İnsanlık tarihi boyunca sosyal bilimler öndeydi, fen bilimleri ise destekleyici bilimlerdi.
İnsanlık, o günlerde de bir hekime veya bir savaş mühendisine muhtaçtı.
İnsanlık, o günlerde de bir hekime veya bir savaş mühendisine muhtaçtı.
Ancak bir kral, kendisi için iyi bir hekim ve birkaç savaş mühendisine sahip olmaktansa geçmişi ve bugünü iyi bilen bir vezirinin olmasını isterdi. O vezire onlardan daha çok değer verirdi.
İnsanlığın hastalıklarda kaybettiği insan sayısının savaşlarda kaybettiği insan sayısını geçmesi ve tekniğin kralların mülküne mülk katacak yetenekte olduğunun anlaşılması, Batı’da fen bilimlerini öne çıkardı. Hayat, fen bilimleri etrafında dönmeye başladı.
Akılcılık (pozitivizm) ve materyalizm (maddicilik) akımlarıyla paralel gelişen bu fen bilimleri ilgisi gün geçtikçe büyüdü ve Batı’da hayatın merkezine oturdu.
Öyle ki sosyal bilimler bile Batı’da biyoloji ve matematik bilgileri üzerine geliştirildi; onlardan alınan teoriler ve örneklerle beslendi.
Batı’nın pek çok sosyoloğu, aynı zamanda birer biyologdur. Kant gibi önde gelen bir felsefeci de matematikçidir.
Ancak II. Dünya Savaşı’nın ardından yapılan değerlendirmelerde,
- Savaşlarda askerin moralinin neredeyse teknik olanaklar kadar önemli olduğunun
- Toplumları tarihlerinden alınan hikâyelerle etkilemenin onları yönetmeyi (bir bakıma güdülemeyi) kolaylaştırdığının
- Maddi gücün tek başına bir medeniyet oluşturamadığının anlaşılması ve sonraki süreçte,
- Fabrikalardaki verim düşüklüğünün sadece işçi ücreti ve işçi cezalandırmasıyla sağlanamadığının
- İnsanların ücret dışında da bazı ihtiyaçlarının olduğunun ve bu ihtiyaçları karşılamanın şirketleri büyüttüğünün sosyal deney çalışmalarıyla tespit edilmesi, sosyal bilimlere olan ilgiyi yeniden artırdı. Bugün Batı’da sosyal bilimler için adeta bir “iade-i itibar” yapılıyor. “İade-i itibar” bir kişinin elinden alınmış onurunun, ünvanlarının, saygınlığının yeniden kabul edilmesi anlamındadır. Sosyal bilimler, Batı’da tam anlamıyla böyle bir süreç yaşıyor.
Tıp, teknik önemini kayıp mı etti? Hayır. Ama sosyal bilimler onların altında ezilmiyor. Sosyoloji, tarih, ilahiyat öne geçiyor.
Biz, düne kadar İslam dünyasının hep fende, teknikte geride kalmasından söz ediyorduk. Bu, kesinlikle doğrudur. Müslümanların sağlık yatırımları eksiğinden verdiği can sayısı, savaşlarda verdiği can sayısından milyonlarca fazladır.
Ancak bugün tarih incelemesi ve bugüne dair değerlendirme bizi yeni bir gerçekle yüz yüze getiriyor. Müslümanların sosyal bilimlerdeki hali, fen bilimlerindeki halinden çok daha kötü ve belki İslam dünyasının asıl geri kalış nedeni de budur diyebiliyoruz. Bugün hepimiz “Acaba teknikteki bütün geri kalışına rağmen 19. yüzyılda Osmanlı’nın güçlü bir toplum bilimi ile desteklenmiş bir diplomasisi olsaydı Osmanlı, Batı karşısında çöker miydi?” sorusunu ciddi ciddi soruyoruz.
Teknik bilgi satın alınır, teknik bilgi kolay elde edilir. Ama sosyal bilgi satın alınmaz ve sosyal bilimciler zor yetişir. İslam dünyasında bugün güçlü bir devlet sahiplenmesi olsa, dünyadaki Müslüman teknik adamlarını bir araya getirse yetenek çekimiyle Batı’yı geri bırakır ve geride bıraktırır. Ama aynı şeyi sosyal bilimler için söylemek mümkün değil. İstikametini korumuş, bilgisine inanılır sosyal bilimciler bulmak hiç de kolay değil.
Artık bütün dünyada dev sosyal bilimler enstitüleri kuruluyor ve tıp, bilgisayar mühendisliği okuyabilecek öğrenciler tarih, sosyoloji, hukuk gibi bölümlere yönlendiriliyor.
Bu, bir keşif ve dönüşümdür. Üzerinde düşünmekte yarar vardır.
Allah (CC) yardımcınız olsun.
Abdulkadir Turan / Rehberlik