İşte Huseynisevda.biz adlı internet sitesinde yayınlanan yazının tamamı...
HAFIZASI ÇOK GÜÇLÜYDÜ
Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu’nun en bariz özelliklerinden biri, çok güçlü bir hafızasının olmasıydı. Onu tanıyanlar bilirler; unuttum, hatırlamıyorum gibi bir lafı telaffuz ettiğine şahit olunmamıştır. Onun dünyasında sanki unutkanlık mefhumu yok gibiydi.
Cemaat mensupları çok ve dağınık coğrafyalarda olduğu, çoğunu birebir görmediği ve tanışmadığı halde, gelen dokümanlardan takip ederek neredeyse tamamına yakınının isim, soy isim, memleket, Cemaat içindeki geçmişi, yaptığı işler ve özellikleri hakkında bilgi sahibiydi. Birisinin ismi geçtiğinde, onunla ilgili hemen bilgi verir ve durumunu net bir şekilde ortaya koyardı. Belli zaman aralıklarında kendisiyle görüşmeye gelen Cemaat sorumlularıyla müzakere ederken, onların kendi alanları olduğu halde hatırlayamadıkları şahıs veya olayları onlara hatırlatır ve son durumlarını sorardı.
Bir gün sorumlu arkadaşlardan biriyle müzakere ederken ondan, kendi alanında daha önce geçmiş bir hadiseyi ve hadisede geçen arkadaşın son durumunu sormuştu. O sorumlu arkadaş da: “Hangisi ağabey?” diye sorunca, Şehid Rehber kalkıp o hadiseyi anlatmıştı, buna rağmen sorumlu arkadaş hatırlamayınca ve “Wala naye bîramın” (Vallah hatırıma gelmiyor) deyince Şehid Rehber gülerek ve biraz da iğneleyerek: “Bîr a te ji pır kûre” (Senin kuyun da çok derindir) demiş ve sanki olayın içinde kendisiymiş gibi biraz daha teferruatlandırarak anlatmış ve durumu yüz yüze kendi aralarında da konuştuklarını hatırlatmıştı. Tabi o sorumlu arkadaş da bayağı mahcup olmuş ve üzülmüştü.
M. G. adlı Cemaat mensubu şunları söylüyor: “Şehid Rehber Cemaat mensuplarını çok iyi tanıyordu. Biz onunla alanımızdaki faaliyetleri ve arkadaşları bire bir müzakere edince bazen arkadaşların adlarını ve yaptıklarını unuturduk. O, hemen; ‘falan köyde filan kişi, şu şu kişiler nasıldırlar’ diyerek bize kendisi hatırlatır ve hatırlamamıza da yardımcı olurdu. “
M. Ö. adlı Cemaat mensubu şunları söylemektedir: “1995 yılında Şehid A. Celil camisindeki bir ortaokul öğrencisinin sorunu dokümanlara yansımış, ben de görüşmede bunu kendisine anlatmıştım ve bununla ilgili bir çözüm vermişti. Aradan iki yıl geçmişti ki bir gün bana o öğrencinin ismini söyleyerek son durumunu sordu. Tabi ben öğrenciyi hatırlamayınca, tebessüm ederek öğrencinin camisini, yaşadığı sorunu, aile durumunu tek tek sıraladı. Tüm bunlardan sonra hatırlayıp kendisine ‘maşallah nasıl aklınızda kalmış’ dediğimde cevaben; “İşlerinize vakit ayırın ve tüm mesainiz dava ile ilgili çalışmalar olsun, bu şekilde daha çok vakıf da olursunuz” dedi.
Şehid Rehber, Kürt tarihini iyi biliyordu. Kürt aşiret ve kabileleri hakkında detaylı bilgilere sahipti. Kürdistan’ın coğrafi durumu hakkında ciddi malumata sahipti. Nerede bir dağ, akarsu, orman, yol, köy, tarihi yerler varsa tanır, aşiret ve kabilelerin coğrafi dağılımlarını bilirdi. Çünkü bir dava adamının, mücadele verdiği bölgeyi ve bölgenin koşullarını iyi bilmesi gerekir düşüncesine sahipti ve bunların tümünü hafızasında unutmadan tutabiliyordu.
BASİRET VE FERASETLİYDİ
Şehid Rehber, ileri görüşlüydü. Basiret ve feraseti, sezgi ve öngörüsü çok güçlüydü. Bu özelliği onu tanıyanlar üzerinde derin etkiler bırakırdı. Birçok hadisede, her insandan beklenmeyen ve her aklın ulaşamayacağı teşhis ve çözümleri ortaya koyabiliyordu.
Muhterem İ. Bagasi şunları aktarmaktadır: “Şehid Rehber, Cemaat tabanından gelen dokümanları iyi tetkik ediyor ve bunlar üzerinden bazı çıkarımlarda bulunabiliyordu. Hiç görmediği Cemaat mensuplarını raporlarından tanıyabiliyor ve haklarında değerlendirmelerde bulunabiliyordu. Bazen, sorumlu arkadaşlara; “Gidin şu kardeş ile konuşun, sorunları var, hal edin” veya “falan kişiyi yakın ilgiye alın onda bir takım cevherler görünüyor” şeklinde çözümler verirdi. Daha sonra, verdiği çözümler doğrultusunda neticeler ortaya çıkıyor ve o alanda çalışan sorumlu arkadaşlar bile bu durum karşısında hayrette kalıyorlardı. “
D. Y. adlı Cemaat mensubu, Şehid Rehber’in söz konusu özelliği hakkında şu bilgileri aktarmaktadır: “Kendisine Allah tarafından bahşedilen hususiyetler vardı. Bunlar gerçekten de kendisinde bir farklılık oluşturuyordu. Hatta bazı arkadaşlar bu türden durumları keramet olarak nitelendiriyorlardı. Fakat ben de bu tür şeylerle karşılaştığım için bunun ileri derecede bir feraset ve mükemmel bir ilahi vergi olarak algılamanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Bunlardan şahit olduğum durumlardan biri de; bir işte yapılan savsaklamayı, göz ardı edilen hata ve yanlışları sanki biri ona haber veriyor derecede çabucak fark edip ortaya çıkarmasıydı.
Bir ara dokümanları ciltliyorduk. Yaklaşık 100 civarında cilt işi yapmıştık. Aslında güzel bir iş çıkarmıştık. Epey de yorulmuştuk. En son birisinde hata yaptığımızı fark ettim. Yorgun olduğumuzdan onu tekrar bozup yeniden yapmayı göze alamadım. Kitaplar arasında göze gelmeyecek bir yere bıraktım. Şehid Rehber o esnada geldi. İşimizi kontrol edecekti. Geldiği gibi ciltlerin içinde sanki onu arıyordu. Onu buldu ve kontrol etti, hatamızı gösterdi. Düzeltmemizi söyledi ve gitti. Tabi çok mahcup olduk. Ama Allah şahittir ki diğerlerinin hepsi de tam olmuştu. O sadece ona baktı.
Zaten hep söylerdi: Hata ve kusurları düzeltirseniz veya önünü alırsanız zararı engellerseniz, gerisi zaten kârdır.
Yine bir gün bir haber programını takip etmemi söyledi. Oradakiler rahatsız olmasın diye de dinlemeyi kulaklıkla yapıyordum. Beni tanıyanlar müzik dinlemediğimi, hoşlanmadığımı bilirler. Bir de Allah şahittir ki o güne kadar halen de dinleme işi yaparken asla ihmal edip başka şey dinlemezdim. Ne olduysa frekans değiştirip bir müzik parçasına denk geldim. Orada biraz durup o parçayı dinliyordum ki Şehid Rehber çok süratli bir şekilde geldi, frekansı değiştirmeme fırsat vermeden kulaklığı alıp kendisi dinlemeye başladı. Ne dinliyorsun bakalım demesiyle ben çok kötü bir şekilde mahcup oldum. Böylesi durumlarda muhatabına şaka yollu takılma, tebessüm, bazen de bir darbı mesel anlatarak hatasını hissettirirdi. Asla kızma, bağırma, aşağılama şeklinde uyarmazdı. Ama o yöntemi, insanı çok daha fena mahcup ederdi. Bu tür durumlarda üslubu yumuşak ama tesirli, sonuç alıcı ve ıslah ediciydi. Bunlara benzer çok durumlara şahit oldum. Gözünden hata kaçmazdı. “
H. H. adlı Cemaat mensubu, Şehid Rehber ile ilgili bir hadiseyi şu şekilde aktarmaktadır: “Erzincan dolaylarında çok müthiş bir kar yağmıştı. Ben Şehid Rehber’in yanındaydım ve İ. H ‘yi arıyorduk. Şehid Rehber’in ailesini arabayla getiriyordu. Onu kaç kere aradık, Şehid Rehber iki üç kere aradı düşmüyordu. Odasına gitti, bir müddet sonra geldi, dedi çıkmadı mı? Dedim yok. Dedi kaza yapmışlar, Allah’a şükür ki bir şey olmamış. Ben de zan ettim ki onlarla irtibat kurmuş. Aradan yarım saat, bir saat gibi bir zaman geçti İ. H. ‘nin telefonu çıktı. Konuştuk, hal hatır sorduk, baktım heyecanlı heyecanlı konuşuyor, hayırdır dedim. Dedi kaza yaptık, Allah kurtardı. Arabamız karda kaydı, dağın tepesinde uçuruma gelmiş. Bir şey oldu mu dedim. Yok dedi. Sonra bir TIR kamyona bağlayıp çekmişlerdi. Dedim zaten abeye (Şehid Rehber’e) haber vermişsin. Dedi ben ilk defa arıyorum. Dedim abe yarım saat önce söyledi. Yok dedi, ben daha ilk defa sana söylüyorum. Neyse götürdüm telefonu Şehid Rehber’e verdim, o konuştu. Sonra İ. H. geldi. Dedim sen niye öyle dedin. Yemin etti dedi ben abeye söylemedim. İ. H. geldiğinde Şehid Rehber ona da geçmiş olsun, kaza yapmışsınız demişti. İ. H. de bana, ben söylememiştim, nereden biliyor diyordu. “
Ş. Y. adlı Cemaat mensubu şunları söylemektedir: “Dokümanlarımızda gerek Cemaat mensuplarıyla ve gerekse başka insanlarla ilgili bilgiler gelirdi. Cemaat mensuplarıyla ilgili değerlendirmelerimde, somut bilgi sahibi olmadıkça haklarında bir yargıda bulunmak istemiyordum. Bu nedenle Şehid Rehber ile müzakerelerimde, Cemaat mensuplarıyla ilgili ileriye dönük düşüncelerimi fazla dile getirmezdim. Ancak o bunları dile getirir, konuyu ortaya koyar, benim düşüncelerimi de alır ve aynı zamanda bana yol da gösterirdi. Adeta içimdekini okur gibi benim dile getirmekten imtina ettiğim hususları çok isabetli bir şekilde tahlil ederdi. Onunla müzakere ederken, konuştuğumuz meseleler hakkında bazen uzun vadeli hesaplar içine girer ve ileride karşılaşabileceğimiz şeylere dikkat çekerdi ki bunlar aynen dediği şekilde karşımıza çıkardı. Bundan dolayı dedikleri bana çok ilham verici oluyordu. Ondan çok etkilendiğimi söyleyebilirim. “
A. Ş. adlı Cemaat mensubu, Şehid Rehber ile ilgili bir anısını şu şekilde anlatmaktadır: “Şehid Ata’nın şehadetinden birkaç gün sonra Şehid Rehber ile bir görüşmemiz olmuştu. Kendi memleketindeydi. Beni oturduğu odaya aldı. Odada duvara asılı bir fotoğraf vardı. Şehid Ata’yı görmediğim için tanımıyordum. Bana: “bu kim biliyor musun?” dedi, “hayır” dedim. “Bu, Şehid Ata…” ellerini şöyle daire gibi yaparak odanın dört duvarını işaret ederek: “Bu duvarlar şehidlerin resimleriyle dolu olup süslenecek ve ben de bunların ortasında olacağım…” dedi. Aradan yıllar geçti. Şehadetinden kısa bir zaman sonra bir “şehidler sergisi” açtık. Uzun yıllardan beri zindanda bunu yapıyorduk. Bayramlarda yapıyorduk. İki yüz üç yüzden fazla şehidin resmi vardı bizde. Bu Şehidlerin çok kısa tanıtıcı bilgileri ve doğumla şehadet tarihleri, kim tarafından ve nasıl şehid edildikleri gibi bilgileri de resimlerin yanlarına yazıp, çerçeveletiyorduk. Sergi esnasında Kur’an–ı Kerim okuyorduk. Çok güzel duyguların oluşmasına vesile olurdu. Hatta imkânlar el verdiği zaman adli mahkûmlardan da gelip ziyaret edenler oluyordu. İşte Şehid Rehber’in şehadetinden sonra yine böyle bir sergi açmıştık. Sergimizin mekânı geniş ve hamd olsun Şehidlerimizin sayısı fazlaydı. Şehid Rehber’in gazetelerden kestiğimiz fotoğrafları da serginin tam ortasında, daha önce bana söylediği gibi şehidlerin tam ortasındaydı. Fotoğraflarının bulunduğu biraz genişçe olan çerçevede resimlerinin yanına “Hayat öğretmenim” başlıklı bir yazımız vardı. Biraz duygusal, yanı sıra mücadele atmosferini yansıtan bir yazıydı. Bu sergi ve şehidlerin tam ortasında Şehid Rehber’in fotoğrafına bakınca tabiatıyla o tarihten on yıl önce söylediği sözün tahakkuk etmesi dikkat çekici, anlamlı ve etkileyici idi. Görüşmede O, o sözleri söylerken hatırladığım kadarıyla “ben de, inşaallah ben de olurum” demiştim ve o: “siz çalışın…” gibi bir ifade kullanmıştı. “
Devam edecek…