Sistem ve rejimlerin koydukları kanun ve yasalara uymayanların mekânıdır cezaevleri. Yönetimdekilerin kendilerince tehlikeli gördükleri insanların korunma refleksiyle derdest edildiği yerlerdir cezaevleri. Bir mürşidin dediği gibi “Zindanda bulunanların zincir şakırtılarının saray debdebelerini korkuttuğu tarihe has bir olay değildir” sözü gerçekten manidardır.
Asıl itibarı ile cezaevi dava sahibi şahsiyet için bir süreçtir. Yoksa İslam davasını kendine dert edinenler için normal adli tutuklular gibi cezaevleri, ceza yatma yerleri değildir. Gerek ibadet ve gerekse de kültürel olarak İslam davası için cezaevlerine giren Müslüman, niçin buralara getirildiğini veya niçin cezalandırıldığını unutmadan hareket etmelidir. Bundan dolayı Yusuf’tan beklenenler veya beklentiler fazladır. Adeta Yusuf, bu denizde bir anafor yapmak, oluşturmak zorundadır. İslam davasını yüklenen veya bu uğurda mücadele eden kim olursa olsun ya zindan, ya muhaceret ya da katledilmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu sünnetullah, Hz. Âdem’den bu yana böyle gerçekleşmiştir. Yani gülümüz devamlı dikenli olmuştur ve onu koklamak isteyen kim olursa olsun elini kanatmıştır.
Asıl itibarı ile cezaevi dava sahibi şahsiyet için bir süreçtir. Yoksa İslam davasını kendine dert edinenler için normal adli tutuklular gibi cezaevleri, ceza yatma yerleri değildir. Gerek ibadet ve gerekse de kültürel olarak İslam davası için cezaevlerine giren Müslüman, niçin buralara getirildiğini veya niçin cezalandırıldığını unutmadan hareket etmelidir. Bundan dolayı Yusuf’tan beklenenler veya beklentiler fazladır. Adeta Yusuf, bu denizde bir anafor yapmak, oluşturmak zorundadır. İslam davasını yüklenen veya bu uğurda mücadele eden kim olursa olsun ya zindan, ya muhaceret ya da katledilmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu sünnetullah, Hz. Âdem’den bu yana böyle gerçekleşmiştir. Yani gülümüz devamlı dikenli olmuştur ve onu koklamak isteyen kim olursa olsun elini kanatmıştır.
Pirimiz Hz. Yusuf’tan aldığımız bu kutsal mirasın hakkını vermek elbette zordur. Ama İslam davasının bir ferdi olarak kendimizi kabul ediyorsak o halde başka seçeneğimiz de yoktur, demektir. Yani bunu şöyle anlamak lazımdır: Faraza kendimizi ticaret yapan biri olarak hayal edelim. Tüm insanlara manavcılık yaptığımızı söylediğimiz halde dükkânımıza gelenlere başka bir şey satmaya çalışsak acaba insanlar bize ne derler?
Evet, bu zamanda bu beklentilere karşılık vermek için mesaimiz 24 saat olmak zorunda ve hatta 24 saatin bile bize yetmemesi lazım gelir. Bu yol boyunca bu azığımız bize yetecek mi? Bu sorulara cevabımız olumsuz ise o halde, başımızı avuçlarımızın arasına alıp uzun uzun düşünmemiz gerekmez mi? Yoksa hamasi, sloganik sözlerin arkasına sığınıp bu süreci böyle mi geçireceğiz? Veya bu yük bana artık ağır geliyor diyerek bunca şehide, bunca mağduriyete sırtımızı dönüp gidecek miyiz?
Hayır, asla ve asla ödenen bedellerin, çekilen çilelerin hatırına ve her şeyden önemlisi Allah aşkına hayır! Özellikle ibadetlerimizi bir daha gözden geçirerek işe başlayalım. Nafile ibadetleri kendimize alışkanlık haline getirmeliyiz. Yıllarını bu davaya vermiş, bıyıkları yeni terlemişken zindan ile tanışan, şimdilerde saçları ağarmaya yüz tutmuş kardeşlerimizi deruni duygularla bağrımıza basalım. Zindanın bütün olumsuzluklarını arkamıza atarak tekrar tekrar niyetlerimizi tazeleyelim ve buralara niçin neden geldiğimizi hatırlayalım. Hz. Ali’nin dediği gibi “sabır isyandan daha kolaydır.” Her ne kadar sözlerimizle isyan etmesek de kimi ruh darlığından veya yılların vermiş olduğu bıkkınlıktan kaynaklanan davranışlarımızın bu anlama gelmesi muhtemeldir. Nefsimizin etrafına çizdiğimiz o kırmızıçizgileri güzel davranış ve kardeşliğimizle kaldıralım. Şimdi samimice kendimize bu soruyu soralım: “Bu zindan yılları bizi daha bir olgunlaştırdı mı; yoksa daha bir mesele ve olaylar karşısında hemen tepki gösteren ve benden bu kadar gibi söylemlerine mi itti?”
Evet, konunun başlığından da anlaşılacağı üzerine Yusuf’tan beklentiler çok. Ama bunun yanında Yusuf’un da sesini duymak lazım. Yani Yusuf’un da beklentilerine kulak vermek gerekir, çünkü içeri ve dışarı birbirini tamamlayan unsurlardır. Ne içeri dışarıdan ne de dışarı içeriden bigâne olabilir.
Özellikle şunu söylemek gerekir ki Yusuf’un geride bıraktığı davası yaşıyor ve yaşatılıyorsa Yusuf emeklerinin karşılığını sadece ahirette görmekle kalmaz, aynı zamanda dünyada da görür ve mesrur olur.
Zindanda olan kardeş, aynı zamanda kendisi yakalandıktan sonra ailesini merak eder ve başta dava kardeşleri tarafından ailesinin korunup kollanmasını ister ve bekler. Eğer ailesi rahatsa Yusuf da bu yönüyle rahattır. Ama yok durum tersine ise Yusuf’un zindan yükü adeta katlanır. Bu durum ister adli olsun, ister bir ideoloji için cezaevine gelenler için olsun herkes için geçerli bir durumdur. Bu münasebetle Yusuf’un ailesi dışarıdaki kardeşlerine birer emanet hükmündedir.
Yusuf’un geride bıraktığı ailesinden de beklentileri söz konusudur. Başta varsa eşinden, çocuklarından sonra anne-babasından, kardeşlerinden kısacası akraba olsun olmasın tüm gönül bağı olanlardan beklentileri vardır Yusuf’un. Tıpkı Hz. Hatice gibi, tıpkı Hz. Zeynep gibi Yusufi’lerin eşlerinin anne, baba ve bacılarının ona destek olması gerekir. Yusuf’un zindana girişi karşısında gurur duymaları gerekir. Çünkü hayatlarını davalarına adayanların karşılaştıkları mekânlardır cezaevleri. Şairin dediği gibi limanlar gemileri nasıl bekliyorsa eşler ve gönül bağı olan herkes işte böyle beklemelidir yarenlerini, Yusufi’lerini.
Şehitlerden sonra davası için bedel ödeyenler ebetteki ehl-i zindandır. Nasıl ki devamlı şehitlerimizi anarız ve hatırlarız, aynı şekilde zindandaki kardeşlerimizi de unutmamamız gerekir. Hatta şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki dışarıdan bir kardeş zindandaki bir kardeşine bir selam gönderse bile bu ehl-i zindanı hatırlandığı için duygulandırır ve sevindirir.
Tarihi okuduğumuzda İslam endişesi bulunan hatta sadece İslam’ı hakkıyla yaşamak isteyen herkesin karşılaştıkları en başta şu olmuştur: Aile mefhumu diye bir şey kalmamıştır. Evet, bizim gülümüz dikenli, bizim yolumuz engebeli ve yolumuz uzun. Ama sonunda da rıza-yı ilahi var, cennet var, saadet-i dareyn var. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, dünyada kardeşleri kan ağlarken başını rahatça yastığa koyan ve hiç endişe taşımayan insanlarla kendimizi mukayese etmemiz elbette bizi ahlara, oflara sürükleyecektir. Ama biz inşallah bunlardan beriyiz ve beri olacağız. Ve her zaman, her daim hamd edeceğiz, şükür edeceğiz. Yoksa hamd ve şükür sadece her yemekten sonra terennüm edilen sözler midir?
Son olarak bu vesileyle başta tüm şehit ailelerini, yıllardır zindan kapılarında sevdiklerini bekleyen Yusufi’lerin ailelerini, kısacası bu dava uğruna bedel ödemiş tüm muvahhid Müslüman kardeş ve bacılarımı Allah azze ve celle’nin yüce selamı ile selamlar, bu çekilen çilelerin rıza-yı ilahiyeye sebep olmasını niyaz ederim. Baki selamlar…
Mustafa Sevim
Tokat T Tipi Kapalı Cezaevi