Yine bir bayramın üçüncü günüydü. Bayramı köyde geçirdiğimden merkeze uğramamıştım. Bir vesile ile şehir merkezine uğradım, o zamanlar esnaftım, dükkânı açtım. Kapıyı açar açmaz gazeteci arkadaşın kapı altından içeriye doğru bıraktığı gazeteye gözüm ilişti. Çok masum duruyordu ama bir anlam verememiştim. Doğru haber gazetesiydi, medyanın ak yüzü. Doğruların kaleme aldığı ve mütedeyyin bir okur kitlesine sahip bir gazete, yanlış ve yalanlardan uzak duran halka kakı anlatan bir çizgide olan bir gazete…

Her zamanki gibi ilkin manşet ve sür manşete bakıyordum ve tabiî ki öne çıkan yazarların ilk sayfadaki yazı girişleri ve okuyucuyu iç sayfalara iten o merakta bırakan paragraflar…
Abdulkadir Turan’ın bölümünde şöyle yazıyordu:” yazarımız cezaevinde olduğundan dolayı yazısı alınamamıştır”. İbaresini görünce kendi iç dünyamda; yine ne oldu acaba diye söyleniyordum. Ve acı gerçeği gazetenin sayfalarını çevirdikten sonra anladım. Ve yine bir ihya der baskını, yine bir muvahhit kalemin mürekkebini kurutma girişimi… yine bir… Ve netice yine bir masum, yine bir Yusuf düşmüştü zindana! Bir Nusret Ya Rab! Kadir gecesinde doğuşu ve Kadir gecesinde tutuklanışı ilginç bir tavaffuk olsa gerek. Bayram sevincini ailesiyle beraber yaşamayı çok görmüştüler.. Suçlamaların yersizliği ve delilsiz iddialar, senaryo hep aynı. Ak pak bir senaryo. Tek teselli veren şey suç sebebi “İslamı anlatmak”. Ne izzetli ve de ne güzel bir suç! Gerçi avukatlar bu tip hukuksuzlukların takipçisidir ama her şeyi işitip gören Allah, elbette ki ihlâslı kullarına ve kendisine tevekkül eden kullarına yardımını gönderecektir. Nice ömür buyu ceza alanların ömrü zindanda birkaç gün olmuştur. Senelerce ceza alanlar Allah’ın hesabıyla imtihanları farklı boyutlarda olmuştur.

Sözüm ona İnsan hakları, Yargıtay, dağa taşa! bağırıp eko yapan temyiz çığlıkları vs. Ne yazık ki bu insan! Ve insan hakları savunucularından! Bu güne kadar pek de bir icraat görülmemiştir. Hatırlayalım Mısır’ın zamanın zalim maşası Enver Sedat’ı öldüren mücahit Halit El İslamboli çıkarıldığı mahkemede Hâkim sorar: “avukatı yok mu” diye. Kahraman mücahidin cevabı müthiş olur; “Allah kendisine iman edenlerin savunucusudur.” Öyleye savunucusu Allah olandan daha bahtiyar kimdir? Evet, öyle değil mi? Hz. Yusuf(as)’da bir an bir beşere beni efendinin yanında an demesiyle imtihanı ağırlaşmamış mıydı?
Evet, gerçektende tebessüm konusunda cömert, ihlâslı bir eğitimci ve özellikle gençliği terbiye edici bir muallimdi. O bir yazardı. Hakkı yazan, araştıran ve insanlığın faydasına sunan yazılarıyla mürekkebi bol ve akıcı bir üslupla temiz sayfaları renklendiren Musab yüzlü yazarımızdı. Eminim ki Allah’ın izniyle metris zindanını medreseye çevirir. Orada güller eker. Kim bilir belki de oraların mahkûmları da bir Abdulkadir Turan beklemekteydiler?
Nasıl ki “her hicret bir inkılâp” ise her bir Yusufinin zindana girişi bir medrese inşasıdır. Cezaevine girmeden son hafta yazdığı yazısının sonuna bir not bırakmıştı hocamız. Oda şu; “önümüzdeki hafta ek yerleştirmeleri konu alacağız” işte bu ibare tutuklanışından sonra nedense beni çok düşündürdü. Efendimizin (sav) Ashabı Keyf ‘ten haber ver diyen Yahudi ve müşriklere inşallah demediğinden ötürü vahyin gecikmesi ve bir imtihan sürecinin de başlaması olmuştu. Aynı zamanda konunun ehemmiyetine binaen ayet nazil olmuştu. Neyse o konuya girmeyeceğim ama demem o ki inşallah demek lazım. Bu ince ayrıntıya takıldıysam beni bağışlayın.
Nerden bilecekti ki ek yerleştirmelerinden nasibinin metris olacağını? Beklide orayı hiç tercih bile etmemişti. Bazen kişiye tercih hakkı düşmüyormuş bu imtihan dünyasında.
Ve yine aynı hafta yazısının bir başka bölümünde de şu ibare dikkatimi çekmişti; “Bir zalimin himayesinde başka bir zalimden kurtuluş ne getirir ki?....hepimiz kaygı içindeyiz….” Bu sözleri belki de özelde NATO, Libya veya başka başka yerler için kullanmıştı ama genele indirgediğimizde belki de bir hakikati dile getiriyordu her yer ve her zaman için. Zira 12 Eylül unutulmadı ve unutulmayacak ve de unutturulmayacak gibi görünüyor. Heyhat minezzille..

Kaderinde metriste Yusufi olmakta varmış meğer. Hz. Yusuf(as)’ın da zındana atılış sebebi bir iftira değimliydi? Ne acıdır yargısız infaz. Birilerinin tahtları sallanmasın, itibarları zedelenmesin diye niceleri zındana atılmadı mı, hangi birini sayayım, ya işkenceler, hangi birini, ya aziz şehitlere ne demeli? Ah “davam” diyenler. Her yerde zulüm, kan ağlamakta mazlumlar. Baba hasretiyle yaşamaya çalışan minik yürekler, asrısaadete namzet eşlerini bekleyen bacılar, daha sayayım mı?
Ama şunu asla unutmayalım ki, her şeye rağmen zindan, temize çıkmanın adresi ve azizliğin arifesidir. Demek ki hakikatin ve hakkın tecellisi zahmetten sonra oluyormuş.

Tabi bütün bunlar sadece bir zannın veya endişenin tezahürü değil. Nice Müslümanlar çoğu ZAMAN! fasık medyanın etkisiyle halk tarafından dışlanmış, güvensizlik kurşunları sıkılmış ve hatta boykot ve ambargoya maruz bırakılıp ceza evlerine atılmışlardır da dışarı çıktıklarında mümince hayatları ve vakarlarıyla saygı ve sevgiyi hak etmişlerdir. Zira onlar Yusufilerdir, evet onlar ne yapmışlar? Elbette ki selefini (Hz. Yusuf (as)) takip etmişlerdir. “bu gün size kınama yoktur” demişlerdir izzetlice.
Ve zindan! Demir adı demir, soyadı parmaklık. Baba adı mazgal, kod adı hücre… Metre karesi belli, manzarası gökyüzü, süsü kelepçe, şarkısı zincir şakırtıları.
Yok öyle yeis’e kapılmak. Ateşi güle çeviren zindanı hâşâ unutur mu? Medrese i Yusufiye bir nevi sabırla anlamdaş bir kelime. Sözüm ona liderler, yöneticiler, başkanlar, bürokratlar, kravatlı caniler ve tek dişi kalmış sözde medeni canavarlar ve kendini bir şey zannedenler.
Asla unutmayın, zulmedenler karşılığını elbette ki bulacaktır. Belki yaşadığımız şu dünyada, belki de ahrette. Zira Allah şöyle buyuruyor: “Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma, Allah o zulmedenlerin cezasını gözlerin dehşetle dışarı fırlayacağı güne ertelemiştir.”

Nice analar dul, çocuklar yetim bırakıldı. Mütedeyyin ailelere yapılan baskınları bir korku filmi gibi seyreden minik yavrular. Ve geriye kalan, hasret, gözyaşı, kahır, dua ve öfke!
Şu unutulmamalıdır ki, bedenler esir alınabilir, ama gönüller ve kalpler asla. Ellere kelepçe vurulabilir, ama hakikati haykıran dillere asla. Topraklar işgale uğrayıp talan edilebilir, ama iman dolu kalpler asla işgal edilemez.

Özür diliyorum dar düşünenlerin hali şuna benzer: hani denizin veya göllerin veya su birikintilerin üzerlerini kışın ince bir buz tabakası kaplar ya, altı yine sudur da bilinmez gibi davranılır!! Bu düşünce ne kadar basit bir düşünce ise, yazarları hapsederek mürekkeplerinin dondurulacağını düşünmek o derece basit bir düşüncedir. Nice eserler zindanlarda yazılmadı mı? Risaleinur, Fizilal-İ Kuran, vs. Allah için ağaçlar kalem denizler mürekkep olur. Balık suyu kendi içinde zanneder ama sudan çıktığında ona esir olduğunu daha yeni anlar.
Abdulkadir Hocam sizi övdüğüm anlaşılmasın. Biraz hasbıhal işte avuçlarındaki toprağı bırak yere diyeceğim ama sanırım oralar hep beton. Toprakta yok ki yüzüme serpesin. Dedim ya hocam niyetim övgü değil senin şahsında İslam ve Müslümanları konuşuyoruz sadece. İzzet pınarından içenler övülmeye değer değil mi hocam? Mümini Allah ve Resulü (sav) övmüştür. “ En hayırlı ümmet” diye. Bana ne hacet?

Evet hocam bu yazı yayınlanıp ve sana okumak nasip olur mu bilmiyorum.
Kendisiyle ilkin ilmen yakin tanışıklığım olmuştu. Ta ki memleketimize gelinceye kadar. Geliş sebebi doğru haber gazetesinin bir gezi programıydı. “yazarlar okurlarıyla buluşuyor” adlı bir programda görüşmüştük. İlmen yakin tanışıklılığımız orada olmuştu. Belki o unutmuş olabilir ama doğaldır çünkü o bir kişiydi biz bir çok kişi olduğumuzdan onun işi daha zor olur haliyle. Biliyor musunuz yakalanış haberini okurken gözlerimin önüne ilk gelen sahne o Hz. Musabı andıran tebessümüydü. Ve sonrası…..evet sayfamızı daha faza kalemi ağlatmadan devam ediyoruz. Evet, evet Hz. Musabı görmedim ama İslam tarihinde o kadar güzel anlatılıyor ki insan görmüş gibi oluyor değil mi?

Söyleyin Allah aşkına nice Müslümanlar “İslamı anlatıyor” diye eziyet görmedi mi? Selefi salihin(ra)’ den olan nice Müslümanlar yine aynı sebepten (İslamı anlatmak) müşriklerin zulmüne maruz kalmadılar mı? Madem öyle “innallhemeessabirin” ve “webeşşirissabirin” i kuşanalım. Sabırla.
Ve siz ey yuvarlak zindanları dört köşeye çevrilmiş zindan bahadırları! “gevşemeyin üzülmeyin eğer iman etmişseniz üstünsünüz”.
Ey garip olan dinin gariban mensupları! Bilesiniz ki yolunuz peygamberler, sıdıklar ve şehitler yoludur. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf Peygamber de sadece bir boşluktan gökyüzünü görebiliyordu. O’nu zındana atanlar da suçsuzluğunu biliyordu ama çevresindekilere ne cevap vereceklerdi.?
Kendisi güzel, hayatı güzel, kıssası kıssaların en güzeli olan Yusuf peygamberin varisleri, Rabbim sizi de güzelleştirsin. Muhabbetimiz muhabbetinizedir. Kardeşliğimiz Allah içindir. Sancımız bir vücut oluşumuzdandır bilesin bunu ey Yusuf. Rabbim sizi de aziz eyleyip güzelleştirsin. Akıbetinizi Yusuf (as)’ın akıbeti gibi kılsın. Unutma Yusuf güneşin karanlığın üzerine doğuşu an meselesidir. Zifiride bekle güneşi. Unutma her zifiri karanlık güneşe gebedir. Sizler Abdulkadir siniz sizlere zulmedenler hâşâ her şeye Kadir değillerdir. Rabbim tüm Müslümanları Abdulabdlerin şerrinden muhafaza eylesin.
Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “müminin her iki haline de şaşılır, kendisine bir musibet geldiğinde sabreder ve bir nimet geldiğinde de şükreder”.
Evet, itiraf edelim ki zindan zor bir dünya yaşayan daha bilir, sıkıntı ve musibetin belki de son durağı. Fıtrata aykırı bir ceza, ölmeden kabre girmek misali ve ya bir başka değişle “diriler kabri”.
Ama Allah için olunca başka tabi cefa da hoş olur, sefası da. Zindanın pirinden bir söz; ” güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” misali.

“Yere ve göğe sığmayan Allah (cc) ancak müminin kalbine sığıyor” ise, elbette ki enerji ve hareketliliği ile bir yerde sabit kalmaya dayanamayan aciz bir insan, değil bir kalbi belki de binlerce kalbi içine alan ve kısmi hayat şartlarıyla bezeli bir yere zındana elbette ki Allah’ın yardımıyla sığar inşallah. Yeter ki ibadet ve zikir olsun, yeter ki teslimiyet ve kulluk bilinci olsun Rahmana karşı. Evet, işte o zaman kalpler ve gönüller azade olur ve huşucuşa erer. İşte o zaman zindan gülistan olur, işte o zaman zindan Medrese’i Yusufiye olur. Hem diri kalacak ruh ve Allah’a teslim olan bir kalp özgür olunca çürümeye mahkûm bedenlerin esareti neyi değiştirir ki? İşte böyle olunca zindan genişledikçe genişler, büyüdükçe büyür.
Şüphesiz ki musibetlere karşı en önemli azık ve siper sabır nimetidir. Sabır, bela ve musibetlerin şerrinden beri olma halidir. Sabır, bela ve musibet dağlarını eriten bir volkan, buz dağlarını eriten bir güneş gibidir. Sabır zindan duvarlarını esneten bir lastik gibidir. Şekva ise musibeti ağırlaştırır ve çekilmez kılar. Ve kişiyi helake götürür Allah muhafaza.
Mümin her şeyde bir hayır aramalıdır. Basiret ve ferasetini kullanmalı, hayata farklı açılardan bakabilmelidir. Belki de zindan bir ahir zaman inzivasıdır. Tabi ki zorunlu bir inziva. Söyleyin Allah aşkına mümin bir kişi zindanda mı daha çok ibadet edip ilimle meşgul olur yoksa dışarıda mı? Eminim cevap bir olur. Zindanda. Evet, yoğun iş, güç, dünya meşgaleleri, dedi maişet vs. kişiyi ibadetinden alıkoyabiliyor özellikle nafile ibadetlerden. Evet, demek ki zindan, ilim, irfan ve ibadete karşı az vakit ayırma gafletinden uyanış, bir toparlanma, şeytanla müsabakada Müslüman’ın gardını almasıdır.
Kısacası zindan yorulan mümine bir han olmasıyla beraber ilim kılıçlarının bilendiği, kalemlerin sivrildiği bir mektep ve bir meskendir. Zindan….zindan…..”Zindan gülistandır orda gül derilir ümmete…” Hâsılı zindanı en iyi bilen yine zindan ehlidir. Rabbim bütün dünya Yusufilerine ve ailelerine sabır versin.
Ey Yusufiler! Dualarımızdasınız inşallah. Sizde bizi dualarınızdan mahrum etmeyin.
Allah yar ve yardımcınız olsun. Rabbim selametlikler versin.
Hepinizi yerin ve göğün Rabbi olan, bizleri yoktan var eden, ol deyince her şey oluveren, bizi her halimizde görüp işiten Allah’a emanet olun. Unutmayın, unutulduğunuzu sakın zannetmeyin. Sizler bizim esir yanımızsınız. Gezdiğimize bakmayın bizimde esir bir azamız var. Esselamualeykumwerahmetullahiweberekatuhu.

 

Ömer Aşkın / Bingöl – Yaş: 26