Selahaddin sabah kalkıp öğleye kadar işlerini aceleyle halletti. Telaşlıydı çünkü kutlu doğum ayının içindeydi ve bu ülkenin rengini değiştiren, yüreklere coşku, heyecan veren kutlu doğum haftasına az kalmıştı. Selahaddin bu mübarek etkinlik için ilahi cd’leri dağıtacaktı. Öğle namazından sonra teker teker esnafları gezmeye başladı. Selahaddin’in alış veriş için geldiğini düşünen esnaflar onu iyi karşılıyorlardı ama ilahi cd’lerinden bahsedince ‘bunun için mi rahatsız etin der gibi’ sürat asıp, başından savmaya bakıyorlardı. Daha yeni çıkan bu ilahileri, bizde var, deme gibi yalanlara bile başvuruyorlardı. Bu şekilde iki yüz esnaf dolaşmıştı ama sanki duydukları Allah’ın, habibim dediği peygamberin ismi değil de düşmanlarının ismiymiş gibi bir tavır gördü.

Bu bocalamadayken ikindi ezanının rahatlatıcı sesi yankılandı yüreğinde. Cami’ye gitti, namazını kıldı, avuçlarını kendine yakın hissettiği Rabbin’e açtı. Gayri ihtiyari hüzünlendi, hafiften gözyaşları döküldü. Dışardan muzdarip ve sessiz idi. Ama içinde bir ses: Allah’ın dinine neden kimse sahip çıkmıyor? İnsanlara peygamberden bahsederken, iyiliğe güzelliğe çağırırken neden sürat asıyorlar? Bir sonraki gün okul arkadaşlarının düzenleyeceği gayri İslami gece eğlencesine aynı insanlar çok rağbet etmişlerdi. Ve neden bu halk Selahaddin’i Eyübi’yi övüp dururken bugünün Selahaddin’lerine sahip çıkmıyor? Kerbela’ya atıfta bulunup Hüseyin’in göğsüne kalkan olurken neden bugünün Hüseyin’lerine sürat asıp, sırt çeviriyorlar? Aklına Hz. İsa’nın şu sözü geldi: bir kapta ateş ve su bir arada bulunamayacağı gibi, bir kalpte de ahiret sevgisi ve dünya sevgisi bulunamaz. Bu kalpler peygambere yer vermeyecek kadar doluymuş meğer.

Birden içine bunlara baskın bir ses fısıldadı: Muhammed’iler hep böyle sessiz ve yalnız başlamamışlar mıydı? Dünya gözüyle Musa, şahşahlı Firavun karşısında aciz gözükmüyor muydu? Ve Muhammed Mekke’nin sokaklarında az mı yalnız ve muzdarip kalmıştı. Ve bu dava nice yalnız Selahaddin’ler, Hüseyin’ler görmüştü.

Abdulhakim Tekin / Kilis / Yaş: 23