayatı ilgilendiren konular nasıl Allahın emrinde ise! İşte-dükkanda, çarşıda-pazarda, evde-sokakta ve mecliste-parlementoda itaat edilen, çektiği yere gidilen ve boynumuzdaki kulluk ipinin elinde olan varlık Allah yani islam ilahi nizamın hayat programıdır. Bunların dışında bir müslümanlık iddiası bir aldatmacadan öteye gitmez.

Allah için yaşayan, Allah için amel işleyen, Allah için bir dünya görüşüne sahip olan ve Allah'ın istediği hayatı en güzel şekilde değerlendiren insan, amelleri ile Allah'a kavuşmayı uman bir mümin ve Allah'ın razı olduğu bir müslümandır.

Hiç bir kınayanın kınamasından korkmadan, tüm zorluklara rağmen müslümanca kalabilmek, müslümanca bir hayat yaşayabilmek, sabretmek, yalnız Allah için mücadele etmek, Allah için çalışmak, yalnız Allah'a tevekkül edip güvenmek ve mükafatı sadece ondan beklemek işte Allah'ın istediği kul budur. Hayata en güzel şekilde direnerek, her türlü kulluğu ve ibadet şekillerinin hayatlarına yansıtanlar yeryüzünde Allah'ın razı olduğu kullardır.

Müslümanca kalabilmek adına, Allah için yaşamak, direnç ve sabır göstermek adına Müslümanlar tağutlara, zalimlere ve müstekbirlere karşı direnmeleri, onların planlarına, onların projelerine ve onların entrikalarına karşı tuzaklarına düşmeden vahiy ile beslenen, Allah'a kul olmayı arayan, Kur'an'ın prensiplerine göre ve peygamberin yol göstericiliğine Evet diyerek bir hayat yaşayan ve imani bir tavırla şirkin ve küfrün her çeşitini red ve inkar ederek islam ilahi nizam davet eden kimseler, hiç şüphesiz ki Allah'ın kur’anda kendilerine verdiği mümin özeliğini taşıyan ve cennetle müjdelenen kimselerdir.

İslam ilahi nizama alternatif hiçbir Hayat kabul etmeyen, hiçbir sistemi kabul etmeyen, hiçbir rejimi kabul etmeyen ve Müslüman olmak konusunda rablerinin kendileri için seçtiği sosyal, siyasi ,ekonomik, hukuki yasalar, ahlaki değer yargıları, eğitim ve öğretim yasları konusunda program yapıcı olarak Allah'tan yana kulluğunu hayata yansıtanlar, iradesini ve seçimini Allah'tan yana kullananlar kurtulacaktır in şe Allah. Her türlü zülme, her türlü işkenceye ve kötülere Karşı direnç, sabır, ve mücadele göstererek zalimlerin ve tağutların boyundurluğunu reddetmek sadece Allah için Müslümanlık yaşayanlar kurtulmaya değerdir.

Rabbimiz kendine hakkıyla iman ve amel ederek onun kulları için seçtiği hayat programını yaşamayı bize nasip etsin.

Müslümanca Yaşayabilmenin Yolları

Peygamber Aleyhisselâm’ın örnek davranışlarına sünnet diyoruz.

MÜSLÜMANCA YAŞAMAK
Müslümanlar bu dünya gurbetinde yollarını yitirmemek için Resûlullah’ın sünnetini öğrenmeye ve onu kendilerine hayat düstûru edinmeye mecburdur. Hem teker teker bütün Müslümanların, hem ülke ülke bütün İslâm devletlerinin varlığı, başarısı ve yaşama şansı buna bağlıdır.

Bir potada eritildikten sonra aynı şekle ve kalıba bürünen altın külçeleri gibi, alacakları İslâmî eğitim sebebiyle, Müslümanların da maddî ve mânevî hâl ve davranışlarında birbirlerine benzemeleri, Müslümanca yaşayabilmenin bir diğer şartıdır. Renkleri, dilleri, âdet ve gelenekleri farklı olmakla beraber, Peygamberlerinin sünnetini kendilerine model aldıkları için, dünyanın hangi ülkesinde bulunurlarsa bulunsunlar, Müslümanlar; oturmaları, kalkmaları, yemeleri, içmeleri, şefkat dolu bakışları, vakûr davranışlarıyla tıpkı bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerinin aynı olmalıdır. Nasıl ki bir ezan, bir tekbir, onlara mahsus selam tıpkı parola gibi birbirlerini tanımalarını sağlıyorsa, aynı duygu, düşünce ve yaşama tarzını benimsemiş olmaları, onların bir olay veya bir mesele karşısında aynı tür davranışı ve tepkiyi göstermelerini sağlayacaktır.

Meselâ bir mazlûm, bir yoksul, bir hasta Müslümanı gördüklerinde; bir Pakistanlı, bir Sudanlı, bir Cezayirli, bir Türkiyeli Müslümanın yüreği aynı duygularla kanatlanmalı, dertli kardeşinin ıstırabını dindirmek için gayrete gelmelidir. Zira Cenab-ı Hakk’ın onlara “Mü’minler birbirlerinin kardeşidir” (Hucurat sûresi (49), 10) buyurmuş, Peygamberleri de bu ilahî emri onlara şöyle tefsir etmiştir:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine yardım etmekte bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buharî, Edeb 27, Müslim, Birr 66).

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; haksızlık yapmaz; onu düşmana teslim etmez.” (Buharî, Mezalim 3; Müslim, Birr 58)

Misâller çoğaltılabilir. Bize örnek olarak gönderilen Peygamber Aleyhisselâm’ın etrafında toplanmak suretiyle hem Cenâb-ı Hakk’ın emrini yerine getirmiş hem de bu emirleri daha iyi anlayıp kavramış oluruz.

Hayata Müslümanca Bakış

Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’dan, kitâbullah olarak Kur’an-ı Kerim’den razı olan ve bu suretle imanın tadını tadan bir Müslümanın hayata bakışı.
İyilik ve takvâda yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta birbirine engel olmak onların şiârıdır. Gönülleri Allah’tan bir rahmet sayesinde birbiriyle ülfet edip kaynaşmıştır. Yüce Allah onları birbirine kardeş olarak ilan etmiş ve kardeşliği ifsad edecek; alaya alma, küçük görme, kötü lakaplarla isimlendirme, ayıpları araştırma, sû-i zanda bulunma, gıybet ve dedikodu yapma gibi nice fiil ve davranışları kendilerine haram kılmıştır.

Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’dan, kitâbullah olarak Kur’an-ı Kerim’den razı olan ve bu suretle imanın tadını tadan kimselerden oluşan topluluğun adı ümmet-i Muhammed’dir.[1]

Rabbimiz şöyle buyurur: “Hakikat şu ki, (Hak din İslam etrafında birlik oluşturan) bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) sadece bana kulluk edin.” (Enbiyâ Sûresi, 92)

İYİ GÜZEL BULDUĞUNU EMRET, KÖTÜ VE ÇİRKİN BULDUĞUNA ENGEL OL
Bu ümmet, bütün insanlık için Rabbimiz tarafından ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmettir. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya, din ve hâkimiyet, Hak ve hakikatin oluncaya kadar “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” yani “Akl-ı selimin ve şer-i şerifin iyi ve güzel bulduğunu emretmek, kötü ve çirkin kabul ettiğine de engel olmak” vazifesiyle görevlendirilmişlerdir.

Ümmet-i Muhammed olarak birbirlerinin velisidirler. Bu itibarla biri diğerinin hem yâri/dostu hem de yardımcısıdır. Tek bir vücudun uzuvları gibidirler. El-ele tutuşup en güzele hep birlikte ulaşmak gibi bir sorumlulukları vardır. İyilik ve takvâda yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta birbirine engel olmak onların şiârıdır. Gönülleri Allah’tan bir rahmet sayesinde birbiriyle ülfet edip kaynaşmıştır. Yüce Allah onları birbirine kardeş olarak ilan etmiş ve kardeşliği ifsad edecek; alaya alma, küçük görme, kötü lakaplarla isimlendirme, ayıpları araştırma, sû-i zanda bulunma, gıybet ve dedikodu yapma gibi nice fiil ve davranışları kendilerine haram kılmıştır. Hasep, nesep ve ırkî asabiyetler değil, Hak katında makbuliyet ve şeref ölçüsü, ancak takvâ olarak ortaya konulmuştur.

Ümmetin birlik ve beraberliğini sağlama adına fert fert, cemaat cemaat, devlet devlet yüklenilecek nice sorumlulukları vardır. Şayet şu aziz ümmet, bir bütün olarak, kendi içinde öz disiplinini sağlamak suretiyle, Hakk’ın gösterdiği hidâyet üzere bulunabilirse, kâfir, zalim ve münafıklardan oluşan nice sapkınlar onlara asla zarar veremeyecektir. Ümmet için en büyük tehlike, onların kendi aralarında birbirine düşerek fırkalara ayrılması ve kuvvetlerinin kaybolmasıdır. Bu itibarla mü’minlerin arasını islah etmek en büyük salih amellerin başında gelirken, ülfetlerini, dostluklarını ve birliklerini bozmak en ağır günahlardandır.

ÜMMET OLARAK TEMEL PRENSİBİMİZ
Görünür ve görünmez insan ve cin şeytanları ya da nefsânî ve dünyevî menfaat çatışmaları, onları birbirine düşürecek ve hatta birbiriyle savaştıracak bir duruma getirse bile, diğer müminlere düşen vazife, zulme yönelene karşı birlik olup, onu da girdiği yanlış yoldan çevirmektir. Yani zalim de olsa mazlum da olsa diğer mü’minlere düşen vazife, kardeşlerine yardım etmektir. Elbette zalime yapılacak en önemli yardım, onun zulmüne engel olabilmektir.

Ehl-i kıble olan, inkârına apaçık delil ve ikrar bulunmayan, İslâm’ın selâmıyla diğer müminlere selam veren herkes bu ümmetin aslî bir unsurudur. Hiç kimse bir diğerini kendi anlayışına uymadığı gerekçesiyle, ümmet havuzunun dışında değerlendiremez.

Ümmet olarak temel prensibimiz: “İnsanları zâhirine göre yani dışa yansıyan amel ve davranışlarına göre değerlendirmek, iç dünyalarını Allah’a bırakmaktır.”

Birini İslâm dairesinin dışında değerlendirmek için, çok açık ve ciddi delillerin ve ikrarın olması gerekir. Aksi halde bu tekfir suçlamasını yani birini kâfir ilan etme fiilini yapan kimse, kendini büyük bir tehlikeye mahkûm etmiş demektir.

Helali haram, haramı helal kabul etmedikçe, işlenen günahlar kişiyi ümmetin dışında bırakmaz. Müminler olarak günaha olan düşmanlığımızı ve buğzumuzu, günahkâra taşımamak gibi bir sorumluluğumuz vardır. Hatta daha da ötede bu kardeşimizi düştüğü bu günah çukurundan kurtarma vazifemiz vardır.

ÜMMETE ZARAR VEREN ŞEYLER
Büyük ümmet havzasında muttaki, muhsin, sâlih ve sadıklara yer olduğu gibi hatalı, eksik ve günahkârlara da yer vardır. Bütün bu gruplar arasında olmaması gereken en büyük günahlardan biri, ibâdullahı istihkârdır. Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin kullarında görmek istediği en önemli vasıflardan birisi, rahmet ve şefkat duygularının gazaplarına galip gelmesidir. Bu itibarla bencil bir bakış açısıyla herkesi dairenin dışına doğru çıkarmaya çalışanlar değil, imana dair en ufak bir işareti bile değerlendirip Allah’ın kullarını dairenin içinde gören ve merkeze doğru çekmeye çalışan kimseler makbul kimselerdir.

Ümmet içerisinde elbette zaman zaman ana çizgiden sapan kişi ya da gruplar da olagelmiştir. Burada da önemli olan, müminlerin birbirini uyarması ve ana çizgiye yaklaştırmaya çalışmasıdır.

Ne adına olursa olsun, ümmet içinde kast sistemi gibi sınıflar oluşturmaya çalışan herkes, esasen ümmet için zarar vericidir. Hiçbir zaman mezhep ve meşrepler, çatışmanın vasıtası hâline dönüşmemelidir. Grup nefsini besleyecek her çeşit tutum ve davranış, Rabbin rızasına değil, gazabına vesile olacaktır.

Ümmet bütünlüğü, sıhhatli liderliklerle gerçekleşebilecektir. Bu bakımdan ümmet, hem sıhhatli liderlikler oluşturmalı ve hem de bu liderliklerin etrafında kenetlenebilmelidir. Onlar masiyetle emretmedikçe, kendilerine samimiyetle itaat etmeyi de Hakk’ın emri bilmelidirler. Böyle bir liderlik oluşturamayan ya da var olan liderliği parçalayan fert ya da grupların, büyük bir günahın ve mesuliyetin içine düştükleri de apaçık bir hakikattir.