Haberimizde Tahrîm suresi okunuşu,Arapça Türkçe okunuşu,Tahrîm suresi anlamı meali, Tahrîm suresi tefsiri yer almaktadır.

Tahrîm Suresi Anlamı

Sûre, adını Hz. Peygamber’in, helâlolan bir şeyi kendisine haram kıldığından söz eden ve “Tahrîm Âyeti” diye adlandırılan birinci âyetten almıştır. Tahrîm, haram kılmak demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamber’in eşleriyle olan bazı münasebetleri ile, mutlu bir aile yuvasının oluşturulmasının temel prensipleri konu edilmektedir. 12 âyettir. Mushaftaki sıralamada altmış altıncı, iniş sırasına göre yüz yedinci sûredir. Hucurât sûresinden sonra, Tegābün sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.

Hz. Peygamber’in bir eşine verdiği sırrı eşinin koruyamaması ve buna bağlı olarak gelişen olaylardan hareketle, aile ilişkilerinde güvenin önemi üzerinde durulmakta, müminlere hitap edilerek aile sorumluluğunun önemine dikkat çekilmekte, inkârcılar ve iman etmiş gibi görünen münafıklara sert bir uyarı yapılmakta, tövbenin kararlı bir iradeye dayalı olması gerektiği bildirilmekte; aile sorumluluğu kavramının yanlış anlaşılmaması için, yükümlülük çağındaki herkesin yaptıklarından şahsen sorumlu olacağı bazı örnekler ışığında açıklanmaktadır.

Tahrîm Suresi Arapça Okunuşu

 

Tahrîm Suresi Türkçe Okunuşu

1.Ya eyyuhennebiyyu lime tuharrimu ma ehallellahu leke tebteğıy merdate ezvacike vallahu ğafurun rahıymun.
2.Kad feredallahu lekum tehıllete eymanikum vallahu mevlakum ve luvel'alıymulhakıymu.
3.Ve iz eserrennebiyyu ila ba'dı ezvacihi hadiysen felemma nebbeet bihi ve ezharehullahu 'aleyhi 'arrefe ba'dahu ve a'reda 'anba'dın felemma nebbeeha bihi kalet men enbeeke haza kale nebbeeniyel'aliymulhabiyru.
4.İn tetuba ilillahi fekad sağat kulubukuma ve in tezahera 'aleyhi feinnallahe huve mevlahu ve cibriylu ve salihulmu 'miniyne velmelaiketu ba'de zalike zahiyrun.
5.'Asa rabbuhu in tallakakune en yubdilehu ezvacen hayren minkunne muslimatin mu'munatin kanitatin taibatin 'abidatin saihatin seyyibatin ve ebkaren.
6.Ya eyyuhelleziyne amenu kuenfusekum ve ehliykum naren ve kuduhennasu velhıcaretu 'aleyha melaiketun ğulazın şidadin la ya'sunallahe ma emerehum ve yef'alune ma yu'merune.
7.Ya eyyuhelleziyne keferu la ta'tezirulyevme innema tuczevne ma kuntum ta'melune.
8.Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire 'ankum seyyiatikum ve yudhılekum cennatin tecriy min tahtihel'enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me'ahu nuruhum yes'a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke 'ala kulli şey'in kadiyrun.
9.Ya eyyuhennebiyyu cahidilkuffare velmunafikıyne vağluz 'aleyhim ve me'vahum cehennemu ve bi'selmasıyru.
10.Dareballahu meselen lilleziyne keferumreete nuhın vemreete lutin kaneta tahte 'abdeyni min 'ıbadina salihayni fehanetahuma felem yuğniya 'anhuma minallahi şey'en ve kıyledhulennare me'addahiliyne.
11.Ve da reballahu meselen lilleziyne amenumreete fir'avne iz kalet rabbibni liy 'ındeke beyten fiylcenneti ve necciniy min fir'avne ve 'amelihi ve necciniy minelkavmizzalimiyne.
12.Ve meryemebte 'ımranelletiy ahsanet ferceha fenefahna fiyhi min ruhına ve saddekat bikelimati rabbiha ve kutubihi ve kanet minelkanitıyne.

Tahrîm Suresi Türkçe Anlamı

1.Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
2.Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır. O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
3.Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, "Bunu sana kim bildirdi?" dedi. Peygamber, "Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi" dedi.
4.(Ey peygamber'in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah'a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü'minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.
5.Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.
6.Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.
7.Ey inkar edenler! Bu gün özür dilemeyin! Siz ancak yapmakta olduklarınızın karşılığını görüyorsunuz.
8.Ey iman edenler! Allah'a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. "Ey Rabbimiz! nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter" derler.
9.Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!
10.Allah, inkar edenlere, Nûh'un karısı ile Lût'un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, "Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!" denildi.
11.Allah, iman edenlere ise, Firavun'un karısını örnek gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!" demişti.
12.Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem'i de (inananlara) örnek gösterdi. O itaat edenlerdendi.

Tahrîm Suresi Tefsiri

 

Bu âyetlerin iniş sebebi olarak tefsir ve hadis kaynaklarında zikredilen olaylarla ilgili rivayetler ayrı ayrı ele alındığında konuya ışık tutar nitelikte olmakla beraber, Taberî’nin belirttiği üzere âyetlerin ifadesine bağlı bir yorum yapmak daha isabetli görünmektedir. Buna göre 1. âyetten çıkan mâna şudur: Hz. Peygamber esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamıştı; Allah Teâlâ tarafından, eşlerinin hatırına veya onlar sebebiyle kendisini böyle bir mahrumiyete itmesinin doğru olmadığı bildirilmiş, 2. âyette de böyle bir karar yemin eşliğinde verilmiş olsa bile, üzerinde sebat edilmesi uygun olmayan yeminlerden vazgeçip kefâret ödeme tarzında şer‘î bir yol bulunduğu hatırlatılmıştır (bk. Mâide 5/89). Yasağın konusu câriyesine yaklaşmama, bir şeyi yememe veya içmeme olabileceği gibi başka bir şey de olabilir. Hz. Peygamber’in kendisi için koyduğu bu yasak kararını alırken yemin edip etmediği kesin olmamakla beraber yemin ettiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlarda geçen “îlâ” kelimesi bir kısım âlimlerce Bakara sûresinin 226. âyetinde geçen anlamıyla belirli süre eşlerine yaklaşmama yemini olarak, bazılarınca ise mutlak anlamda bir yemin olarak anlaşılmıştır. Bu âyetlerin inmesini takiben Resûlullah’ın yemin kefâreti ödeyip ödemediği kesinlik taşımamaktadır; ödediğine dair rivayet de farklı biçimlerde (dinî vecîbe olan yemin kefâreti, ihtiyaten yaptığı bir tasadduk veya bir şükran ifadesi olabileceği şeklinde) değerlendirilmiştir. 3. âyette sözü edilen eşlerle ilgili rivayet farkları bulunmakla beraber, kendisine sır verilen eşin Hz. Hafsa, bu sırrın kendisine açıldığı eşin Hz. Âişe; dolayısıyla 4. âyette kendilerine hitap edilen iki hanımın bunlar olduğu genellikle kabul edilir (bk. Taberî, XXVIII, 155-159; Elmalılı, VII, 5084-5116; Derveze, X, 143-149).

Elmalılı, konuya ilişkin rivayetleri tahlile tâbi tuttuktan sonra ulaştığı sonuç özetle şöyledir: Hz. Peygamber’in, eşlerinden birine sır olarak söylediği bir sözü o tamamen koruyamamış, yine Resûlullah’ın eşleri içinden en çok samimi olduğu birine çıtlatmış, bundan haberdar olan Hz. Peygamber ona sitem etmiş, bunun üzerine ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum karşısında Resûlullah, hem dünya hayatının kendi nazarındaki önemsizliğini anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek iradelerini yoklamak üzere mûtat aile hayatını terketti, dargın bir halde onların odalarında bulunmak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay uzlete çekildi. Resûlullah’ın bazan itikâfa çekilmek sünnet-i seniyyelerinden olduğu için başlangıçta bu durum fark edilmedi. Fakat bir süre sonra ezvâc-ı tâhirâtın hepsi Resûlullah’ı gücendirmiş olmak endişesiyle hüzünlendiler ve odalarında ağlaşmaya başladılar. Böylece “Peygamber bütün eşlerini boşamış” diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kirâmı bir telâş sardı. Buna karşılık o sıralarda ortalıkta, Suriye tarafında Bizans hâkimiyeti altında yaşayan hıristiyan Araplar’dan Gassânîler’in müslümanlara karşı savaş hazırlığı içinde bulundukları haberi dolaştığından, münafıklar bu yeni gelişmeden büyük memnuniyet duydular. Hz. Peygamber uzlete çekilişinin 29. gününün bitiminde eşlerine döndü; onun eşlerini boşamadığı haberini de sevinç içinde Hz. Ömer duyurdu. Sûrenin asıl nüzûl sebebi bu îlâ yeminidir, anlatılan diğer olaylar ise buna götüren sebep ve mukaddimeler olmalıdır (VII, 5084-5085, 5094, 5113, 5115).

Bizzat Hz. Peygamber’in hayatından örnek gösterilmesi gereğine binaen belirli olaylara gönderme yapan somut anlatım üslûbunun seçildiği bu âyetlerle kuşkusuz o sırada yaşanan bir probleme çözüm getirilmiş ve âyetlerin nüzûlü örnek neslin yetiştirilmesinde etkili olmuştu. Fakat öyle görünüyor ki burada verilmek istenen kalıcı mesaj şu iki ana noktada toplanmaktadır:

a) Peygamberliğin mahiyeti: Resûl-i Ekrem’den önceki peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Îsâ’nın mesajının doğru algılanmayıp peygambere tanrılık yakıştırılması, gerek onun müntesipleri gerekse başka bazı dinlerde kendilerini toplumdan soyutlayan ruhanîler sınıfı oluşup bunların Tanrı adına otorite kullanır hale gelmeleri Kur’an’ın eleştirdiği bir olgu idi ve Hz. Peygamber de ümmetinin benzer duruma düşmemesi için uyarılar yapıyordu. Resûlullah’ın omuzlarındaki ulvî görevin tamamlanmasına artık fazla zaman kalmadığı bir sırada, bu âyetlerde onun beşerîlik yönünün ve vahyin kontrolü dışında kalabilecek dinî nitelikte bir tasarrufunun olamayacağının özel olarak vurgulanması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktaydı. İlk âyette “ey Peygamber” diye hitap edilerek onun vahiy alma özelliği, Kur’an’ı tebliğ ve açıklama görevi açık biçimde belirtildiği gibi, “Allah’ın sana helâl kıldığını (...) niçin kendine haram kılıyorsun?” mealindeki ifade ile de bir yandan onun bu özelliği sebebiyle dinî içerik taşıyan davranışlarının, çevresinde nasıl algılanacağına, diğer yandan ise esasen onun da bir beşer olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir başka anlatımla, âyetteki fiil (meselâ, A‘râf 7/32; Tevbe 9/37 âyetlerinde olduğu gibi), dinî bir terim olan “haram kılma”yı ifade etmemekte, hele Hz. Peygamber’in Allah’ın helâl kıldığını değiştirme teşebbüsünde bulunup da vahyin bunu düzelttiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Sözün akışı, bağlamı ve nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylar Resûlullah’ın bir beşer olarak kendisi için koyduğu geçici bir yasağın söz konusu olduğunu ama âyetin bunun yanlış anlaşılmasına karşı bir önlem olarak geldiğini göstermektedir. Burada “eşlerini hoşnut etmek arzusuyla” şeklinde bir kayda özel olarak yer verilmesi de bu anlamı daha belirgin hale getirmektedir. 2. âyette gerekli durumlarda yeminin bozulmasına ilişkin hükmün Allah’a izafe edilmesi de peygamberin kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin yüce Allah’a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir.

b) Aile sorumluluğunun önemi ve çok eşlilik hükmü: Kur’an’ın ilk mu­hatapları olan toplumun realitesinden hareketle ve istisnaî durumlarda uygulanmak üzere dört sayısıyla sınırlandırılarak birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edilmiş, haksızlık etme endişesinin bulunması halinde tek kadınla yetinme emredilmiş ve ardından, “Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır” buyurularak hükmün gerekçesi açıklanmıştı (Nisâ 4/3). Konumuz olan âyetlerde, “Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz” meâlindeki âyette ifadesini bulan (Nisâ 4/129) insanî realitenin çok açık bir ispatı olarak Resûlullah’ın aile hayatından bir örnek verilmekte ve aile hayatının kendine özgü zorluklarına işaret edilmektedir. Bazı hikmetlere ve sosyal sebeplere binaen hayatının belirli bir döneminden sonra çok kadınla evli olması uygun görülen Hz. Peygamber’in dahi bir insan olarak bu hakikati bertaraf etmesinin mümkün olmadığı ortaya konmakta, dolayısıyla birden fazla kadınla evlenebilme hükmünün amacı üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim Resûlullah’ın yeme içme, aile hayatı, yaşama gibi eylem ve özellikleri onun beşerî yönüyle ilgili olduğu için kendisinden olağan üstü yollarla insanın doğasındaki bu gerçeği aşması istenmemiş; sadece, şu meâldeki âyette eşlerinin aklına ve gönlüne hitap ederek bulundukları konumu hatırlatması ve bu konuda bir tercih yapmalarını istemesi uygun görülmüştü: “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah’ı, resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bilin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir ödül hazırlamıştır” (ayrıca bk. Ahzâb 33/28-29). Hz. Peygamber’in özel hayatına ilişkin bu örneğin tamamlanmasının hemen ardından 6. âyette bütün müminlere hitaben soyut bir uyarı ifadesine yer verilmesi de, söz konusu örneğin asıl mesajlarından birinin aile sorumluluğunun ağırlığını belirtmek olduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyetlerin nüzûl sebebi olarak aktarılan olayların, Hz. Peygamber’in eşleri arasında kıskançlık sâikiyle çıkan bir tatsızlığın veya kendisinden daha müreffeh bir hayat istemelerinin onu üzmesi yüzünden, kendisi hakkında böyle bir yasak kararı verdiği noktasında birleştiği dikkate alınırsa, birinci sebebin çok eşlilik, ikinci sebebin de hemen bütün aile ilişkileri bakımından bütün zamanlar için geçerli olan hayat standardını yükseltme ve refah seviyesini geliştirme arzusu şeklinde iki temel problemle ilgili olması dikkat çekicidir.

Resûl-i Ekrem’in peygamberlik sıfatının gereklerine uymayı yani tebliğ ettiği hükümleri benimsemeyi Allah’a itaat kapsamında değerlendiren pek çok âyet bulunduğu gibi, beşer olduğunu hatırlatan âyetlerin onun sıradan bir insan olduğu biçiminde anlaşılmaması ve örnek kişiliğinin göz ardı edilmemesi için de Kur’an’da ve hadislerde birçok uyarı ifadesi yer alır. Bu sûreye mushaf sıralamasında, evliliğin sona ermesini belirli kurallara bağlayan Talâk sûresinden sonra yer verilmesi de Resûlullah’ın bu konudaki örnek konumuyla ilgili özel bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki, Talâk sûresinin ilk âyetinde açıklandığı üzere orada sûreye “ey Peygamber” şeklinde başlanmakla beraber çoğul zamirler kullanılarak müminlere hitap edilmiş ve mecbur kalınıp evlilik birliğine son verilmesi halinde uyulması gereken hükümlerden söz edilmişti. Burada ise 5. âyette, eşlerine hitap edilerek “Eğer sizi boşayacak olursa, rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi (...) eşler verebilir” buyurulurken bizzat Hz. Peygamber’in evlilik hayatından söz edilmekte, ama “boşayacak olursa” şeklinde varsayım içeren bir ifadeye yer verilmektedir. Bu, –tarihî bilgilerin de desteklediği üzere– göreviyle ilgili hikmetler gereği çok sayıda kadını nikâhı altında bulunduran ve iyi bir eş olma hususunda da müminlerin nazarında model şahsiyet olan Hz. Peygamber’in bütün zorluklara rağmen boşama yoluna hiç gitmediğini ortaya koymaktadır.

2. âyetteki farada fiili hem “farz kıldı, gerekli kıldı” hem de “açıkladı” anlamına geldiği için, “Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, “Yeminlerinizi bozup kefâretini vermenizi emretmiştir” veya “Yeminlerinizi nasıl çözeceğinizi açıklamıştır” şeklinde anlamak mümkündür (Râzî, XXX, 43). Buradaki tehılle kelimesinin “çözme” anlamından başka bir de “yemininden istisna etme” anlamı vardır (Zemahşerî, IV, 113-114). Öte yandan fıkıh âlimleri kişinin esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamasının kefâret gerektiren bir yemin sayılıp sayılmayacağını tartışmışlar ve farklı sonuçlara ulaşmışlardır (bk. Şevkânî, V, 288; İbn Âşûr, XXVIII, 348-349).

3. âyette belirtildiği üzere Hz. Peygamber Allah tarafından bildirilen ifşa konusunu, eşini mahcup düşürmemek için kısmen anlatmıştı. Bir kısmını anlatması ise bu konuda yapılacak ilâhî uyarı için yerine getirilmesi gereken bir görev haline gelmişti. Bu âyetteki anlatıma dikkat edildiğinde, Resûlullah’ın davranışlarının –diğer alanlarda olduğu gibi– aile hayatında da sunilikten uzak olduğu ve iyi bir eş olma özelliğini öne çıkaran bir tavır sergilediği gözden kaçmamaktadır. Peygambere eş olma şerefini taşıyan bir hanımın bile bir an için onun Allah’tan vahiy aldığını unutup, “Bunu sana kim haber verdi?” diye sorması bunu açıkça göstermektedir.

Bu âyette atıfta bulunulan olay vesilesiyle, sır verme konusunda titiz davranmak gerektiği, sır saklama konumunda olanların da ağır sorumluluk altında bulundukları dolaylı biçimde ifade edilmiş olmaktadır. İslâm ahlâkında sır saklamaya “ketum olmak” denir. Ahlâk kitaplarında sır saklamanın başlıca iki şeklinden söz edilir: a) Bir kimsenin kişisel sırlarını gizli tutup başkalarına söylememesi, b) Kendisine güvenilerek sır verilen kimsenin bu sırrı, sır sahibi açıklamaya izin vermediği sürece, kendi sırrı gibi gizli tutması. İslâm ahlâkçıları sırrı bir tür emanet, onu başkalarına duyurmayı (ifşa etmeyi) emanete hıyanet saymışlardır. Saklanmayan sırlar yüzünden nice kanlar döküldüğüne ve nice ümitlerin boşa gittiğine dikkat çeken Mâverdî, insanın sırrını saklamasının hayatındaki en önemli başarı ve esneklik sebeplerinden biri olduğunu belirtir ve Hz. Ali’nin şu özdeyişini aktarır: “Sırrın senin esirindir; sırrını açıkladığın takdirde sen onun esiri olursun” (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Sır”, İFAV Ans., IV, 118-119).

Bu âyette değinilen sırrın ne olduğu konusunda genellikle âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylara bağlı (Resûlullah’ın câriyesi Mâriye’ye yaklaşmayacağı veya bir daha kıskanılan eşinin yanında bal şerbeti içmeyeceği, kendisinden sonra hilâfete kimin geleceği hususunda) açıklamalar yapılır. Bize göre âyet karı koca arasında kalması gereken bir sözle ilgili olup ne o eşin isminin ne de bu sözün neden ibaret olduğunun açıklanması amaçlanmadığı için Allah Teâlâ âyette onun ismini ve bu sözün ne olduğunu bildirmeyip aile arasındaki bu gibi sırları bilenlerin dahi ifşa etmemeleri yönünde uyarıda bulunmuştur.

4. âyetin “iyi müminler” diye çevrilen kısmıyla sahâbe büyüklerinden bazılarının kastedildiği yorumları yapılmışsa da birçok müfessir mânayı sınırlandırmanın isabetli olmayacağını belirtmiştir (bk. İbn Atıyye, V, 332). 4 ve 6. âyetlerde melek inancına güçlü vurgular yapılmış olması, sır saklama temasının sûrede ağırlıklı bir yere sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir. Şöyle ki, bütün söz ve davranışlarının kayda geçirilmesi için görevlendirilmiş ama göremediği varlıklar bulunduğuna inanan kişi, kendisine verilen bir sırrı –sır sahibinin bilemeyeceği şekilde bile olsa– yaymaktan ve emanete hıyanet etmekten daha fazla çekinir ve bu konuda daha dikkatli davranır. Bununla birlikte, meleklerin Allah tarafından görevlendirilmiş varlıklar olduğuna dikkat çekmek üzere önce O’nun dost ve hamiliğinden söz edilmiş, 6. âyette de onların ilâhî buyruklara asla karşı gelmedikleri hatırlatılmıştır (melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; Cebrâil hakkında bilgi için bk. Bakara 2/87, 97-98; 5. âyette geçen ve “dünyada yolcu gibi yaşayan” şeklinde çevrilen sâihât kelimesi hakkında bk. Tevbe 9/112. İbn Âşûr bu gruptaki âyetlerle ilgili tahliller yaparak, aile eğitimi, muaşeret kuralları ve öğüt bağlamında çıkarılabilecek mânalar üzerinde ayrı ayrı durur, bk. XXVIII, 346 vd., özellikle 350-351). Yukarıda belirtildiği üzere Hz. Peygamber’in özel hayatından verilen örnek ışığında müminlerin aile sorumluluğuyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır. Aile kavramının kapsamı sosyal yapıya göre farklılıklar taşısa da buradaki ana fikir, bir müslümanın mânevî mesuliyetinin sırf kişisel hayatıyla sınırlı olmadığına dikkat etmesinin gerekliliğidir. Böyle bir sorumluluk anlayışının sadece mânevî hedeflerle sınırlı kalmayan, sağlam bağlarla birbirine raptedilmiş bir aile yapısı ortaya çıkarması tabiidir (İslâm’ın aile telakkisi, aile fertlerine ve özellikle aile reisine yüklediği sorumluluk hakkında bilgi için bk. Mehmet Akif Aydın, “Aile”, DİA, II, 196-200; Mustafa Çağrıcı-Hamza Aktan, “Aile”, İFAV Ans., I, 78-87). Âyette zikredilen ateşten maksat cehennem ateşidir (bu ateşin yakıtının taşlar ve insanlar oluşu hakkında açıklama için bk. Bakara 2/24). 

Öncelikle, inkârcıların ve mümin gibi görünen münafıkların, benzeri durumlarda yaptıkları gibi, ilk âyetlerde anlatılan olay dolayısıyla da birtakım yaygaralar çıkardıkları, 7. âyette onların bu yaptıklarının yanlarına kalmayacağına dair bir uyarı yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat âyetin, inkârcıların iş işten geçtikten sonra özür dilemeleri veya mazeret ileri sürmelerinin bir yararı olmayacağına dair genel bir ihtar anlamı taşıdığı da açıktır. Bu âyetteki sözün âhirette söyleneceği ve cehennem görevlisi meleklerin ifadesi olduğu yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXX, 46; İbn Âşûr, XXVIII, 366-367). 

Bu âyette yapılması istenen tövbenin nasıllığıyla ilgili olarak kullanılan nasûh kelimesi, “hâlis, katışıksız” mânası taşıdığı gibi “düzeltici, onarıcı” anlamına da gelir; nush kelimesi de bu mânalarla bağlantılı olarak “öğüt vermek, nasihat etmek” demektir. Âyetteki ifade, tövbenin tam mânasıyla pişman olma ve bir daha pişman olduğu o işe dönmeme azmini içermesi gerektiğini göstermektedir (Zemahşerî, IV, 117). Kelimenin bu sözlük anlamları ve tövbede aranan şartlar dikkate alınarak meâlde bu kelime “içtenlikle ve kararlılık içinde” şeklinde çevrilmiştir. Böyle bir içtenlik ve kararlılıkla yapılan tövbeye de İslâmî kaynaklarda tevbe-i nasûh denilmiştir (tövbe hakkında bk. Nisâ 4/17-18; Tevbe 9/117; Furkan 25/70-71; buradaki nûr kelimesi ve “sağ yanlarından” ifadesinin açıklaması için bk. Hadîd 57/12; 9. âyetin açıklaması için bk. Tevbe 9/73). Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir ve bu ne kötü bir sondur! 

Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber’in kendisine yasak koy­ması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. âyette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır. Bu iki kadın ve yaptıkları hakkında Kur’an’da fazla bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerdeki bilgilerin özeti şudur: Nûh’un karısı onunla alay eden inkârcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğrendiği vahyedilen gizli bilgileri müşriklere sızdırıyordu. Lût’un karısı da gizlice eve gelen misafirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkârcı toplumuna haber veriyordu. Yaptıkları bu çirkin işler âyette kısaca “onlara ihanet ettiler” şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâyişi uğruna Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda işkencelere mâruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile ileri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhebi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Âsiye”, DİA, III, 487). Yine İmrân kızı Meryem kendisini Allah’a kulluk etmeye öylesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki yüce Allah onu babasız dünyaya getirmeyi murat ettiği Hz. Îsâ’ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffetine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi (Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/35-38, 42 vd.; Meryem 19/34-36). “Ona ruhumuzdan üfledik” ifadesindeki “ona” zamiri “onun rahmine, rahmindekine yani Hz. Îsâ’ya” mânalarıyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ sûresinin 91. âyetinde olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır (Râzî, XXX, 50).

Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: Sorumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakla beraber, belirli konumlarda bulunanların bazan daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna karşılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Peygamber’in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir (bk. Ahzâb 33/30-34). Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durumlardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örneklerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, övgüyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, kadının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla burada, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtuluşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünülmemesi gerektiğine bir ima bulunduğunu söylemek mümkündür. 11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtulmak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir.