Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in her iki hadîs-i şerifte de işaret buyurduğu Mü’minûn suresi 51. âyette;

«•Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin!

Güzel ve sâlih ameller işleyin!» ifadeleri arka arkaya zikredilmiştir. Müfessirler şu mütalâada bulunmuşlardır:
“Âyette; sâlih amelin, helâl gıdâdan sonra ve onun hemen ardında zikredilmesi, sâlih ameller işleyebilmenin, helâl ile beslenmenin neticesi olduğuna delâlet etmektedir.” (Râzî, Mefâtîhü’l-Gayb; Bursevî, Rûhu’l-Beyân, el-Mü’minûn, 51)

Yani, sâlih amel işleyebilmenin şartı, helâl ile beslenebilmektir.

Çünkü;

Haram lokma; rûhî inkişâfa, kalbî terakkîye ve maddî-mânevî fütuhâta engel teşkil eder; gaflet ve günahların sermâyesi olur.

Lokma; haram veya şüpheli ise mânevî hayata zehir saçar. Kalbe kasvet, ibâdetlere karşı üşengeçlik ve Allah yolundaki hizmetlere karşı tembellik verir.

Buna mukabil;

Yenilen lokmalar helâl ise o da gönül feyzini ziyadeleştirip rûhâniyeti takviye eder. Sâlih amellere rağbeti artırır, bedenle birlikte rûha gıdâ, sadra şifâ olur.

İnsan rûhuna en çok tesir eden iki müessir vardır.

Birincisi, ülfet ettiği kimselerin kalbî / mânevî durumu,
İkincisi de yediği lokmaların helâliyet derecesidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Ocak, Sayı: 203 İslam ve İhsan

UR’AN’DA SALİH AMEL KAVRAMI
SALİH VE MUSLİH İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ

Yüce Allah (c.c.), insanı boş yere yaratmadığı gibi, (1) onu başıboş da bırakmamıştır. (2) Onu ibadetle yükümlü kılmış, (3) hayatını ve ölümünü imtihan için var etmiştir. (4)

İnsanın bu imtihanda başarılı olabilmesi, iman edip salih ameller işlemesine bağlıdır. Yüce Allah, Kur’ân’da yetmiş iki âyette “imân” ile “sâlih amel”i birlikte zikretmiş, cennet ve nimetlerini iman edip salih amel işleyenlere vaat etmiştir.

İman edip salih ameller işleyenler; nimet (5) adn (6) firdevs (7) ve me’va (8) cennetlerinde olacaklar,altın bileziklerle bezenecekler, ince dibadan kalın dibadan yeşil ipek elbiseler giyeceklerdir. Koltuklar üzerine yaslanacaklar (9) ve cennet bahçelerinde (10) eşsiz gölgelerde (11) ve güzel nimetler içerisinde (12) neşeleneceklerdir. Onlar için temiz eşler (13) bitmez tükenmez mükâfaat (14) yüksek dereceler (15) ve Rableri katında diledikleri her şey (16) vardır. Sabah akşam rızıkları hazırdır. (17) Onlar, zerre kadar haksızlığa uğramayacaklar (18) ve mükâfaatları eksiksiz olarak verilecektir.(19) Onlara korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.(20) Mutluluk ve en güzel gelecek onlarındır.(22) Allah, onları rahmetine dahil edecek(23) ve onlardan razı olacaktır.(24)

Yüce Allah (c.c.), Kur’ân’ı ve Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’i, imân edip salih ameller işleyenleri müjdelemek ve onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için göndermiştir.(25) Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten bu Kur’ân, (insanı) en doğru yola iletir ve salih amel işleyen müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler.” (İsrâ, 17/9).

Kitabını ve peygamberini imân edip salih ameller işleyenleri müjdeleyici ve aydınlatıcı olarak gönderen yüce Allah; bu kimseler için gönüllerde bir sevgi (vüdd) yaratacağını,(26) onları yeryüzünde hükümran kılacağını, dinlerini sağlamlaştıracağını ve onları güvene erdireceğini,(27) kötülüklerini örteceğini,(28) seyyiatını hasenata tebdil edeceğini,(29) onları yaptıklarının en güzeli ve kat kat fazlasıyla mükâfatlandıracağını,(30) çalışmalarına nankörlük yapılmayacağını,(31) onları salihler arasına dahil edeceğini,(32) dualarını kabul edeceğini, lütuf ve kereminden onlara istediklerinden fazlasını vereceğini,(33) onların, halkın en hayırlıları olduğunu,(34) onlara güzel bir hayat yaşatacağını (35) ve onların kurtuluşa erenlerden olacaklarını (36) bildirerek “iman” ile birlikte “salih amel”e verdiği önemi vurgulanmıştır.

Yüce Allah (c.c.) Kur’an’da ısrarla “salih ameller” işlenmesini istemiş,(37) “salih ameller” işleyenlerin kendi lehlerine, “kötü ameller” işleyenlerin de kendi aleyhlerine hareket etmiş olacaklarını,(38) “salih ameller” işlemeden ahirete gidenlerin “dünyaya dönüp salih ameller işlemek için yalvaracaklarını” (39) bildirmiştir. Çünkü insanları, Allah’a yaklaştıran, onların ne malları ne de çocuklarıdır. Sadece iman ve salih amellerdir.(40)

Bu incelememizde Kur’an’da “salih amel”, “salih ve muslih insan” kavramlarını tahlil etmeye çalışacağız.

I- “SALİH AMEL” KAVRAMININ ANLAMI

1. Sözlük Anlamı

Niyete ve iradeye bağlı olarak yapılan bilinçli fiil (41) anlamındaki “amel” sözcüğünün sıfatı olan “salih” kelimesinin kökü, “slh”dır. “Salah” sözlükte; iyi olmak, iyi hal üzere bulunmak, durumu düzeltmek, uygun olmak, fesadın yok olması ve doğruluk demektir. “Salih amel” ise, iyi, doğru, düzgün, yararlı ve hayırlı amel anlamındadır.(42)

2. Kur’ân’daki Anlamı

Müminin iyi bir niyet ve ihlasla, Kur’an’a, sünnete ve akl-ı selîme uygun olarak yaptığı her amel, “salih ameldir.(43) Salih amelleri genel olarak iki kısma ayırabiliriz. İman ve ibadet.

a) İman

İman, kalbe ait salih bir ameldir. Hûd Sûresinin 46. âyetinde Nuh (a.s.)’in oğlunun inkâr ve isyanı “salih olmayan amel” olarak ifade edilmiştir.

“(Allah), ey Nuh! O (gemiye binmeyen oğlun) senin ailenden değildir. O (nun yaptığı) salih olmayan bir ameldir”, dedi.”

“İman edip salih amel işleyenler, (evet) biz amelini iyi yapan kimsenin ecrini zayi etmeyiz”. (Kehf, 18/30) âyetinde geçen “amel” kelimesi “iman” ve “salih amel”i ifade ettiği gibi Peygamberimiz (s.a.v.)’in; “amellerin hangisi daha faziletlidir?” sorusuna “Allah ve Resulü’ne iman etmektir” diye cevap verdiği hadis-i şerifte geçen “iman” da “amel” kavramına dahil edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.), imanı, en faziletli amellerin başında zikretmiştir (44).

b) İbadetler

Kehf Sûresinjn 110. âyetinde geçen “salih amel”, “Allah’a ibadet” olarak ifade edilmiştir. Ayette yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“...Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa “salih amel” işlesin ve Rabbine

yaptığı “ibadette” kimseyi ona ortak koşmasın.”

“İbadet”; müminin Rabbine tazim için niyet ve ihlasla İslam’ a uygun olarak yaptığı ameller ve itaat olan fiillerdir. Dolayısıyla her türlü itaat olan fiiller “salih amel”, isyan olan fiiller de “kötü amel” dir. Şu âyet-i kerime buna delildir:

“Ve diğerleri (Tebük savaşına katılmayan müminler), günahlarını itiraf ettiler. “Salih amel” ile “kötü ameli birbirine karıştırdılar. Umulur ki Allah, bunların tevbelerini kabul eder.” (Tevbe, 9/102).

Âyette geçen “kötü amel” (âhara seyyien), Ebu Lübabe ve arkadaşlarının mazeretsiz olarak Tebük savaşına katılmamaları; “salih amel” ise daha önceki savaşlara katılmaları ve Tebük savaşına katılmamaları sebebiyle pişmanlık duyup tevbe etmeleri, bağışlanmaları için kendilerini Mescid-i Nebevî’nin sütunlarına bağlamalarıdır.(45)

Şu âyet-i kerîme, salih ameli net olarak beyan etmektedir:

“...(Mü’minlerin) Allah yolunda uğrayacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri öfkelendirip bir yeri çiğnemeleri (fethetmeleri) ve düşmana karşı bir zafer kazanmaları yoktur ki mutlaka bunlarla kendilerine salih bir amel yazılmış olmasın...” (Tevbe, 9/120).

İman, tevhîd, tefekkür, şükür, sabır, zikir, hamd, teşbih, dua, iyi niyet, ihlas, takva, birr, ihsan ve zekat... gibi kalbî, bedenî ve mâlî ibadetler, meşru olarak yapılan işler, çalışmalar, eğitim öğretim faaliyetleri, cami, köprü, hastane, huzurevi, aşevi... gibi sadaka-i câriyeler, ağaç dikmek ve çevreyi temiz tutmak gibi sosyal faaliyetler, farz, vacip, sünnet, müstehap gibi Allah ve Resulüne itaat olan ve sahibine sevap kazandıran bütün fiiller “salih amel” kavramına dahildir.

3. Kur’ân’da Salih Amel İle İlgili İfadeler

“Salih amel” kavramı Kur’an’da; “amile amelen salihan” (salih amel işlemek), “amile sâlihan” (salih (amel) işlemek), “amilu’s-sâlihâti” (salih ameller işlemek) ve “el-amâlü’s-sâlihât” (salih ameller) şeklinde geçmiş salih amelin zıddı olarak” “salih olmayan amel” (46) ve “seyyi” (kötü amel) zikredilmiştir. (47)

Amelin sıfatı olarak “salihât”, salih ameller demektir. Bunların dışında bir de “el-bâkıyâtü’s-sâlihât” ifadesi vardır. Bu ifadede geçen “bakıyât” kelimesinin aslı olan “bekâ” sözlükte; bir şeyin hali üzere kalması ve yok olmaması demektir ki “fenâ” (yok olmak) kelimesinin zıddıdır. (48) “Bâki” (hiç yok olmayacak yegâne varlık) sadece Allah’ tır. Yüce Allah, salih amellerin de bâki olduğunu bize haber vermektedir:

“Mallar ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan salih ameller ise Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır, umutça daha hayırlıdır.” (Kehf, 18/46).

Salih ameller, Allah katında asla zayi olmaz. (49)

İbn Abbas (r.a.), “el-Bâkiyâtü’s-sâlihât”; sözlü veya fiili her salih ameldir ki bu amel âhiret için bâki kalır” demiştir. Taberî, bu görüşü tercih etmiş, Kurtubî de sahih olan görüşün bu olduğunu söylemiştir.

“el-Bâkıyâtü’s-sâlihât”; beş vakit namaz, tesbih (sübhânallah demek), tahmid (elhamdülillah demek), tekbir (Allâhüekber demek), tehlil (Lâilâhe illallah demek), Allah’ın adını anmak, iyi niyet ve azim... gibi manaları da ifade eder. (50) Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.), bu ifadeyi şöyle açıklamıştır:

“Sübhanellâhi ve’lhamdü lillâhi velâilâhe illâllahü vallâhü ekber” (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allah’ a özgüdür. Allah’ tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) sözleri “bâkıyâtü’s-sâlihât”tır. (51)

Malik b. Enes’in el-Mutavatta’ adlı eserindeki söz konusu hadis-i şerif, “velahavle vela kuvvete illa billah” (ma’siyetlerden uzak kalabilmek ve itaatlere güç yetirebilmek ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olabilir) ilavesi ile rivayet edilmiştir. (52)

Resulûllah (s.a.v.), “baki olan salih amellerden çok yapın” buyurmuş, “nedir

o ya Resulullah!” denilmesi üzerine de “dindir” cevabını vermiş ve bu sorunun dört defa tekrarlanması üzerine yukarıda zikredilen hadis-i şerifte geçen ifadeleri beyan etmiştir.(53)

Buna göre İslam’ın yapılmasını istediği sözlü ve fiilî, kalbî, amelî ve bedenî bütün iyi, güzel ve hayırlı ameller baki olan salih amellerdir. İman bunların başında gelir.

Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadis-i şeriflerinde de “salih amel” kavramı geçmiş ve yukarıda zikrettiğimiz manalarda kullanılmıştır.

Resulullah (s.a.v.), “Allah, bir kula hayır murat ederse onu amel sahibi yapar” demiş, “ya Resulullah! Onu nasıl amel sahibi yapar?” diye sorulması üzerine, “Allah, onu ölümünden önce “salih amel” işlemeye muvaffak kılar” buyurmuştur. (54)

Bu hadis-i şerifte “hayır” ve “salih amel” kavramı aynı anlamda kullanılmıştır. Her iki kavram da, Allah’ın razı olduğu ve insana ebedî saadeti kazandıran “iman” ve “iyi/güzel amelleri” ifade eder.

“Salih” kelimesi “amel”e sıfat yapıldığı gibi “ahlak”a da sıfat yapılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.);

“Ben “salih ahlakı” tamamlamak için gönderildim.”(55)

“Ben “iyi ahlakı” tamamlamak için gönderildim.” (56) buyurmuştur.

“Salih ahlak”, “salih amel” gibi imanı ve bütün hayırlı ve iyi amelleri ifade eder. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.), “İmanın en efdali hangisidir” diye sorulması üzerine, “iman, iyi ahlaktır”,(57) diğer bir hadis-i şerifte ise, “en hayırlınız ahlakı en güzel olanınızdır” buyurmuştur.(58)

Hz. Aişe (r.a.)’ye, Peygamber (s.a.v.)’in ahlakının nasıl olduğu sorulduğunda, “Onun ahlakı Kur’an ahlakı idi” şeklinde cevap vermiştir. (59)

“Salih olmayan amel” “seyyi”’ (kötü) kelimesi ile ifade edildiği gibi “iyi olmayan ahlak da” “seyyi”’ kelimesi ile ifade edilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.), namazlardan sonra, “Allah’ım, beni amellerin en iyisine ve ahlakın en iyisine ilet. Amel ve ahlakın en iyisine ancak sen iletebilirsin. Amellerin kötüsünden ve ahlakın kötüsünden beni koru. Amel ve ahlakın kötüsünden ancak sen koruyabilirsin” diye dua etmiştir.(60)

Bütün söylediklerimizi birlikte değerlendirdiğimiz zaman İslam’ın bütün emir ve tavsiyelerinin, ilke ve kurallarının, Kur’an ve sünnete uygun olan her türlü amel ve davranışın “salih amel” olduğunu söyleyebiliriz.

4. Salih Amel Kavramının Mânâ Alanı

“Salih amel” kavramı, genel bir ifadedir. Yukarıda beyan ettiğimiz gibi imanı, iyi ve yararlı olan bütün söz, fiil ve davranışları içermektedir. Ancak Kur’an’da bu kavram farklı amellerle birlikte zikredilmiştir. “Salih amel” anlamına gelen “salih” kelimesi sekiz âyette “iman” ile birlikte (61) dört âyette “iman” ve “tevbe” ile birlikte (62) bir âyette “tevbe” ile birlikte; (63) “sâlihât” kelimesi ise; elli bir âyette “iman” ile birlikte,(64) bir âyette “sabır” ile birlikte, bir âyette “iman, zikir ve yardımlaşma” ile birlikte,(63) bir âyette “iman namaz ve zekat” ile birlikte,(66) bir âyette “iman ve itaat” ile birlikte,(67) bir âyette “iman, hakkı ve sabrı tavsiye” ile birlikte (68) ve bir âyette “iman, takva ve ihsan” ile birlikte (69) zikredilmiştir.

“Sabır”, “zikir”, “zekat”, “ihsan” ve “takva”... gibi amellerin “salih amel” üzerine atfedilmesi, bunların “salih ameller” den farklı şeyler olduğunun ifadesi değil, önemlerine binaen ayrıca zikredilmesi, “umum” ifadenin hususileştirilmesidir.

İman edip salih ameller işleyenler; doğru yolu bulan,(70) muhsin,(71) müflih (kurtuluşa eren), (72) muttakî (73) ve mümin kimseler olarak tanıtılmıştır. (74)

İman edip salih ameller işleyenlerin zıddı olarak; kafirler,(75) müşrikler, (76) mücrimler,(77) zalimler, (78) müfsitler, (79) fasıklar,(80) âyetleri yalanlayanlar,(81) âhirete iman etmeyenler,(82) Allah çocuk edindi diyenler,(83) müsi’ler (her türlü kötü, çirkin, yasak ve haram fiilleri işleyenler),(84) âyetlere karşı büyüklenenler,(85) ibadet etmekten çekinip kibirlenenler,(86) âyetlerle ve peygamberlerle alay edenler,(87) zekatlarını vermeyenler (88) ve insanları Allah yolundan men edenler (89) zikredilmiştir. Örnek olarak şu iki ayeti gösterebiliriz:

“Yoksa biz iman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde bozgunculuk yapanlar (müfsitler) gibi mi tutacağız...(Sad, 38/28).

“Körle gören bir olmaz. İman edip salih amel işleyen kimselerle kötü amel işleyenler/kötülük yapanlar (müsi’) da bir olmaz.” (Mü’min, 40/58).

5. İman-Salih Amel İlişkisi

Bir amelin salih amel olabilmesi için imana iktiran edip şirk ve riyadan uzak olması, iyi bir niyet ve ihlasla yapılması ve amelin İslam’ a uygun olması gerekir. Mümin olmayan insanın yaptığı ameller iyi ve yararlı bile olsa “salih amel” vasfını kazanamaz. Çünkü amellerin sıhhati için iman şarttır (90) Şu âyetler bunu açıkça ifade etmektedir:

“Kim imân (esasların)ı inkâr ederse o kimsenin ameli boşa gider” (Maide, 5/5).

“Erkek ve kadından mü’min olarak kim salih bir amel işlerse onu mutlaka güzel bir hayatta yaşatırız.” (Nahl, 16/97).

İmansız yapılan salih amellerin makbul olmadığı kesindir. Salih amel işlemeden iman sahibi olmak mümkündür? Başka bir ifade ile büyük günahları işleyen ve salih amelleri terk eden insan mümin midir? Bu konuda İslam bilginleri ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaf, amelin imana dahil olup olmamasından kaynaklanmaktadır. “Amel” imana dahildir, dolayısıyla ameli olmayanın ve büyük günah işleyenin imanı makbul değildir diyenler olmuşsa da (91) doğrusu amelin imana dahil olmamasıdır. Salih amellerden eksiği ve kusuru olan ve büyük günah işleyen kimse inkar etmediği sürece mümindir. (92) Eğer imanın makbul olması için salih ameller işlemek ve büyük günahlardan sakınmak şart olsaydı dünyada mümin bulmak mümkün olmazdı. Zira her müminin az-çok amelde eksiği, kusuru ve günahı vardır. Bu hususta (amelin imana dahil olmadığı konusunda) Kur’an’da açık deliller mevcuttur: Mesela “Ey müminler! Allah’ a nasuh tevbesi ile tevbe edin” (93) âyetinde yüce Allah, günah işlemiş olan kimselere “iman edenler” ismi ile hitap etmiştir. Yine, “Ey müminler! Öldürülenler hakkında kısas size farz kılındı” (94) âyetinde kasten adam öldüren kimseye “mümin” adı verilmiştir. Kur’an’da bu konuda başka deliller de vardır. (95)

Amelsiz imanı geçersiz sayanların da Kur’an’da delilleri vardır. Şu âyet bunlardan biridir:

“...İyi kelimeler (lailahe ilallah) O’ na (Allah’ a) yükselir. O’ nu (iyi kelimeleri/imanı) da O’ na (Allah’ a) salih amel yükseltir.” (Fatır, 35/10).

Amelsiz imanı geçerli saymayanlar, âyeti bu şekilde anlamışlardır. Ancak ayetin şu şekilde anlaşılması daha doğrudur. (96)

"...İyi kelimeler O’ na yükselir. Salih ameli O’ na yükselten de o (iyi kelimeler) dir.”

Amel imanın aslı için şart değilse de kemali için şarttır. (97) Amelsiz iman, zayıflar ve sonunda kaybolabilir. İmanın, salih ameller ile beslenmesi gerekir.

Kur’an’da iman ile salih ameller o kadar kuvvetli bir semantik bağ oluşturmuştur ki âdeta nerede ise birbirinin mütemmimi olmuştur. Gölgenin simayı takip ettiği gibi salih amel de Kur’an’da imanı takip etmiş âdeta salih amel, kalpteki imanın dışa yansıması olmuştur.

II- SALİH İNSAN KAVRAMI

“Salih” kelimesi Kur’an’da özel isim (Semûd kavmine gönderilen peygamberin ismi) (98) peygamberlerin,(99) mü’minlerin,(100) mümin toplumun (101) ve çocuğun (102) sıfatı olan kullanılmıştır.

Peygamberler “salihler arasına dahil olabilmek için Allah’ a dua etmişlerdir”. (103) Bütün peygamberler, salih insanlardır. (104) İnsanların, cinlerin ve toplumların da salih olanları ve olmayanları vardır.

“Salih” kelimesi, sözlükte; iyi, ahlaklı ve dürüst davranışlı kimse demektir. (105) Din ıstılahında “salih” diye; imanında, amellerinde, ahlakında, söz, fiil ve davranışlarında dosdoğru olan, hayır işleyen, şer ve kötülüklerden kaçınan, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına riayet eden/salih amel işleyen mümine denir. (105)

Kur’an’a göre, bir insanın “salih insan” olabilmesi için iman edip salih ameller işlemesi gerekir. Şu ayetler buna delildir:

“İman eden ve salih ameller işleyen kimseleri elbette “salihler” arasına dahil edeceğiz.” (Ankebut, 29/9).

“Onlar (ehl-i kitabın mümin ve kafir olanları) eşit değillerdir. Ehl-i kitaptan dosdoğru, âdil ve hakşinas bir ümmet (grup) vardır ki onlar, gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okurlar ve secde ederler. Allah’ a ve ahiret gününe iman ederler, iyiliği emredip kötülükten men ederler ve hayır işlere koşarlar. İşte bunlar “salihler” dendir.” (Al-i İmran, 3/113-114).

Allah ve Resulüne itaat eden insan “iman edip salih ameller işlemiş” olur. Böyle kimselerin “salihler” ile beraber olacağını yüce Allah Kur’an’da haber vermektedir:

“Kim Allah’ a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa, 4/69).

Bir insanın Allah ve Resulüne itaat etmiş olabilmesi için şu üç şeyi yapması gerekir:

(97) İmam A’zam, Fıkhu Ekber Aliyyü’I-Kari Şerhi, s. 17, çeviri, Y. Vehbi Yavuz, Çağrı Yay. İstanbul, 1979.

1) Şirk, küfür ve nifaktan korunup iman etmesi,

2) Allah ve Peygamberin emirlerini yerine getirmesi,

3) Yasaklanmış/haram kılınmış olan, söz, fiil ve davranışları terk etmesi.(107)

Bu şekilde davranan insanlara Kur’an’da aynı zamanda “muttaki” ismi verilmektedir. (108)

Buna göre “muttaki” ile “salih” insanlar aynı vasıflara sahip olan “mümin” kimselerdir. Nitekim Âl-i İmran Suresinin 113-114, âyetlerinde salihlerin vasıfları sayıldıktan sonra bu kimseler, “muttakiler” olarak nitelendirilmiştir:

“(Salihlerin) yaptıkları hiç bir iyiliğe nankörlük yapılmayacaktır ve Allah muttakileri bilir.” (Al-i İmran, 3/115).

Kur’an’da “salih insan”, “salih” (çoğulu, salihun/salihîn), “salihât”, “salihu’l mü’minîn, “men salaha” “ibâdiye’s- salihun”, “ibâdike’s-salihîn” kavramlarıyla ifade edilmiştir. Şimdi bu ifadeleri görelim.

1. Sâlihât Kelimesi

“Saliha” kelimesinin çoğulu olan “salihat”ın “salih ameller” anlamına geldiğini yukarıda izah etmiştik. Bu kelime, Kur’an’da bir âyette mümin kadınların sıfatı olarak da zikredilmiştir. Bu kelimenin geçtiği âyette yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Erkekler, kadınlar üzerine kavvamdır (onların yöneticisi, koruyucusu, gözeticisi ve bakıcısıdırlar). Çünkü Allah (erkek ve kadınların) bazısını diğerinden üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bir kısmını kadınlar için harcarlar. Saliha

kadınlar (salihat) ise; Allah’ a itaat ederler (ve kocalarına saygılı olurlar). Allah’ın kendilerini korumalarına karşılık onlar da gizliyi (namuslarını) koruyucudurlar.” (Nisa, 4/34).

İnsan olarak kadın erkek eşittir. Birtakım görev ve kabiliyetler itibariyle yaratılıştan kadın ve erkeğin birbirinden üstün olan tarafları vardır. Erkeğe kadının yeme, içme, giyinme ve barınma gibi temel gereksinimlerine ve geçimine bakma, onu koruma ve kollama görevi yüklenmiştir. Kadına ise; yukarıdaki âyette iki görev verilmiştir. Biri, “Allah’ a ve kocasının meşru isteklerine karşı itaat”(109) diğeri, “kocasının malını, aile sırlarını, ırzını, namus ve haysiyetini korumaktır”. İşte bu görevleri ifa eden kadınlar “salihat” olarak isimlendirilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.), “salihat”ı; “mü’min, dindar, itaatkâr, ırzını ve kocasının bulunmadığı zamanlarda onun malını koruyan, kocasına âhiret işinde yardımcı olan, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindiren (güler yüzlü ve hoşgörülü olan) kadın” şeklinde tanıtmış (110) ve “saliha kadın” ile ilgili olarak Hz. Ömer (r.a.)’e şöyle demiştir:

(Ey Ömer!) Kişinin sahip olduğu nimetin en hayırlısını sana bildireyim mi? (Bu), saliha kadındır. Ona baktığın zaman seni sevindirir. Ona emrettiğin zaman itaat eder ve yanında bulunmadığın zaman (ırzını ve senin malını) korur.

2. Sâlihu’I-Mü’minîn İfadesi

Müminler, “salih ameller” açısından eşit değillerdir. Mümin, ne kadar çok Allah ve Peygamberinin emirlerine uyar ve yasaklarından kaçınırsa o nispette “salih insan” olur. Ne kadar emir ve yasaklardan taviz verirse o kadar da “salih” olma vasfını kaybeder, âsi, fasık ve zalim olur. Müminlerden salih vasfını kaybedenlerin bulunduğuna şu ayet delalet etmektedir:

“Onun (Muhammed’in) mevlası (dostu ve yardımcısı) Allah, Cibril ve müminlerin salihleridir.” (Tahrim,66/4).

Bu âyette geçen “müminlerin salihleri” ile peygamber (s.a.v.)’in arkadaşları, nebiler ve meleklerin kastedildiği söylenmişse de (112) iman edip salih ameller işleyen, günahlardan kaçınan her muttaki mümin bu ifadenin kapsamına dahildir.

3. “Men Salaha” İfadesi

“Men Salaha”, “salih amel işleyen kimse” demektir, bu kimseler; “meleklerin, “Rabbimiz! Onları bağışla ve cehennem azabından koru. Onları Adn cennetlerine koy ve onları kötülüklerden koru” (113) diye dua ettikleri, “selamunaleyküm” diye selamladıkları (114) ve Adn cennetlerine girecekleri bildirilen (115) müminlerdir. Bu insanlar; “şirk, küfür, nifak ve günahlardan tevbe eden, Allah yoluna ittiba eden (116) ve öğüt alan akıllı kimseler olarak tanıtılmıştır. (117) “Akıllı kimseler” (ülü’l-elbâb) ise Ra’d Suresinin 21-22. ayetlerinde;

a) Allah’ın ahdini (emir ve yasaklarını) ifâ eden ve misakı (Allah ile yaptıkları iman sözleşmesini) bozmayan,

b) Sıla-i rahmi yerine getiren (yakınları, komşuları ve müminlerle iyi ilişkilerini sürdüren),

c) Rablerinden korkan (O’ na karşı gelmekten sakınan),

d) Hesabın kötüsünden korkan (iman ve itaat ile âhiretteki hesaba hazırlanan),

e) Rablerinin rızasını arzu ederek (musibetlere, ibadetlerin meşakkatlerine ve haramlara karşı) sabreden,

f) Namazlarını dosdoğru kılan,

g) Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan gizli ve âşikâre (fakirlere ve hayır yollarına) harcayan,

ğ) Kötülükleri iyilikler ile savan (kötülüklere, kötülükle karşılık vermeyen, kötü amelleri salih amelleri ile izale eden) insanlar olarak tanıtılmıştır.

Bu özelliklere sahip olan insanlar hakkında şöyle buyrulmaktadır:

“İşte bu (dünya yurdu)nun (güzel) sonucu onlarındır. Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih kimseler de (men salaha) kendileriyle beraberdir. Melekler de her kapıdan yanlarına gelirler. Sabretmenize karşılık “selamunaleyküm” derler. (Bakın) dünya yurdunun sonu ne güzel (derler).” (Ra’d, 13/23-24).

4- “Salih Kullar” İfadesi

Kur’an’da üç ayette “salih kullar” ifadesi geçmiştir. Bu ifade ile kastedilen insanlar “peygamberler” (118) ve “salih müminler”dir. (119)

5- Salih Toplum/Kavim İfadesi

Kur’an’da iki ayet-i kerîme’de “salih kavim” ifadesi geçmiştir. Maide Suresinin 84. âyetinde; yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)’e indirilen Kur’an’ı işittikleri zaman, Hakkı tanımalarından dolayı gözyaşı dökenlerin (120); “Biz, Rabbimizin bizi “salih toplum” arasına katmasını umarken niçin Allah’ a ve bize gelen Hakka (Kur’ân’a) iman etmeyelim” dediklerini bildiriyor ve, “bu sözlerinden dolayı Allah onlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vadetti. (İşte) muhsinlerin mükâfaatı budur.” buyuruyor.

Ayette, “salih toplum/kavim”, “muhsin” vasfı ile nitelenmiş ve bunların zıddı olarak bir sonraki âyette, “Allah’ın âyetlerini yalanlayan cehennem halkı” zikredilmiştir. Buna göre âyette geçen “salih toplum” ile; iman eden ve muhsin olan yani salih amelleri en iyi bir şekilde yapan, insanlara iyilik eden ve iyi davranan ve Allah’ ı görüyormuş gibi ibadet eden insanlar kastedilmektedir. Dolayısıyla bir toplumun “salih toplum” olabilmesi için salih müminlerden oluşması, o toplumda Kur’an hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. İnanmayan ve İslam hükümlerini yaşamayan bir toplum “salih toplum” olamaz.(121)

Bütün peygamberler gibi bütün melekler de “salih” yaratıklardır. İnsanların “salih” olanları ve olmayanları olduğu gibi cinlerin de salih olanları ve olmayanları vardır. (122)

Kur’an’da iki âyette “salih çocuk” kavramı geçmiştir. (123) Bir çocuğun “salih” olması; “genel olarak sağlıklı olarak doğması, büyüyünce “salih mümin” olması ve ana-babasına iyilik yapan, onları görüp gözeten, onlara hayır dua eden, itaatkâr ve hayırlı bir evlat olması” demektir. (124)

III-SULH KAVRAMI

“Sulh” kavramı sözlükte; “anlaşmak, barışmak, barış” demektir. (125)

Kur’an’da bu kelime sadece Nisa Suresinin 128. âyetinde iki defa geçmiştir. Bu âyet, geçimsiz olan karı-kocanın anlaşması ile ilgilidir. Ayette şöyle denilmektedir:

“Ve eğer bir kadın kocasının huysuzluğundan (nüşûz) veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa (i’râd) “sulh” ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. “Sulh” daima iyidir.”

Karı-kocanın arasında “sulh”, geçimsizliğe ve kavgaya son vermek, anlaşmak ve barışmaktır. Anlaşma ve barış, kavga ve ayrılıktan daima iyidir.

“Sulh hayırlıdır.” İlahi fermanı; hem kavgalı olan karı-koca için hem de kavgalı olan bütün fert ve toplumlar için geçerlidir. Dolayısıyla, “sulh” daima savaşmaktan, kavga ve anlaşmazlıktan hayırlıdır. İnsanın Rabbi, kendisi, ailesi, komşuları ve bütün insanlarla barışık olması gerekir. Bu ise, ancak Rabbine, kendisine, ailesine, komşularına, yakınlarına, topluma ve tüm insanlara karşı insanın görevlerini yapması, kötülükleri terk etmesi, salah üzere bulunması; bozguncu, zorba ve zalim değil salih, muslih ve muhsin olması ile mümkündür.

IV- ISLAH KAVRAMI

“Islah” kavramı sözlükte, “layık olmak, iyi olmak, barıştırmak, iyilik yapmak, düzeltmek ve onarmak” demektir.

Bu kavram Kur’an’da 34 ayette geçmiş ve bu âyetlerde Allah’ın, Peygamberlerin ve insanların ıslahından söz edilmiştir.

Allah’ın, yeryüzünü ve insanları ıslah ettiği bildirilmiştir. “Allah’ın yeryüzünü ıslahı”; yeryüzünü canlılar için elverişli olarak yaratması, peygamber ve kitaplar göndererek insanları sulh ve sükuna, iman ve itaate, kötülükleri ve zulmü terk etmeye davet etmesidir.

“Allah’ın insanları ıslahı” ise; onları en mükemmel biçimde yaratması, akıl ve fikirle donatması, konuşma ve sanat kabiliyeti vermesi, müminlerin amellerini ve işlerini düzeltmesi demektir. Yüce Allah’ın bir insanın amellerini ve halini ıslah etmesi için o insanın iman edip, salih ameller işlemesi, Allah’ a karşı gelmekten sakınması, doğru sözlü olması ve Allah yolunda cihat etmesi gerekmektedir.(126)

“Allah’ın insanların amellerini ıslah etmesi”, amelleri kabul etmesi ve bu kimseleri salih ameller yapmaya muvaffak kılması; (127) “hallerini/işlerini ıslahı” ise; ibadet ve çalışmalarında onları başarılı kılması ve onlara yardım etmesi demektir.(128) Bu sebeple olmalı ki Peygamberimiz (s.a.v.), “Allah’ım! Benim için dinimi, dünyamı ve âhiretimi ıslah eyle” diye dua etmiştir. (129)

Yüce Allah, iman edip salih ameller işleyenlerin amellerini ıslah etmesine mukabil kâfirlerin, bozguncuların amellerini ıslah etmeyeceğini bildirmiştir. (130) Çünkü yüce Allah, “ıslahından sonra yeryüzünde bozgunculuk yapılmamasını” istemiştir. (131)

Yüce Allah, hak dinden sapan, şirk, küfür, nifak ve isyana dalan insanlara, iman edip itaat etmeleri, insanların hallerini düzeltmeleri için peygamberler göndermiştir. Bütün peygamberler; insanları iman ve ibadet etmeye çağırmışlar, onları kötülüklerden men edip ıslah etmeye çalışmışlardır. (132)

Kur’an’da 26 âyette insanların kendilerini, yetimleri, vasiyetçiyi ve diğer insanları ıslahından söz edilmiştir.

“Kişinin kendini ıslahı”; inancını, amelini, ahlakını, söz, fiil ve davranışlarını İslam’ a uygun hale getirmesi, Allah ve Peygamberine itaat etmesi, mümin ve muttaki olması demektir. Şu ayetler buna delildir:

“Kim iman eder ve (halini) ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (En’am, 6/48).

“Kim ittika eder (iman edip günahlardan korunur) ve (halini) ıslah ederse (farzları yerine getirir, salih ameller işlerse) onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir .” (A’raf, 7/35).

Yüce Allah Kur’an’da ısrarla kafir, müşrik, münafık, zalim, zâni, hırsız, müfteri olanların ve kötülük yapanların; küfür, şirk, zulüm, nifak, zina, hırsızlık, iftira ve kötülüklerden tevbe edip hallerini ıslah etmelerini istemiştir. (133) Zikredilen günahlara karşı insanın halini ıslah etmesi, bu günahları terk etmesi, tevbe edip bu günahlarına pişmanlık duymasıdır.

İnsanların diğer insanları ıslahı ile ilgili olarak Kur’an’da; kavgalı olan insanların, karı-kocanın, savaşan iki gurubun ıslahından söz edildiğini görmekteyiz.

“Karı,kocanın arasını ıslah etmek” (134) geçimsizlik yaptıkları ve birbirlerine darıldıkları zaman erkek ve kadın tarafından seçilen birer hakem vasıtasıyla onları barıştırmaktır.

“Savaşan iki grup Müslümanın arasını ıslah etmek”, onları barıştırmak ve aralarındaki sorunları çözüvermektir. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Eğer müminlerden iki grup savaşırlarsa onların arasını ıslah edin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. (Allah’ın emrine) dönerlerse artık adaletle onların arasını ıslah edin ve (bu konuda) âdil olun, Allah âdil olanları sever.” (Hucurat, 49/9).

Peygamberimiz (s.a v.), “haramı helal, helali haram yapmak hariç müslümanların aralarında her türlü sulhun caiz olduğunu” söylemiştir.” (135)

Yüce Allah, her konuda anlaşmazlığa düştükleri zaman insanların aralarının ıslah edilmesini istemiş ve “müminler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını ıslah edin” (136) buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, “insanların aralarını ıslah etmek için taraflara söz nispet eden kimsenin yalancı olmayacağını” (137) bildirerek konunun önemine dikkati çekmiş ve insanlarının aralarının ıslah edilmesini teşvik etmiştir. Yüce Allah, insanların yaptıkları kötülüklere misliyle mukabele etmeyip, kötülük yapanları affetmeyi ve o kimselerle barışmayı, aralarını düzeltmelerini tavsiye etmiş ve bu şekilde davranmanın daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. (138) Çünkü affetmek ve barışmak da salih ameller cümlesindendir. (139)

V- MÜSLİH KAVRAMI

“Müslih” kelimesi sözlükte; “düzelten, onaran, halini ıslah eden, bir şeyi iyi ve doğru yapan, insanların arasını düzelten” anlamına gelir. (140) Kur’an’da bu kelime, “iman edip salih amel işleyen, muttaki ve muhsin anlamında ve müfsidin, (141) zalim ve cebbarın (zorbanın) zıddı olarak kullanılmıştır. Şu ayet-i kerîme “muslihleri” tanıtmaktadır:

“Âhiret yurdu muttakiler için daha hayırlıdır. Düşünmüyorsunuz? O muttakiler ki Kitaba (Kur’an’a) sımsıkı sarılırlar ve namazı dosdoğru kılarlar. Elbette biz (böyle davranan) muslihlerin ecrini zayi etmeyiz.” (A’raf, 7/169-170).

Ayrıca Kur’an’da; insanların arasını düzelten (142) ve yetimlerin mallarını zulmen yemeyen kimseler de (142) “muslihler” olarak nitelendirilmiştir.

SONUÇ

İnsanın dünya imtihanında başarılı olabilmesi için iman edip salih ameller işlemesi gerekir. “İman” ve “salih amel” ifadesi, Kur’an’da büyük çoğunlukla birlikte zikredilmiş, bu iki kavram adetâ birbirinden ayrılmaz iki unsur olmuştur. İmansız amelin makbul olmadığı Kur’an âyetleriyle kesin olarak ifade edilmiştir. Amelsiz imanın makbuliyeti tartışılmış ise de doğrusu, amelin imanın cüzü değil vasfı olmasıdır. “Salih ameller” işlemeden iman sahibi olunursa da böyle bir iman zayıftır, amellerle beslenmezse sönebilir.

Kur’an, iman edip salih ameller işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş, cennet ve nimetleri de iman edip salih ameller işleyenlere vadedilmiştir.

“Salah” kelimesi sözlükte; “İyi olmak, iyi hal üzere bulunmak, uygun olmak, doğruluk ve fesadın yok olması” anlamlarına gelir.

Sözlükte; “iyi doğru düzgün, yararlı ve hayırlı amel” demek olan “salih amel” Kur’an’da; “müminin iyi bir niyetle ve ihlasla Kur’an’a, sünnete ve akl-ı selime uygun olarak yaptığı ameller” anlamında kullanılmıştır. İman ve bütün ibadetler “salih amel” kavramına dahildir.

“Sulh” (barış) kökünden gelen “ıslah” kelimesi sözlükte; “barıştırmak, düzeltmek, bir şeyi iyi ve doğru olarak yapmak” demektir. Kur’an’da, Allah’ın, peygamberlerin ve insanların ıslahından sözedilmiştir. “Allah’ın ıslahı”; insanları en güzel biçimde yaratması, onları akıl ve fikirle donatması, doğru yolu göstermesi, salih amellerini kabul etmesi, onları salih ameller işlemeye muvaffak kılması, yeryüzünü canlılar için elverişli hale getirmesi, peygamber ve kitaplar göndererek insanları sulh ve sükuna,iman ve itaate, kötülükleri ve zulmü terk etmeye davet etmesidir.

“Peygamberlerini kavimlerini ıslahı”; insanları şirk, küfür, nifak, isyan, kötülük ve zulümden men etmeleri, onlara hak ve hidayet yollarını göstermeleri ve iman edip salih ameller işlemeye teşvik etmeleridir.

“İnsanların ıslahı” ise; kendilerini şirk, küfür, nifak, kötülük ve günahlardan uzaklaştırıp tevbe etmeleri, iman edip salih ameller işlemeleri, kavgalı olan insanları barıştırmaları ve onların aralarını düzeltmeleridir.

“Muslih” kelimesi sözlükte ıslah eden demektir. Kur’an’da, iman edip salih ameller işleyen, mümin, muttaki ve insanların aralarını düzelten anlamında ve müfsitlerin, zorbaların zıddı olarak kullanılmıştır.

Tahlil etmeye çalıştığımız “salih amel”, “salih insan”, “sulh”, “salah”, “ıslah ve müslih” kavramlarının kökü olan “slh” ve türevleri Kur’an’da iman, ibadet itaat, ittika, ihsan, ihlas, tevbe, sabır, şükür, doğruluk, hayır, bir (iyilik/iyi amel), infak, ma’ruf... gibi övme ifade eden kavramlarla eş; şirk, küfür, nifak, isyan, zulüm, fısk, seyyi’ (kötülük/kötü amel), tekzib (âyetleri ve peygamberleri yalanlama) fesat (bozgunculuk), fitne, kibir... gibi yerme ifade eden kavramlarla zıt anlamda geniş bir mana alanına sahiptir.

DİPNOTLAR
(18) Nisa, 4/124.
(19) Âl-i İmrân, 3/57.
(20) Bakara, 2/277.
(21) Sebe’, 34/37.
(22) Ra’d, 13/29.
(23) Câsiye, 45/30.
(24) Beyyine, 98/8.
(25) Talak, 65/10-11.
(26) Meryem, 19/96.
(27) Nûr, 24/55.
(28) Ankebût, 29/7.
(29) Furkan, 25/90.
(30) Ankebût, 29/7.
(31) Enbiya, 21/94.
(32) Ankebût, 29/9.
(33) Şûra, 42/26.
(34) Beyyine, 98/7.
(35) Nahl, 16/97.
(36) Kasas, 28/67.
(37) Mü’minûn, 23/51; Sebe’, 34/11.
(38) Fussılet, 41/46; Casiye, 45/15.
(39) Fatır, 35/37.
(40) Sebe, (?)
(41) Rağıb el-İsfehani, el-Müfredat fî Ğarîbi’l- Kur’ân, s. 348. Mısır, 1980. İbn Manzûr, Lisânü’l Arab. XI, 475. Beyrut, trhsz. Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 458. İst. 1304.
(42) ez-Zamahşerî, Esâsü’l-Belağa, II, 25. Kahire, 1922. İbn Manzûr, a.g.e., II, 516-517. Asım Efendi, a.g.e., I, 921.
(43) Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III, 1470. İst. 1971.
(44) Buhâri, İman, 18. (1,12). Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.
(45) Kurtubî, el-Câmi’li Ahkâmi’I-Kur’ân, VII, 242. Beyrut, tarihsiz. H. Yazır, a.g.e., IV, 2611.
(46) Hud, 11/46.
(47) Tevbe,9/102.
(48) İsfehânî, a.g.e. s. 74. İbn Manzur, a.g.e. XIV, 80.
(49) Kehf, 18/30.
(50) Kurtubî, a.g.e. X, 414-415.
(51) Ahmed b. Hanbel, IV, 268. Çağrı Yay. İst. 1981.
(52) Malik b. Enes, Kitabü’l-Kur’an, 23. (I, 210). Çağrı Yayınları, İst. 1981.
(53) Ahmed b. Hanbel, III, 75.
(54) Tirmizi, Kader, 8. (IV, 450).
(55) Ahmed b. Hanbel, II, 381.
(56) Malik b. Enes, Muvatta’, Huluk, 8.
(57) Ahmed b. Hanbel, IV, 385.
(58) Buhârî, Edeb, 38. (VII, 81).
(59) Müslim, Salat. 139.(1,512).
(60) Nesâî. İftitah, 16.(11, 129).
(61) Mesela bkz. Bakara,2/62; Maide,5/69; Nahl, 16/97; Kehf, 18/99.
(62) Bkz. Meryem, 19/60; Taha, 20/82; Furkan, 25/70; Kasas, 28/67.
(63) Furkan, 25/71.
(64) Mesela bkz. Bakara,2/25,82,277: Âl-i İmran, 3/57 Nisa, 4/57, 122; Maide, 5/9; A’raf,7/42; Yunus, 10/4.
(65) Şuara, 26/227.
(66) Bakara. 2/277.
(67) Hud, 11/23.
(68) Asr, 103/3.
(69) Maide, 5/93.
(70) Secde,32/18.
(71) Maide, 5/93.
(72) Kasas, 28/67.
(73) Meryem, 19/63.
(74) Secde, 32/18.
(75) Maide. 5/10.
(76) Fussılet, 41/7.
(77) Secde, 32/12.
(78) Âl-i İmran, 3/59.
(79) Sad, 38/28.
(80) Secde,32/20.
(81) Nisa, 4/56.
(82) İsra, 17/29.
(83) Kehf, 18/4.
(84) Bakara, 2/81.
(85) A’raf, 7/40.
(86) Nisa, 4/173.
(87) Kehf, 18/106.
(88) Fusilet, 41/7.
(89) Muhammed, 47/1.
(90) Bkz. Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûli’d-Dîn.s. 88. Diyânet İşl. Bşk. yay. 2. baskı.
(91) Hadis bilginleri imanı, “dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve uzuvlarla amel etmektir” şeklinde tarif ederek ameli imandan saymışlardır. Matüridiyye alimlerinin çoğunluğu imanı “kalp ile tasdik ve ikrardır”, Kerramiye. “iman mücerret ikrardan ibarettir”, Ebu Hanife, Ebu Mansur Maturîdî ve Eş’arî gibi muhakkik alimler, “İman kalp ile tasdikten ibarettir” şeklinde tanımlamıştır. Bkz. es-Sabunî, a.g.e., S. 88. metin kısmı.
(92) Ehl-i sünnet, şirk, küfür, nifak hariç büyük günah işleyen kimse imandan çıkmaz ve kafir olmaz; Hariciler, kafir olur: Mutezile ise imandan çıkar, küfre girmez: Mürcie, inkarla birlikle itaat insana yarar sağlamadığı gibi iman ile birlikte büyük günah da zarar vermez demişlerdir. Bkz. es-Sabuni, a.g.e., S.80.
(93) Tahrim, 66/8.
(94) Bakara, 2/178.
(95) Bkz. Maide. 5/106: Hucûrât, 49/9.
(96) İbn Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, Katade, Ebu Aliye ve Dehhak bu görüştedir. İbn Atiyye. “ehl-i sünnet, bu görüşü reddeder. Böyle bir görüşün İbn Abbas’ tan gelmesi sahih değildir” demiştir. Buharî,tevhîd, 23. (VI, 177). Bkz. Kurtubî, a.g.e., IV, 330-331. Taberî, Camiu’l-Beyan anTe’vîli Âyi Kur’an, XII, 22/120-121. Beyrut. 1988.
(98) A’raf, 7/73.
(99) Bakara, 2/30.
(100) Kehf, 18/82.
(101) A’raf, 7/168.
(102) A’raf, 7/189.
(103) Bkz. Yusuf, 12/101; Şuara. 26/83; Nemi, 27/19.
(104) En’am, 6/85; Enbiya, 21/72.
(105) İbn Manzur, a.g.e., II, 516.
(106) er-Razi, Mefatûhu’l-Ğayb. I, 174. Tahran, tarihsiz.
(107) Bkz. Taberî, a.g.e., XIV, 5/162.
(108) Bkz. Taberî, a.g.e., III, 4/57.
(109) Bkz. Taberî, a.g.e., IV, 5/59.
(110) İbn Mace, Nikah, 5. (1,596.) Nesaî, Nikâh, 10. (VI, 65).
(111) Ebu Dâvûd, Zekat, 32. (II, 306).
(112) Bkz. Taberî, a.g.e., XIV, 28/161-163 Kurtubî. a.g.e., XVIII, 191.
(113) Mü’min, 40/7-8.
(114) Ra’d, 13/24.
(115) Ra’d, 13/24.
(116) Bkz. Taberî, a.g.e., VIII, 13/141.
(117) Ra’d, 13/19-20
(118) Tahrim, 66/10. Nemi, 27/19.
(119) Enbiya. 21/105.
(120) Maide, 5/83.
(121) Bkz. A’raf, 7/168.
(122) Bkz. Cin, 72/1 ve II.
(123) A’raf, 7/189. Saffat, 37/100.
(124) Bkz. Kurtubî, a.g.e, VIII, 338; XV, 98. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t- Te’vîl, II, 682. (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr).
(125) İbn Manzûr, a.g.e., II, 516-517. Kurtubî, a.g.e., XIII, 256.
(126) Bkz. Ahzab, 33/70-71; Muhammed, 47/2,4,5.
(127) Beydavî, a.g.e., V, 142.
(128) Nesefî, Medâriku’t-Tenzil ve Hakâiku’t- Te’vîl, V,496. (Mevmuatün mineti Tefasîr).
(129) Müslim, Zikr, 71. (111, 2087).
(130) Muhammed, 47/1. Yunus, 10/81.
(131) A’raf, 7/56, 85-86.
(132) A’raf, 7/191; Şuara, 26/151 -152.
(133) Bakara, 2/160; Al-i İmran, 3/89; Nisa, 4/16; 146; Maide, 5/39; En’am, 6/54; Nahl, 16/119; Nur, 24/4-5.
(134) Nisa, 4/35.
(135) Tirmizi, Ahkâm, 17. (111,635). Ebu Davud, IV, 20. Ahmed b. Hanbel, II, 366.
(136) Hucurat. 49/10.
(137) Müslim. Birr, 101.(111,2011).
(138) Nur. 24/40.
(139) Bkz. Kurtubî, a.g.e. XVI, 40.
(140) İbn Manzur, a.g.e., II, 516-517.
(141) Bakara, 2/11-12.
(142) Kasas, 28/19. Bkz. Kurtubî, a.g.e., XIII. 265.
(143) Bakara, 2/220. Bkz. Kurtubî, a.g.e., III, 66.