MESUT TUNCE / ANALİZ
Dilerseniz bu soruların cevabını bulabilmek için geçmişe kısa bir seyahat gerçekleştirelim. Çok değil ama sadece 6 yıl öncesine gitmemiz yeterli olacaktır.
2015’in ortalarından itibaren, Türkiye ile Rusya arasında başlayan gerilimde, NATO pek tabii ki, kendi üyesi olan Türkiye’nin tarafında yer almış, olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin tarafında yer alacağını çeşitli ağızlardan defaten dile getirmişti. NATO’nun pohpohlamasıyla cesaret bulan bir takım Türkiye bürokratı da esen rüzgârı arkalarına almış, Rusya hakkında pervasız açıklamalar yaparak gerilimi tırmandırmaya başlamışlardı.
Nihayet takvimler 24 Kasım 2015’i gösterdiğinde Suriye hava sahasındaki bir Rus uçağı, TSK’ya ait bir jet tarafından düşürüldü. Türkiye bu uçağın, Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiğini öne sürerken, Rus ve Suriyeli kaynaklar bu iddiayı kararlılıkla reddettiler. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun da büyük bir gururla sahiplendiği olay, Türkiye-Rusya tarihinde yüzyıldan uzun süredir yaşanmamış büyüklükte bir gerilimin fitilini ateşlemiş oldu. Türkiye-Rusya orduları arasında Türkiye aleyhine asimetrik bir dengesizlik göze çarpsa da, NATO’nun desteğinden emin olan Türkiye’nin bürokratları kendilerinden gayet emin ve rahatlardı.
PEKİ GERİLİM BU AŞAMAYA GELİNCE NE Mİ OLDU?
NATO Türkiye’ye olan tüm desteğini bir anda geri çekip, iki ülkenin kendi arasındaki meseleye karışmayacağını açıkladı. Yani savaşın geri dönülmez olduğunu düşündüğü bir aşamada, tüm Batı bloğu, Türkiye’yi yüz üstü bırakıp geri çekildi. Tüm dünyanın ibretle izlediği olaylar dizisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında gerçekleştirilen birebir görüşmeler sonrası soğukkanlılıkla ele alınmaya başlandı ve böylece tarihi bir yanlışın kıyısından dönülmüş oldu. Tabi ki krizin aşılmasında, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi ve bu darbe girişimi sonrası Rus uçağını düşüren pilotun FETÖ adına darbe girişiminde bulunmaktan gözaltına alınmasının da önemli bir etkisi oldu. Zira pilotun devlete ihanet suçlamasıyla tutuklanmış olması, Rus uçağının hükümetten habersiz düşürülmüş olduğu tezini kuvvetlendirdi. O dönem tüm stratejistler arasında kabul gören kanaat, Rus uçağının düşürülmesinin, FETÖ tarafından ABD talebiyle gerçekleştirilen bir eylem olduğu, Rusya ve Türkiye’nin bu oyuna gelmemesi gerektiği yönündeydi.
Şimdi gelelim asıl konumuza.
NATO’nun açıklamalarına baktığımızda, Batı bloku Ukrayna lehine olaya müdahil olmak için oldukça hevesli görünüyor. Hatta ABD; Ukrayna’nın savaşa girmekten çekinmemesini, olası bir işgal durumunda ABD’nin Ukrayna lehine savaşa bilfiil müdahil olacağını duyurmaktadır. Tüm Batı bloku için aynı değerlendirmeyi yapamayız. Zira Avrupa birliği içerisinde olup da, Rus-Ukrayna savaşına müdahil olmanın, kaçınılmaz bir III. Dünya savaşının fitilini ateşleyeceğini düşünen ülkeler yok değil. Ne var ki, lokomotif ülke ABD, NATO’nun yönünü belirlemede muazzam bir manevra kabiliyetine sahip olduğundan şu an için strateji belirlemede onun sözü geçiyor. Savaş tamtamları hiç olmadığı kadar gürültülü çalmakta, bölge adeta diken üstünde sonraki aşamayı beklemektedir.
RUSYA UKRAYNA’YA SALDIRIRSA NE OLACAK?
Bizce tarih tekerrürden ibarettir. ABD’nin Rusya’yla fiili bir savaşa girmeyeceğini kestirebilmek için uluslararası siyaset uzmanı olmaya da gerek yok diye düşünüyoruz. Zira süper güç diye kabul edilen ülkeler arasındaki savaşlar her daim vekâlet savaşları (Proxy war) şeklinde cereyan etmiş, bundan sonra da bu stratejinin uzun vadede değişmeyeceği öngörülmektedir. Zira nükleer güçlerin birbirleriyle savaşmalarının getireceği yıkıcı sonuçlar, bu ülkeler arasında meydana gelebilecek birebir savaşları olanaksız kılıyor. Batı bloğunun Rusya’ya karşı topyekûn bir savaşa girmesi demek, güçlü Rus kara kuvvetleri karşısında tutunması çok zor bir maceraya atılması anlamına gelecektir. Şu an savaş çığlıkları atan kesimlerin, bıçak kemiğe dayandığında seslerinin kesileceği, aklıselimin ön plana çıkacağı güçlü bir ihtimaldir. Yani olası Rus-Ukrayna savaşında Ukrayna’nın yalnız kalacağı kesin gibidir.
NATO’nun ise, Batının menfaatlerini korumak için silahsız ülkelere saldırdığı durumlar dışında, dünyanın gelmiş geçmiş en hantal askeri organizasyonu olduğu bilinmektedir. NATO’nun Afrika kıtasında yer yer vuku bulan soykırımlara verdiği tepkiler bunu net bir şekilde ortaya koymuştur diye düşünüyoruz. Hele ki Bosna Hersek Müslümanlarına uygulanan soykırım sırasında Birleşmiş Milletlerin üç maymunu oynaması zihinlerdeki tazeliğini halen korumaktadır.
Peki, başını ABD’nin çektiği NATO savaşa girmeyecekse, ABD’nin Ukrayna’yı ısrarla savaşa teşvik etmesinin altında yatan asıl nedenler nelerdir? Bu sorunun cevabını vermek için henüz çok erken olabilir, ancak olası bir savaş durumunda tarafların neler yapacağı hakkında bazı tahminlerde bulunabiliriz.
- Her şeyden önce ABD, Ukrayna’nın o kadar kolay teslim olmasını istemiyor. Zira bu, Rusya’nın ekmeğine yağ sürmekten ve SSCB’nin hortlamasını hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Eğer Rusya, Ukrayna’yı istiyorsa, bunun için ciddi bedeller ödemek zorunda kalmalıdır.
- Her türlü desteği verme sözünü sık sık dile getiren Batılı ülkeler, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığı anda geri çekilecek ve Rusya’yı şiddetle kınayacaklardır(!)
- Çeşitli boykot kararları alınacaktır. Bu boykotların Rusya’yı durdurmayacağı daha önce defalarca tecrübe edilmiş olsa da belli oranda zarar verdiği de bir gerçektir.
- ABD ve NATO, Ukrayna’ya hafif silah yardımında bulunacak, bu yardımlarla savaşı biraz daha uzatabilmesi için teşviklerde bulunacak, ancak asla savaşı kazandıracak büyük silahlar vermeyeceklerdir. Zaten Ukrayna’ya savaşı kazandıracak büyük silahlar onlarda da yok. Nükleer silahı olan bir ülkeye karşı, Ukrayna gibi zayıf bir orduya ne kadar büyük yardımlarda bulunulabilir ki. Ayrıca kaybedilecek bir savaş için, büyük silahlarını heba etmek, pragmatist Batının işine de gelmeyecektir. Geçtiğimiz gün, Almanya’nın Ukrayna’ya 50 bin miğfer hediye etmesini ve bu sözüm ona yardımın tüm dünyada alay konusu olmasını bu bağlamda değerlendirebiliriz.
- Savaşın olabildiğince uzaması, Rusya’ya karşı Batı bloğunun işine geleceğinden, bir yandan Rusya’nın önünü bürokratik yollarla kesmeye çalışırken, diğer yandan eski Sovyetler Birliğinden ayrılan uydu ülkelerde, Rusya aleyhine muhalefet çalışmalarında bulunacaklardır. Böylece hem Rusya’nın Ukrayna’daki savaşa odaklanmasının önüne geçecek, hem de Ukrayna ile uğraşan Rusya’nın buralarda bıraktığı boşluktan faydalanarak, uydu ülkeler ile Rusya arasındaki makasın açılmasını sağlayacaklardır.
- Her türlü medya aracılığıyla ölen insanların resimlerini servis ederek, dünya çapında Rusya aleyhine bir antipati oluşturmak için tüm güçleriyle çalışacaklardır. Ne yazık ki, Batı medyasının bu konuda başarılı olmasını engelleyecek organize bir alternatif medya olmadığı da bilinen bir gerçektir. Facebook, Twitter gibi sözde özgürlükçü sosyal medya devlerinin, ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda ne derece sansürcü oldukları bilinen gerçeklerdir.
- Savaş Ukrayna’yı bitirecek, Rusya’nın yayılmacı emellerle çıktığı yolda, bir adım daha ilerlemesi için zemin hazırlayacak, ama aynı zamanda yıpranmasına da sebep olacaktır.
- Rusya ne kadar yıpranırsa yıpransın, bu savaştan görünürde karlı çıkacak, ancak uzun vadede, bu savaşın verdiği zararlarla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Uydu ülkelerle ilişkileri sarpa saracak, odak noktası değişecek, daha kolay ele geçirebileceği birçok kazanımından mahrum kalacaktır.
Peki, savaşın faturası kime mi çıkacak? Tüm bunlardan hiçbir menfaati olmayan sivil Ukrayna halkına ve Rusya’yla ticareti olan komşu ülkelere tabi ki… Başlayacak yeni mülteci akınları da, ABD hariç birçok ülkenin başını ağrıtmaya devam edecektir.